Yönetmenliğini Kazım Öz’ün yaptığı Son Mevsim: Şavaklar filmi bu yıl 11 – 21 Mart arasında 21.si düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali’nde Belgesel Bölümünde yarışmada. Mezopotamya Sinema Kollektifi’nden Kazım Öz, ikinci uzun metraj belgesel filmi Son Mevsim: Şavaklar’ı Nisan ayında tamamladı. ARTE France ve IDFA desteğiyle çekilen film Dersim bölgesinde yaşayan göçebe Şavak topluluğunun yok olmaya yüz tutmuş yaşam tarzlarının, doğayla bağlarının ve kıyasıya mücadelelerinin yanı sıra insani ilişkilerini belgeliyor.
Kuyu
Sadi Bey’in Twitter Günlükleri 10
Azınlıkta da kalsa film gösterimlerinde bazı seyirciler filmin sonundaki jeneriği izlerler. Bu seyirciler 2 çeşittir. Birincileri …
… jeneriğin bir kısmını izler, sonra çıkar. İkincileri ise sonuna kadar izler. Birincilerin yaptığını saygısızlık olarak görüyorum.
Ya filmin bittiğini hissettiğinde çık git veya jeneriği izlemek istiyorsan sonuna kadar izle birader.
Bendeniz yeni vakıf oldum. Ankara’da şehirlerarası otobüslerin şehir içi servislerini kaldırmışlar. Şehir içinde taksiye bindiğimizde …
… şoförün birisine sordum. Otogarda taksi durağı varmış, durakta çalışan her taksiden 25 TL alıyormuş. Gelgelelim otogardaki …
… taksi durağının işletmecisi Melih Gökçek’in oğlu imiş. Vallahi elçiye zeval olmaz, ben söylemiş olayım, durumdan memnun olmayan …
… vatandaş Sayın Başkana -hani tabiri caizse- saydırıyor. Belkide başkan “sayın” vasfına haiz olduğundandır, ben bilemem.
Bir ara basına yansımıştı, birkaç yıl önce ülkemizde film ithalâtçısı rezervasyonu, devalüasyonu -neydi o- enflasyonu mu ne olmuştu.
İşte o sıra Avrupalı filmciler bayram etmiş idi. Çünkü bizim yeni yetme ithalâtçılarımızın birisinin 10.000 dolar verdiği filme …
… diğer ithalâtçı 20.000, bir diğeri 30.000 dolar teklif ediyormuş. Bizim insanımızın bu gereksiz birbirini yeme merakı yüzünden …
… elin Avrupalısının 10.000 dolarlık filmi ülkemize 30 – 40.000 dolara -pardon yani- giriyormuş. Şimdilerde de kulağıma başka benzer …
… bir uygalama geldi. Film festivalleri de birbirinin kuyusunu kazmakla meşgûl oluyormuş. Festivalinde göstermek üzere yurt dışından …
… bir filme talip olan Z festivali, filmi “Türkiye’de başka bir festivale verilmemesi şartıyla” talep ediyormuş. Maşallah, maşallah, …
… ülkemizdeki film festivallerinin bazılarının şahıs ve kurumların babasının malı gibi anıldığını bilirdik de bu mevzuyu yeni duyduk.
Atalarımız boşuna dememiş “Türk’e Türk’ten başkasından fayda yoktur” diye. Doğru demişler. Biz birbirimize yeteriz, yeri geldiğinde …
… birbirimizi de yeriz, birbirimizin kuyusunu da kazarız. Aferim, devam edin arkadaşlar. Coşkun Bey’in dediğine göre twitter da makale …
… gibi uzun yazılar yazılmazmış. Vallahi ben bilemem, vatandaşın birisi bilmem kaç bin sayfalık romanını twitter’dan okurlarına …
… sunacağını yazmıştı. Bendenize de ilham oradan geldi. Ben ne yapayım ilham bu, gelir gelir.
“Dersimiz Atatürk” filmi çekilmeye başlandığında Turgut Özakman ve kitabı “Çılgın Türkler”in sık sık gündeme gelmesi üzerine -hadi …
… Atatürk demeyelim- Özakman ve kitabının istismar edilmekte olduğu şeklinde bir kanaat edinmekteydim. Nitekim afiş ve diğer tanıtım …
… materyallerinde en üstte “Turgut Özakman’ın Kaleminden” diye bir oyuncu adı yazıyor. Bu filmde de Atatürk, Halit Ergenç tarafından …
… yine çatık kaşlı, sert ve ketum birisi gibi canlandırılıyor. “Veda”da da Sinan Tuzcu, Atatürk’ü hep çatık kaşlı canlandırmıştı. Halbuki…
… Atamızın yüzüne her baktığımda huzur duyarım. Neredeyse hiç bir fotoğrafında filmlerdeki gibi çatık kaşlı değildir. “Veda” ile …
… “Dersimiz Atatürk”ün peşpeşe vizyona girmesi kesinleştiğinde hemen birbiriyle rekabet edecekmiş gibi bir intiba yaratıldı. Nitekim bu …
… rüzgâra filmin yönetmeni Hamdi Alkan da kapılmış ki basın gösteriminde “Filmin çekimine geçen yıl 10 Kasım’da Anıtkabir törenlerinde …
… başlamıştık. O zaman ‘Veda’ filmi ortalarda yoktu” mealinde birşeyler söyledi. Bendeniz söylemin sonlarına yetiştiysem de, tuhaf …
… karşıladığımı belirteyim. “Veda”yı beğenmeyen vatandaşların bu film için ne diyeceklerini doğrusu çok merak ediyorum. Bana sormazsanız …
… “‘Dersimiz Atatürk’ün yanında ‘Veda’ başyapıt gibi duruyor” demem. Ama sorarsanız, derim. Filmin yapımcısı Mint Prodüksiyon’un …
… açılımı da bir tuhaf: “Made in Turkey”.
Yaşlılığın bir ölçüsünün de yolda karşınıza çıkan anketörlerin davranışı olduğunu yeni keşfettim. Daha düne kadar anketörler önümü kesip …
… birşeyler sorardı. Artık bendeniz gönüllü olarak cevaplandırayım şeklinde yönlensemde hep soldan soldan teğet geçiyorlar. Yaşlandık mı ne, alt tarafı 60 olduk, üst tarafım meçhûl.
(18 Mart 2010)
Sadi Çilingir
19 Mart 2010 Haftası
“Köprüdekiler”deki karakterler: Beyinleri, sadece, dürüst-namuslu bir şekilde çalışmaya programlı olduğu için geçim sıkıntısı çeken, genç karı – koca… Meslektaşıyla bekâr evini paylaşan, yakında Doğu’daki hizmetine gitmek üzere burayı terk etmeden önce, karşı cinsten biriyle güzel gidecek bir ilişkiye başlamak isteyen trafik polisi… Buralı oldukları halde, eğitim görememiş ve doğru dürüst bir iş bulamamış ‘en diptekiler’den genç insanlar!
Tümü, İstanbul’un iki kıtayı ve en koyu yoksullukla, tahmin bile edilemeyecek büyüklükte zenginliği birleştiren ‘köprü’lerinden birinde, her gün birbirlerinin sıkıntılarından habersiz, birbirlerini teğet geçiyor… Fakat bu topraklarda ‘her anlamda adaletsizlik’, ‘tuzu kurular’ dışında kimseyi teğet geçmiyor… Aslı Özge, gerçeklikle kurguyu birleştirdiği, hemen hemen tümü ‘kendini oynayan’ kent kahramanlarını istikrarla yönettiği için başarılı (bazı acemilikleri görmesek de olur). İtirazım, öykülerin akışı içinde zaten epey ‘yüklü’ olan filminde, siyasi vurgu da yapmaya çalışırken, seçtiği görüntülerde adil davranmamış olması. Yükselen milliyetçiliğin ne denli önü alınamaz bir tehlike olduğunun bilincinde herkes tabii, zaten yönetmen de köklerinin nasıl beslendiğine dair epey veri sunuyor. Sunmadığı, bunu tetikleyen acılar. Anımsatalım Aslı Hanım’a: Televizyonlar, “ateşin düştüğü yerler”den, annelerin ağıtlarından da görüntüler sunuyor. Sizin o görüntüleri seçmeme hakkınız fakat bizim de sizin seçmemenize itiraz hakkımız var.
“Özel Kuvvetler”, savaşların, ruhi güçlere sahip askerlerce, düşmana ‘zararsız zararlar’ verilerek yapılabileceği fikrinden ve bu konuda Amerikan Ordusu tarafından yürütülen ‘inanamayacağımız kadar gerçek’ olaylardan yola çıkarak, gerçekten komik, o denli de farklı olaylar dizisini ‘geriye dönüş’lere sıkça başvurarak anlatmakta. Irak işgâlinde geçen hikâye, hâlâ devam eden bu trajik işgâldeki insan hakları ihlâllerine de kocaman bir ‘s.ktir’ çekerek, tavizsiz bir savaş karşıtı filme dönüşüyor. George Clooney, Ewan McGregor, Jeff Bridges, Kevin Spacey gibi, bir araya geldiklerinde dağları devirebilen kadro da, keyif kattıkları rolleriyle, saldırgan militarizmle güzelce dalga geçiyorlar. En ciddi olayları keskince eleştirmenin yolunun zeki mizahtan geçtiğine dair ‘haşarı’ bir örnek.
“Sevgili John”da, askerden izinli gelmiş erkek kızla tanışır, severler birbirlerini, türlerinin bu iki güzel örneği iki hafta birlikte olur ve sonra ayrılık gelir, genç adam yurt dışı görevine geri döner; mektuplarla süren ilişki 11 / 9 günü ilk darbeyi alır… Vatanperverlik baskın çıkar, askerliğini gönüllü olarak uzatan erkeğe olan hasreti, kız için dayanılmazdır artık… Ve devreye başka insanların girmesiyle hikâye evrilir, hüzünlere gark olur, yalnızlık, acımak, fedakârlık mutlu sonu engeller… Vicdan aşkın önüne geçer. Yıllar sonraki karşılaşmalarında muhasebe yaparlarken gözyaşları yanaklarından süzülür: Onların ve siz seyircilerin! Yetişkinlerin izleyip unutacağı, yeni yetmelerin ise oğlan ve kızla empati kurup biraz daha ‘takılacakları’, formülü belli -fakat hakkını yemeyelim- tastamam bir seyirlik olan bu 25 milyon dolar maliyetli aşk öyküsünü sevmeniz ihtimal dahilinde.
(19 Mart 2010)
Ali Ulvi Uyanık
21. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış Töreni Yapıldı
Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından gerçekleştirilen 21. Ankara Uluslararası Film Festivali, 10 Mart Çarşamba günü saat 19:30’da, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nda düzenlenen açılış töreniyle başladı. Festival açılışına Altan Gördüm, Ayça İnci, Aysan Sümercan, Emel Göksu, Engin Çağlar, Irmak Ünal, Mahmut Hekimoğlu, Merve Sevi, Nuri Alço, Serdar Gökhan, Vahide Gördüm, Yusuf Sezgin gibi ünlüler katıldı. Açılış konuşmalarının ardından Festival Kitle İletişim Ödülü, NTV Gece Gündüz Programı sunucusu Yekta Kopan’a verildi. Tören sırasında Orkestra Akademik Başkent mini bir konser verdi.
21. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış Töreni Yapıldı yazısına devam et
Hokusfokus Film’den “Uzak İhtimal” Açıklaması
Sabah Gazetesi’nde yayınlanan bir yazıdaki, Uzak İhtimal filminin yapım öncesinde TRT tarafından satın alındığı iddialarına karşı filmin yapımcısı Hokusfokus Film bir açıklama yayınladı. Açıklama şöyle: “Sabah Gazetesi’nde yer alan Sevilay Yükselir imzalı bir yazıda Uzak İhtimal filmi ile ilgili yalan beyan ve iftiralarda bulunulmuştur. Söz konusu kişi, TRT’nin Uzak İhtimal filmini yapım aşamasından önce satın aldığını iddia ediyor. Bu yalandır. Uzak İhtimal filmi, 2008 Haziran ayında çekilmiş, 2008 Aralık ayında post prodüksiyonu tamamlanmış ve ilk kez 2009 Ocak ayında 38. Rotterdam Film Festivali’nde gösterilmiştir. TRT, yapımcı olarak bizim…”
8. Uluslararası Filmmor Kadın Filmleri Festivali, İstanbul Modern Sinema’da
İstanbul Modern Sinema, bu yıl sekizincisi düzenlenen Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. 14 – 20 Mart tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalin bu yılki cümlesi “Umut Kadınlarda!”. Uzun ve kısa metrajlı toplam 23 filmin gösterileceği festivalde, yeryüzünün dört bir yanından kadınların, umutsuzluktan umut çıkaran birbirinden farklı hikâyeleri anlatılacak. Yönetmen Eileen Atkins’in Mrs. Dalloway; yönetmen Chiara Clemente’nin Nancy Spero, Marina Abramoviç, Kiki Smith, Ghada Amer ve Swoon’ın yeni evlerini ya da şehirlerini nasıl düşlediklerini incelediği “Şehir Düşleri” festivalin dikkat çeken çeken filmleri.
8. Uluslararası Filmmor Kadın Filmleri Festivali, İstanbul Modern Sinema’da yazısına devam et
Hans Christian Schmid, Yapıtlarına Bakış ve Yönetmenle Söyleşi
Alman Kültür Merkezi, 15 – 21 Mart 2010 tarihleri arasında Hans Christian Schmid’in filmlerini gösteriyor. Hans Christian Schmid filmleri ayrıca 09 – 19 Mart 2010 tarihleri arasında Mithat Alam Film Merkezi’nde de gösterilecek. Hans Christian Schmid 19 Mart 2010 saat 18:00’de Mithat Alam Film Merkezi’nde Alin Taşçıyan ile, 20 Mart 2010 saat 21:00’de ise Alman Kültür Merkezi’nde Engin Ertan ile söyleşecek. Schmid’in Alman Sineması Barış Ödülü’nü alan Fırtına (Der Sturm) adlı filmi bir kadın avukatın, Bosna’daki savaş suçları ile ilgili, haklar ve adalet için verdiği mücadeleyi anlatıyor.
Hans Christian Schmid, Yapıtlarına Bakış ve Yönetmenle Söyleşi yazısına devam et
Sinema Seyircisi Gülmeye Koşuyor, “Eyyvah Eyvah”ın Seyirci Sayısı Katlanıyor
Ata Demirer’in senaryosunu yazdığı ve başrolünü Demet Akbağ ile paylaştığı Eyyvah Eyvah, ikinci haftasında da sinemaların en çok izlenen filmi oldu. İlk haftasonu 259.225 kişinin izlediği Fiyapı sponsorluğundaki Eyyvah Eyvah, ikinci haftasında da seyirci sayısını yaklaşık % 40 artırarak 344.834 kişi tarafından izlendi ve seyirci sayısını 808.325’e çıkardı. Film, sinema sektörünün de yüzünü güldürdü, çok kopya ile çok salonda gösterime girerek, seyirci sayısını arttıran nadir filmlerden biri oldu. Hakan Algül’ün yönettiği filmde, Ata Demirer ve Demet Akbağ’a, Özge Borak Şakrak, Salih Kalyon ve Tanju Tuncel eşlik ediyor.
Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’nın Galası Bu Akşam Yapılıyor
Nezih Ünen’in yönettiği Anadolu’nun Kayıp Şarkıları adlı belgesel 12 Mart’ta sinemalarımızda gösterime giriyor. Antik kültürleri, imparatorlukları, mitolojileri ve yaşanmış görkemiyle Anadolu’nun 10 bin yılı aşan bir geçmişten kalma egzotik mekânları ve insanları arasında yaşanan bir müzikal yolculuk olan filmin galası bu akşam Nişantaşı City’s AVM City Life Sineması’nda yapılıyor.
Anadolu’nun Kayıp Şarkıları, bir müzikal-belgesel olarak belki de türünün ilk örneği. Anadolu halkının kendi mekânında ve provasız kaydedilen performansları, 20 benzersiz şarkı halinde düzenlenirken bazıları orijinal halinde bırakıldı.
Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit Günleri Dördüncü Haftasında
Beşiktaş Belediyesi’nin Belgesel Sinemacılar Birliği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile düzenlediği Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit günlerinin dördüncüsünde, yönetmenliğini Murat Şeker’in yaptığı Türk Gibi Başla Alman Gibi Bitir adlı belgesel gösterilecek. Levent Kültür Merkezi’nde 10 Mart 2010 Çarşamba günü saat 19:00’da gerçekleştirilecek geceye Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın yanı sıra filmin yönetmeni Murat Şeker ve Star Gazetesi’nden Serdar Akbıyık katılacak. Türk Gibi Başla Alman Gibi Bitir, Almanya’da yaşayan Türklerin kültür ve sanat alanında
elde ettikleri başarıyla, prestij kazanmış sanatçılarının öyküsünü anlatıyor.
Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit Günleri Dördüncü Haftasında yazısına devam et
Serseri Mayınlar
Ferzan Özpetek’in yönettiği ve Riccardo Scamarcio, Nicole Grimaudo, Alessandro Preziosi, Lunetta Savino’nun oynadığı Serseri Mayınlar (Mine Vaganti), 26 Mart 2010’da Özen Film dağıtımıyla AFS Film tarafından vizyona çıkarıldı.
“Serseri Mayınlar”, makarna üreticisi bir İtalyan ailesinin geleneksel ve ahlâki kalıpların dışına çıkan çocuklarının, ne yöne gideceği kestirilemeyen farklı öykülerini anlatıyor. İki arkadaşının başına gelen gerçek bir olaydan esinlenerek senaryosunu yazdığı filmde Ferzan Özpetek, bu birbirinden çok farklı öykülerin iç – içe geçirdiği büyülü bir zamanın içine çektiği izleyiciyi, oyuncularının yarattığı duygu denizindeki gelgitlerle birlikte ve başbaşa bırakıyor.
Denizden Gelen (Zeytin Dalı)
Nesli Çölgeçen’in yönettiği ve A. Onur Saylak, Deniz Boyner, Ahu Türkpençe ile Sümer Tilmaç’ın oynadığı Denizden Gelen (Zeytin Dalı), 16 Nisan 2010′da Özen Film dağıtımıyla Nöbetçi Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
Polis Halil, bir Afrikalı göçmenin ölümüne sebep olur. Olayın vicdani sorumluluğu Halil’i kendi dünyasına hapseder. Jordan ise annesiyle birlikte başladığı yolculuğu Yunanistan’da buluşacağı babasıyla İngiltere’de sonlandıracaktır. Bu haftalar sürecek olan kaçak yolculuktur. Babasına ulaşmadan önceki son durağı Dalyan’da Jordan’la Halil’in yolları kesişir.
Denizden Gelen (Zeytin Dalı) yazısına devam et
21. Ankara Uluslararası Film Festivali Başlıyor
Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından gerçekleştirilen 21. Ankara Uluslararası Film Festivali, 10 Mart Çarşamba günü saat 19:30’da, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nda düzenlenecek açılış töreniyle başlıyor.
Açılış konuşmalarının ardından Festival Kitle İletişim Ödülü’nün sunumuyla devam edecek olan tören sırasında Orkestra Akademik Başkent mini bir konser verecek.
21. Ankara Uluslararası Film Festivali Başlıyor yazısına devam et
Bilinçaltındaki Son Durak: Zindan Adası
Agatha Christie tarzı katil kim klostrofobisini, sıkı bir Stephen King ürperticiliğiyle birleştiren esrar dolu roman nihayet beyazperdede…
Psikolojik dünyayı ele alan her türlü gelişmeler, insanın iç dünyasını yansıtan hayaller ve bu hayallerin içinde bocalayarak gerçek hayatındaki karakterini terk edip yeni bir karaktere bürünen kişilerin önemli bir kaçış noktası vardır. Bu kaçış noktasında benimsenen ideoloji şu şekilde ele alınabilir: “Gerçek öyle değil, böyledir.” Bilinen o ki, çoğunlukla bilinçaltı bazı duyguları arka plâna gizleