2010 Yeşilçam Ödülleri

TÜRSAK Vakfı’nın Turkcell’in ana sponsorluğunda gerçekleştirdiği Yeşilçam Ödülleri, 23 Mart 2010’da üçüncü kez Türk Sinemas’ına emek verenleri onurlandıracak. Sinema dünyasının önemli isimlerinin oylarıyla belirlenen Yeşilçam Ödülleri, üçüncü yılında, 2009 yılı boyunca vizyona girmiş olan 62 Türk filmini yeniden gündeme taşıyacak. Sinemamızın ünlü yönetmenleri, yapımcı, oyuncu ve tüm emekçilerine saygı duruşu niteliğinde olan Yeşilçam Ödülleri’nde geçtiğimiz yıl 3 Maymun, En İyi Film, Nuri Bilge Ceylan ise En İyi Yönetmen seçilmişti. Turkcell İlk Film Ödülü’nün sahibi ise Sonbahar ile Özcan olmuştu.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Erhan Işık Yazıyor
  • Yüksek çözünürlüklü görsele ve diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2010 Yeşilçam Ödülleri yazısına devam et
  • Altın Küre (Golden Globes) 2010 Ödülleri

    Oscar ödüllerinin habercisi olarak bilinen Altın Küre 2010 (Golden Globe 2010) ödülleri dün gece Los Angeles’ın ünlü Beverley Hills Oteli’nde yapılan bir törenle sahiplerini buldu.
    Sunuculuğunu İngiliz komedyen Ricky Gervais’ın yaptığı gecede, En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödülleri Avatar’ın oldu. George Clooney’nin başrolünü oynadığı 6 dalda adaylıkla Altın Küre’nin favorisi olan Aklı Havada (Up in the Air) sadece En İyi Senaryo ödülünü kazandı.
    Yarışmanın iddialı filmlerinden Ölümcül Tuzak (The Hurt Locker) ve en fazla adaylık alan 9 (Nine) ise hiç ödül alamadı.

  • Basın Bülteni
  • Kar Beyaz

    Selim Güneş’in yönettiği ve Hakan Korkmaz, Sinem İslamoğlu, Gürsan Piri Onurlu ile Kaya Akkaya’nın oynadığı Kar Beyaz, 13 Mayıs 2011′de Tiglon Film dağıtımıyla Ağustos Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    On yaşındaki Hasan, iki kardeşiyle yaşam mücadelesi vermektedir. Babası hapiste, annesi şehirde bakıcılık yapmaktadır. Hasan, yaptığı ayranı şoförlere satarak geçinmektedir. Hasan o gün yine ayran satmaya çalışır ama kimse almaz, evin yolunu tutar. Kurt seslerini duyunca paniğe kapılır, çamura düşer. Annesi çocuklarının yanına dönmek ister, karlar içinde yatan Hasan’a ulaşır.

    Kar Beyaz yazısına devam et

    New Line Cinema’nın Filmi: Sex and the City 2

    2008 yazının hit film Sex and the City’nin devam filmi Sex and the City 2′de, Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis ve Cynthia Nixon, dört iyi arkadaşı canlandırdıkları ilk filmdeki rollerini tekrar üstlendiler. Tabi ki, bu kadınların erkekleri de tekrar aramıza dönüyorlar. Devam filminde Mr. Big rolünde Chris Noth, Steve rolünde David Eigenberg, Harry rolünde Evan Handler, Smith rolünde Jason Lewis, Anthony rolünde Mario Canton ve Stanford Blatch rolünde Willie Garson tekrar karşımızda olacaklar. Ayrıca, Sex and the City 2, TV dizisinin ve ilk sinema filminin yaratıcı ekibini de tekrar biraraya getiriyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Kanaltürk’te Yeni Bir Sinema Programı: Klak

    Kanaltürk ekranlarında Klak adında yepyeni bir sinema programı başladı. Klak, bundan böyle her Cumartesi saat 16:00’da sinemaseverlerle buluşacak. Sitemizin de yazarlarından olan Gizem Ertürk’ün hazırladığı program, ilk bölümüyle geçtiğimiz Cumartesi günü ekranlara geldi. Program Klak Haber, Klak 0 Km, Klak Arkası, Klak Box Office, Ne Nedir? – Kim Kimdir? ve Klak Müzik bölümlerinden oluşuyor. Program ile ilgili eleştiri, öneri ve kısa filmlerinizi [email protected] adresine gönderebilirsiniz.

    • Tanıtım filmi için tıklayınız.

    Kanaltürk’te Yeni Bir Sinema Programı: Klak yazısına devam et

    Ladik ’76

    Sayın Orhan Ünser,

    Bugün (24 Ocak 2010), “Ladik ’76” belgesel filmi ile ilgili yazınıza ve eleştirilerinize bir rastlantı sonucu ulaştım. Filmin, “belgesel” olma niteliğini haksız ve ağır biçimde gölgeleyen bu görüşler filmi ve beni hedef aldığı için, bu eleştirilere ilk elden yanıt vermek istedim. Yaşanan gerçeklerin bilinmesinin yararlı olacağını düşündüm ve size yazma gereği duydum.

    Büyük zorluklarla, özveriyle, özenle, parasız, pulsuz ve birkaç kişinin sınırlı emek desteğiyle çekildi bu film. Bu film ile ilgili gerçekleri ve bu bağlamda, kişisel, içtenlikli ve duru belgesel film anlayışımı size iletmek istedim. Bu yazımın; haksız, acıtıcı, olumsuz önyargıları düzeltmeyi de amaçlayan görüşlerimin varsayılan olumsuz duruma yeteri kadar açıklık getirmesini dilerim.

    Yokluklardan yaratılan bu belgeselin yapımına doğrudan tanık olmayan kişilerden ya da sığ kaynaklardan edinilen bilgiler sizi yanıltmış olmalı. Bu yanlış ve eksik bilgilenmeden yola çıkılarak yapılan “değerlendirmeler ve görüşler doğru da olsa” ne yazık ki “yanlış bir örnek ve bilgi” üzerine kurgulanmış oluyorlar. Ve bu filme de, temelsiz ve yersiz bir haksızlık yapılıyor. Kaldı ki; bu filmde ele alınan, işlenen ve tartışılması istenen sorunsal; toplum yararına olmayan, tek yanlı, çıkarcı politik uygulamalarla, kasıtlı ve bilerek şişirilen, doğal çevreye büyük zarar veren yapay bir göl yaratılmasında yatıyor… Filmde kullanılan görsel araçlar, içerik ve amaç gözardı edilmemeli ve dahası saptırılmamalıdır. Bir Devlet Kurumu olan DSİ’nin de birinci derecede rol oynadığı, dahası; bir “taraf” ve bir politik araç olduğu gerçeği de lütfen unutulmamalı…

    Bu belgesel, 1976 yılının yaz aylarında, Samsun’un Ladik ilçesinde çekilmiştir. Önü kapatılarak, doğal yatağından taşırılan ve şişirilen göl çevresinde, altı günlük bir çalışmayla gerçekleştirilmiştir. “Doğayı, çevreyi, yöre halkının çıkarlarını ve sağlığını hiçe sayan çıkarcı politikacıların destek verdiği toprak ağalarının ve onların işlettiği değirmenlerin çarkları; durmasın, dönsün” diye yapıldı doğal yaşamın doğal akışını felç eden baraj. Bu amaçla da göl, şişirilerek doğal yatağının dışına taşırıldı. Değirmenler için gereken akar suyun biriktirilebilmesi için göl sularının mevsimsel ve doğal akışının önü; DSİ’nin yaptığı bir set/barajla kesildi. Yalnızca değirmen sahiplerinin yararına, yöre insanının, hayvan varlığının, doğal çevrenin gerekleri ve koşulları hiçe sayılarak; değirmenlere kesintisiz ve sürekli su sağlanması amacıyla gölün şişirilmesi öngörülmüş ve bu sağlıksız karar da uygulanmıştır. Bu uygulama; açıkça görülebileceği gibi salt politiktir. Toplum yararına değildir, çevreci hiç değildir. Acımasızca uygulanan bu kararın, artık, çevre köyleri aleyhine sağlıksız ve olumsuz sonuçlar doğurduğu yıkıcı sonuçlarıyla çok da iyi ve yakından biliniyor. Belgesel film o günlerde yurt içinde baskı gördü, yasaklandı, kamuya açık gösterimi, yakın günlere kadar sağlanamadı. Ladik ’76; ancak yurtdışında gösterime sokulabildi. Oralarda kabûl gördü, yaşadı ve değer buldu…

    Benim görüşlerimi de almayı gerekli görürseniz; daha geniş ve açıklayıcı bilgi vermeye istekli olduğumu ve bunda yararlar gördüğümü bilmenizi isterim.

    En iyi dileklerimle ve saygılarımla,

    (24 Ocak 2010)

    Güner Sarıoğlu

    Kars Öyküleri, Rotterdam Film Festivali’nde

    Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapım sonrası desteği alan Kars Öyküleri, 27 Ocak – 07 Şubat 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 39. Rotterdam Film Festivali’nin Bright Feature / Parlak Gelecek bölümüne seçildi, film dünya prömiyerini Rotterdam’da yapacak. Kars’ın eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun desteğiyle, Kars ili ve çevresinde yapılan çekimlerde Ayda Aksel, Ozan Bilen, Şebnem Köstem, Ahmet Mümtaz Taylan, Necmettin Çobanoğlu, Ruhi Sarı, Rıza Akın, Rıza Sönmez, Derya Durmaz ve diğer önemli oyuncular gönüllü olarak rol aldılar ve bu projeyi desteklediler.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kars Öyküleri, Rotterdam Film Festivali’nde yazısına devam et
  • Büşra, 19 Mart’ta Sinemalarda

    Bahadır Boysal’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan Büşra, 19 Mart’ta vizyona giriyor. Liberal ve muhafazakâr bir dünyanın arasında sıkışıp kalmış olan Büşra adlı genç kızın en beklenmedik anda karşılaştığı aşk, inançlarını ve arzularını birbirine düşürecektir. Yalnızlığın, farklı bireylerin ve gözardı edilen hoşgörünün irdelendiği film çağdaş bir şehir masalını vurguluyor. Filmin detaylı bilgileri, yeni afiş ve fragmanı resmi facebook ve web sayfasından takip edilebiliyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • If İstanbul Açılış Partisi 12 Şubat’ta Ghetto’da

    9. If İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, Açılış Partisi 12 Şubat’ta Ghetto’da yapılıyor. Akıllı dans müziğinin bir numaralı ismi Richie Hawtin’in Berlin’de kurduğu efsanevi plâk şirketi Minus’ın 10. senesini kutlamak için yaptığı Kontakt turu etrafında dönen filmi bu sene !f İstanbul programındaki yerini aldı. !f, bu seneki açılış partisinde Minus ekibini ağırlıyor. Berlin’den getireceği minimal teknosuyla !f’çileri fena halde kendinden geçirecek yıldız isim yetenekli prenses Magda olacak. Onun hemen öncesinde Jesse Siminski (aka Heartthrob) setin başına geçiyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    If İstanbul Açılış Partisi 12 Şubat’ta Ghetto’da yazısına devam et
  • Eleştirmenlerin Seçimi Ödülleri Sahiplerini Buldu

    Oscar’ın habercisi olarak nitelendirilen Eleştirmenlerin Seçimi Ödülleri (Critics’ Choice Awards), dün gece Los Angeles’ta yapılan törenle sahiplerini buldu. En İyi Film ödülünü, Irak savaşındaki askerlerin yaşadığı deneyimleri anlatan The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) filmi kazandı. Filmin yönetmeni Kathryn Bigelow da “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandı. James Cameron’ın yönettiği dev bütçeli bilimkurgu filmi Avatar ise “En İyi Film” ödülünü kazanamadı ama, “En İyi Aksiyon Filmi, En İyi Görsel Efekt, En İyi Ses, En İyi Sinematografi, En İyi Sanat Yönetmenliği” ve “Kurgu” dallarında olmak üzere altı ödül birden aldı. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • John Huston 1


    John Huston (Malta Şahini – The Maltese Falcon’ın yönetmeni.)


    Warren Oates (Şiddetin ozanı Sam Peckinpah’ın Bana Onun Kellesini Getirin – Bring Me the Head of Alfredo Garcia’sındaki Bennie.)


    İlham Gencer (Caz dünyamızın duayen Şarkıcısı.)

    Warren Oates 2


    Warren Oates (Şiddetin ozanı Sam Peckinpah’ın Bana Onun Kellesini Getirin – Bring Me the Head of Alfredo Garcia’sındaki Bennie.)


    John Huston (Malta Şahini – The Maltese Falcon’ın yönetmeni.)


    İlham Gencer (Caz dünyamızın duayen Şarkıcısı.)

    İstanbul Lisesi 7. Liselerarası Kısa Film Yarışması

    Türkiye’nin seçkin okullarından olan İstanbul Lisesi, 6 sene önce düzenlemeye başladığı, Türkiye’deki lise öğrencileri arasında düzenlenen ilk ulusal kısa film yarışması olma özelliğine sahip olan Liselerarası Kısa Film Yarışması’nı bu sene de tüm Türkiye genelinde devam ettiriyor.
    Yarışma süreci, katılım şartları, ön başvuru ve iletişim için tüm bilgi ve gelişmelere İstanbul Lisesi Sinema Kulübü internet sitesinden ulaşılabiliyor.
    Yarışmanın son katılım tarihi 10 Mayıs 2010. Yarışma sonuçları, Haziranın ilk haftasında yapılacak olan Festival Gecesinde açıklanacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haberlere ve görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Lisesi 7. Liselerarası Kısa Film Yarışması yazısına devam et
  • Küçük Adam Büyüdü: Gangster Sineması

    Gangster sineması, Hollywood’un önemli türlerinden. Tıpkı müzikaller ve westernler gibi. Gangster sinemasını ele alırken dönemleri sosyoekonomik olarak da değerlendirmek gerekiyor.

    1920’li ve 1930’lu yıllarda ABD’de süren ekonomik çöküntü, yeraltında çeteleri yaratmıştı. 1929’daki ekonomik buhran ve ardından gelen içki yasağı New York ve “cazın ülkesi” Şikago gibi büyük şehirlerde ortaya çıkan gangsterlerin içinde beyaz Amerikalı, yani WASP yoktur. Onlar İtalya’dan ve İrlanda’dan gelen göçmenlerdi. Bir rakipleri daha vardı: Yahudiler… 1929’da depresyonla beraber “Amerikan rüyası” çökmüş ve bu enkazın altından organize suç örgütleri çıkmıştı. Dönemin en öne çıkan gangsteri Al Capone’du. Sinemanın ilk (kısa metrajlı) gangster filmi, David W. Griffith’in 1912 yapımı 17 dakikalık sessiz “The Musketeers of Pig Alley” (Domuz Sokağının Silahşörleri) yapıtıydı. Bu filmde, New Yorklu gerçek gangsterler kullanılmış. Martin Scorsese, 1990 yapımı “Goodfellas-Sıkı Dostlar” ve 2002 yapımı “Gangs of New York-New York Çeteleri” filmleri, Griffith’in bu filminden etkilenmiş. Raoul Walsh’un 1915 yapımı sessiz ganster filmi “Regeneration” (Yeniden Doğuş), 1976 yılında Montana’da bir binanın bodrum katında bulunmuştu. İrlanda kökenli bir gecekondu çocuğunun büyüyüşünü suç dünyasının içerisinden anlatılıyordu bu 72 dakikalık film. Walsh’un bu filmi ilk uzun metrajlı gangster filmiydi ayrıca.

    Paramount, 1927 yapımı “Underworld” (Aşağı Dünya) sessiz filmini hemen gösterime sokmadı. Bu film, daha sonra sınırlı sayıdaki salonlarda gösterime girebildi. Kendinden sonra gelen birçok suç filminde iz bırakan bu filmi büyük Alman yönetmen Josef von Sternberg yönetmeye çalıştı, ama Paramount, Sternberg’in yerine Arthur Rosson’ı atamış. Sterberg, 1930 yapımı “Der Blaue Engel-Mavi Melek” filmiyle hatırlayabilirsiniz. Bu filmin hikâyesi Ben Hecht’e, senaryosu da Howard Hawks’a aitti. Raoul Walsh’un 1928 yapımı siyah-beyaz gangster filmi “Me, Gangster” (Ben Gangster), Charles Francis Coe’nun hikâyesinden aktarıldı. Filmde Carole Lombard da “Sarışın” Rosie’yi canlandırdı. Filmde June Collyer (Mary) ve Don Terry (Jimmy) başrolü paylaşmıştı. Bu filmin kameramanıysa Arthur Edeson’dı. Bu filmde, babası dok işçisi olan genç Jimmy’nin kötü yola sapışı anlatılıyordu. Lewis Milestone ustanın 1928’de yönettiği “The Racket”i (Haraç), kara film ruhlu gangster filmi olarak değerlendiriliyor. 1895’te Kişinev’de doğan, 1980’de Los Angeles’ta ölen yönetmen Milestone’un bu suç-gangster filmi Bartlett Cormack’ın oyunundan uyarlanmıştı. Filmde, dürüst bir polis, yozlaşmış politikacılar ve hukuk insanlarına rağmen içki kaçakçılarıyla savaşıyordu. Filmin de mekânları Şikago’ydu. Milestone’un bu filminin sadece bir kopyası bulunuyor. İlk sesli gangster filmiyse Bryan Foy’un 1928’de yönettiği “Lights of New York” (New York Işıkları) yapıtıydı. Bu filmin ilk çevrimi 1916’da aynı adla Van Dyke Brooke tarafından sessiz yönetilmişti. James Cagney’in perdede göründüğü ikinci film, onun sinemadaki kaderini de belirledi. Siyah-beyaz 1930 yapımı “The Doorway to Hell” (Cehenneme Giriş) gangster filmini Archie Mayo, Rowland Brown’ın hikâyesinden uyarladı. Film, Şikago’da yoğunlaşan gangsterlerin hikâyesini yansıttı.

    Türün ilk motifleri…

    1930-38 yıllarında çekilen gangster filmlerinde çok belirgin motifler vardı. En önemlisi, küçüklük motifiydi. Başkarakterlerin boyları kısaydı. Edward G. Robinson, James Cagney, Paul Muni gibi. Filmlerde aşağı yukarı kahramanlar filmin başında bir cinayet işliyor ve ardından onun kaderi başlıyordu. Seyirciyle kahramanın özdeşleşmesi de önleniyordu böylece. Elbette zaman duygusu önemliydi. Zirveye çıktıkça kahramanın düşmanları da çoğalıyordu. Bu yüzden kahraman her şeyi yoğun yaşamak zorundaydı. Gangster olanların çoğu taşradan büyük şehirlere gelmişlerdi. Bu dönemin filmlerinde dans figürü de çok önemliydi. Özellikle “tap” diye anılan dans müziği. Çünkü, gangsterlerin ince ruhu olduğunun altının çizilmesi gerekiyordu. Cinsellik de önemliydi ayrıca. Her şey açıktan olmazdı ve hep bir gizem vardı. Kadınlara asla güven olmazdı, onlara gerçek anlamda aşık olunmaz ve sır verilmezdi. Bu dönemin filmlerinde şaşılacak bir biçimde kadınlar sarışın ve aptaldı. Tıpkı kara filmlerdeki gibi.

    Gangsterlerin önde görülen işleriyse genelde kumarhanedi. İşlerini kumarhanelerinin arka bölümlerini büro olarak kullanırlardı. Bir de kanun adamları vardı elbette. Gangsterin sıradan ve önemsiz olduğunu hissettirmek için, düzene sadık savcı, yargıç ve polisler vardı 1930’lu gangster filmlerinde. Bu dönemin filmlerinde şu denmek isteniyordu: Toplumda herkesin bozulmadığı ve geleceğin hâlâ var olduğu… Bu filmlerde çevre de önemliydi. Barlar, gece kulüpleri ve karanlık dar sokaklar… Gangster sinemasının temelini atan bu dönemin en önemli vurgusu törenselliğin öne çıkmasıydı. Balolar, cenazeler ve düğünler çok önemliydi. Silâhlar, siyah Lumizin arabalar, fötr şapkalar, çizgili takım elbiseler, siyah-beyaz parlak ayakkabılar ve purolar da ikon olarak çok önemliydi. 1930’larda çekilen iki önemli gangster filmi bu döneme damgasını vurdu. 1931 Mervyn LeRoy’un siyah-beyaz “Little Caesar-Küçük Sezar” filmi William R. Burnett’ın (1899-1982) aynı adlı romanından uyarlandı. Roman 1929’da yayımlanmıştı. Yazarın bir diğer ünlü soygun-suç romanı “The Asphalt Jungle-Elmas Hırsızları” da 1950’de John Huston tarafından kara film türünde sinemaya uyarlanmıştı. “Küçük Sezar” filminde “Küçük Sezar” diye anılan Enrico Bandello “Nico”nun yükselişi ve düşüşü anlatılıyordu. Bu film, gangster sinemasının da temellerini attı. “Nico”ya Edward G. Robinson hayat vermişti. Filmin mekânlarıysa Şikago’ydu. Çünkü Şikago, New York gibi gangsterlerin şehriydi. Bu filmin final bölümü trajiktir. Çavuş Flaherty (Thomas Jackson), “Nico”yu reklâm panosunun yanında sıkıştırır ve vurur. “Nico”nun dansçı olmak isteyen en yakın arkadaşı Joe Massara (Douglas Fairbanks, Jr.) ve Joe’nun aşık olduğu dansçı Olga’nın (Glenda Farrell) mutlu resimleri vardır reklâm panosunda. “Nico”, soğuk ve karanlık gecenin içinde yoksulluk içinde ölür. “Nico” vurulduktan sonra kamera, yerde uzanmış “Nico”yu üst açıdan zavallı bir biçimde gösterir ve gangsterler kanun önünde yenilgiye mahkûmdur imgesi verilir. 1932 yılında Howard Hawks’un çektiği “Scarface-Yaralı Yüz”ü, yeraltı dünyasını gerçek anlamda derinden etkilemiştir. Öyle ki, tüm giysileri, yaşam tarzları ve takıldıkları mekânlar bu iki filme, “Küçük Sezar” ve “Yaralı Yüz”e bakarak hepten değişmiştir gangsterlerin. Armitage Trail’in (1902-1930) romanınından uyarlanan bu siyah-beyaz film gangster-kara film olarak da değerlendiriliyor. Bu filmin baş senaristi de büyük sinemacı Ben Hecht’di. Diğer seraristleriyse Seton I. Miller, John Lee Mahin ve William R. Burnett’tı. Roman/film ünlü gangster Al Copone’un hayatından esinlenmişti. Filmde Antonio “Tony” Camonte’nin (Paul Muni) hayatı anlatılıyordu. Film, 1931’de tamamlanmasına rağmen sansür korkusundan hemen gösterime giremedi bu film. Bu yüzden filmin yapım tarihi 1932 olarak belirlendi. Filmi yapanlar filmin afişine “The Shame of the Nation” (Milletin Utancı) yazısını bile yazdılar. 1983’te Brian de Palma, “Yaralı Yüz”den esinlenerek “Scarface-Sicilyalı” filmini çekmişti. De Palma’nın filmi DVD’de “Yaralı Yüz” olarak yayımlandı. Hawks’un ve De Palma’nın filmlerinde başkarakerler kız kardeşlerine aşık oluyorlardı. Al Capone kadar ünlü bir gangster daha vardı. Charles “Lucky” Luciano, yani Salvatore Lucania (1897-1962), organize suç örgütlerini modernize eden ve eroinin dünyada yaygınlaşmasına katkıda bulunan bir mafya babasıydı. Onun hayatını en iyi anlatan filmse 1973 yılında Francesco Rosi’nin yönettiği “Lucky Luciano”ydu. Bu filmin başrolünde de büyük oynucu Gian Maria Volonté vardı. TRT’de de gösterilen Michael Nouri’nin 1981’de oynadığı televizyon dizisi “Gangster Chronicles” de var. Diziyi Richard C. Sarafian yönetmişti. William A. Wellman’ın yönettiği 1931 yapımı siyah-beyaz gangster filmi “The Public Enemy-Halk Düşmanı”nda James Cagney, Tom Powers adlı bir gangsteri canlandırdı. Bu filmin hikâyesi 1920’li yıllarda geçiyordu. Tom, çocukluğunda ve ilk gençliğinde despot babasından dayak yer hep. Tom, arkadaşı Matt’le (Edward Woods) küçük suçlarlar işlemeye başlar sonra. İçki yasağının da yaşandığı yıllarda yeraltı dünyası da hayatı kuşatmaya başlıyor o sıralar. Tom’un önünde kanlı ve sert bir dünya durur şimdi. “Halk Düşmanı”na sinema tarihinin en önemli gangster filmi deniliyor. Ünlü yönetmen John Huston’ın babası Walter Huston’ın başrolü Jean Harlow’la paylaştığı 1932 yapımı “The Beast of the City” (Şehrin Canavarı), sinemanın önemli gangster kara filmlerinden. “Küçük Sezar”ı da yazan WR Burnett’ın hikâyesinden uyarlanan bu filmi Charles Brabin yönetmişti. Bu film, 1970’lerde “Kirli Harry” diye de bilinen Clint Eastwood’un oynadığı “Dirty Harry-Kirli Adam” filmine de ilham verdi. 1930’ların en önemli gangster filmlerinden biri de 1935 yapımı siyah-beyaz “G Men” filmiydi. Bu filmin hikâyesi de, büyük Hollywood stüdyolarından 20th Century Fox’un kurucularından biri olan Darryl F. Zanuck’un “Public Enemy No. 1” (Bir Numaralı Halk Düşmanı) romanından uyarlandı. Filmi de William Keighley yönetti. Kameramansa Sol Polito’ydu. Film, “Brick”, yani “Tuğla” Davis’in (James Cagney) hikâyesini anlatıyordu. “G Men”, FBI içinde çalışan, bir tür “gangster adamlar” anlamına gelen bir şey. FBI, gangsterlerin arasına sızdırdığı ajanlarına “g men” diyor. “G Men”, zamanında seyirciden büyük ilgi görmüş. Yine William Keighley’in yönettiği 1936 yapımı siyah-beyaz “Bullets or Ballots” (Ya Mermiler Ya Oylar) filminde Edward G. Robinson, polis dedektifi Johnny Blake’i canlandırdı. Dedektif Blake, gangsterlerin içerisine sızıyordu. Filmde Humphrey Bogart da Nick “Bugs” Fenner rolündeydi. Bu politik yönleri de olan bir film olmasına rağmen o dönemki suç filmlerinin gerisinde bulunmuş. Archie Mayo’nun 1936’da yönettiği “The Petrified Forest-Taşlaşmış Orman” gangster filmi, Robert E. Sherwood’un aynı adlı romanından uyarlandı. Filmin kameramanı da Sol Polito’ydu. Filmde de Leslie Howard (Alan) ve Bette Davis (Gabrielle) oynuyordu. Humphrey Bogart da filmde Duke Mantee karakterini canlandırdı.

    William Wyler ustanın 1937 yapımı “Dead End-Çıkmaz Sokak” gangster filmi sinema tarihinin de gelmiş geçmiş en solcu filmlerinden biriydi. Bu sol ruhu aşacak bir film de hâlâ yapılamadı. Bu büyük filmin senaryosunu Sidney Kingsley’in oyunundan Lillian Hellman yazmıştı. Filmin yapımcısıysa MGM’in kurucularından Samuel Goldwyn’di. Muhteşem siyah-beyaz fotoğraflarsa büyük üstat kameraman Gregg Toland’a aitti. Filmin başrollerinde de Sylvia Sidney (Drina), Joel McCrea (Dave) ve Humphrey Bogart (Bebek Surat Martin) vardı. Filmin hikâyesi, New York’un sert gecekondu atmosferinde geçiyordu. Zengin-fakir arasındaki uçurumlar, geleceksizlik, suç dünyaları yansıyordu perdeden. Doğu Nehri kıyısındaki caddenin sol tarafında zenginlerin daireleri, sağ tarafındaysa yoksul insanların yaşadığı döküntü evler. Drina’nın kardeşi Tommy, “Bebek Surat” Martin’e özeniyor, bu yoksulluktan kurtulmak için. Eleştirmenler, filmle oyun arasında karakterler üzerinden ciddi farklar olduğunu belirtmişler. Wyler’ın bu “Çıkmaz Sokak” filmi, on yıllarca FBI’ın sansürüne uğradı. MGM, ancak 2005 yılında DVD’sini yayımlayabilmişti “Çıkmaz Sokak”ın. Gangster sinemasında iyi bir yere sahip William Keighley, James Cagney’le 1939’da siyah-beyaz “Each Dawn I Die” (Her Şafakta Ölürüm) gangster filmini de yapmıştı. Film, Jerome Odlum’un romanından uyarlandı. Filmin hikâyesinde muhabir Frank Ross var. Suçlu bulunur ve hapse atılır. Filmin kameramanıysa Arthur Edeson’dı. Frank Ross, kendince kanun dışı bulduğu insanları kendince cezalandırmak isterken, suçüstü yakaladığı insanların tuzağına düşürülünce hapse atılıyor. Gangster arkadaşının da hikâyeye katılmasıyla her şey rayından çıkar. Raoul Walsh’un yönettiği 1939 yapımı siyah-beyaz “The Roaring Twenties” (Kükreyen Yirmiler), Mark Hellinger’ın “The World Moves On” (Dünya Üzerinde Hamle) hikâyesinden uyarlanmıştı. Filmde elbette James Cagney vardı. Bu filmde Humphrey Bogart da oynamıştı. Bu filmin senaristleri arasında sonradan önemli yönetmenlerden olacak olan Robert Rossen da vardı. Rossen’ı Walter Tevis’in aynı adlı romanından 1961’de uyarladığı “The Hustler-Bilardocu” filminden hatırlayabilirsiniz. Filmin hikâyesi, 1 Dünya Savaşı sonrasında evine dönen savaş gazisi Eddie Bartlett’in hikâyesini anlatıyor. İçki yasağının bir baskıya dönüştüğü yıllarda Eddie yeraltı dünyasının içinde bulur kendini. Bu dönemde komedi türünde komedi filmleri de çekiliyordu. Edward G. Robinson, Lloyd Bacon’ın 1938 yapımı siyah-beyaz “A Slight Case of Murder” (Hafif Bir Cinayet Durumu) komedi-gangster filminde de oynadı. Remy Marco karakteri Robinson’ın gangster filmlerinde canlandırdığı karakterlerin sanki parodisi gibidir. Hızlı tempolu bu komedi-gangster filmi, Damon Runyon ve Howard Lindsay’in oyunundan uyarlandı. Oyun, 1935 yılında Broadway’de altmış dokuz defa sahnelenmiş.

    Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt’in “New Deal/Yeni Anlaşma” yasalarıyla John Maynard Keynes’in (1883-1946) ekonomik plânı, yaşamı kuşatıcı buhranı atlatıyor ve böylece 1938’den sonra gangster sineması da yapı değiştirmeye başlıyordu yavaş yavaş. Kahramanın boyu da uzamaya başlar ve kanun adamlarıyla boyları neredeyse eşitlenir. Gangster, bununla beraber artık kendini feda eden bir insandır. Toplumsal sorumluluklarıyla arkadaşlık arasında sıkışmıştır. Artık kendi sınıfından insanları korumaya başlar kahraman. Her şeyden önce gangsterlerin şirketlerdeki gibi yönetim kurulları vardır ve her şey ortak kararla uygulanır. İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’daki karışıklıklarla “komünizm tehlikesi” de vardır. Toplumda inançsızlık, Amerikalılık ruhunda azalma ve uzaktaki savaşa katılma korkusu duyulur. Her şeye rağmen Amerika’da işsizlik azalmış ve açlık ortadan kalkmıştır. Bu dönemde de, 1940’larda da, önceki gangster filmlerindeki gibi bazı ortak yönler vardır: Çevre artık gettodur. Yani Çin Mahallesi, Yahudi merkezleri, siyah tuğladan yapılmış küçük daireler ve hapishaneler. 1930’ların büyük bölümünde çekilen gangster filmlerininde hapishane pek göze çarpmıyordu.

    Yönetmen Max Nosseck’in 1930’lu yılların ünlü gangsteri John Dillinger’in hayatını anlattığı 1945 yapımı siyah-beyaz gangster-kara filmi “Dillinger”, sinnemanın önemli suç filmlerinden. Michael Mann, 2009 yapımı “Public Enemies-Halk Düşmanları” filminde aynı dönemi anlatmıştı John Dillinger’ı öne çıkartarak. Henry Hathaway’in 1947 yapımı “Kiss of Death” (Ölüm Öpücüğü) siyah-beyaz gangster-kara filmi, Eleazar Lipsky’nin hikâyesinden uyarlandı. Senaryoyu da büyük sinemacı Ben Hecht’le Charles Lederer beraber yazdılar. Büyük oyunculardan Richard Widmark, psikopat gangster Tommy Udo karakteriyle harikalar yaratıyordu. Bu filmde Karl Malden de vardı. Raoul Walsh’un 1949 yapım siyah-beyaz gangster-kara filmi “White Heat-Cehennem Alevi”nde James Cagney başroldeydi. Bu filme son büyük gangster melodramı da deniliyor. Bu filmde, acımasız ve “Oedipus kompleksli” bir psikopat gangster Arthur “Cody” Jarrett’ın trajedisi anlatıyordu. “Cehennem Alevi”nin girişi bir western filmi tadındaydı. Jarrett çetesi posta treninde kovboylar gibi soygun yapıyorlardı. Senaryosu iyi yazılmış filmde gerçekten de melodram üst noktaya çıkıyordu. Bu filmde tüm bir hapishane bölümü ilham vericiydi. Rafinerideki uzun final bölümü de sinema tarihine geçmiş unutulmaz anlardı sanki. Babası ve abisi “delilikten” ölen migrenli “Cody” (James Cagney), “Cody”nin ihtiraslı karısı “femme fatale” sarışın Verna (Virginia Mayo), ilham verici “kötü adam” Büyük Ed (Steve Cochran) ve hapishanede “Cody”ye yaklaşan polis Vic Pardo (Edmond O’Brien) filmin unutulmaz karakterleriydi.

    Arthur Penn’in 1967 yapımı “Bonnie and Clyde-Bonnie ve Clyde” gangster filminin öncülü olan Joseph H. Lewis’in 1950 yapımı siyah-beyaz gangster-kara filmi “Gun Crazy” (Çılgın Silâh), MacKinlay Kantor’ın hikâyesinden uyarlandı. Bu film, “Deadly is the Female” (Ölümcül Dişi) adıyla da biliniyor. Bu filmde sarışın ve güzel İngiliz Peggy Cummins Annie Laurie Starr’a, John Dall da Bart Tare’ye hayat veriyordu. Elia Kazan’ın 1954 yapımı “On the Waterfront-Rıhtımlar Üzerinde” filmi de 1950’lerin güçlü gangster filmlerinden biriydi. Filmin senaryosu Budd Schulberg tarafından yazılmıştı. Filmin başrollerinde Marlon Brando, Eva Marie Saint, Rod Steiger, Karl Malden ve Lee J. Cobb vardı. Bu film, mafyanın eline düşmüş dok işçilerinin “sarı”laşmış sendikasını ve suç dünyasını anlatıyordu. Marlon Brando, yıpranmış ve umutsuz boksör Terry karakterinde mükemmeldi. Richard Wilson’ın 1959 yapımı siyah-beyaz “Al Capone” filminde bu azılı gangsteri Rod Steiger canlandırmıştı. Brian de Palma da 1987 yılında bu gangsterin yakalanmasını ve yargılanmasını “The Untouchables-Dokunulmazlar” filminde anlatmıştı. De Palma’nın “Dokunulmazlar”ındaki Al Capone karakterinde Robert de Niro muhteşemdi.

    (23 Ocak 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    KargART’ta “Bir Film Nasıl Okunur?” Atölyesi

    KargART’ta “Bir Film Nasıl Okunur?” Atölyesi 24 Ocak Pazar günü başlıyor. Pazar günleri 19:00 – 22:00 arasında gerçekleştirilecek atölye 8 hafta sürecek. Alkan Avcıoğlu’nun sunacağı atölyeye [email protected] adresine müracaat edilerek katılmak mümkün. Atölye çalışmasında amaç sinemanın temel konseptlerini tanıtıp çağdaş film gramerini kavramaya dair pratik geliştirmek. Kamera, ışık, kurgu, ses, oyunculuk gibi sinemasal anlatım öğelerini ayrı ayrı ve nihayetinde bir bütün olarak inceleyip kavrayarak, film izleme deneyimlerini zenginleştirip farklı okuma biçimleri geliştirmek.

  • Basın Bülteni
  • Afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    KargART’ta “Bir Film Nasıl Okunur?” Atölyesi yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu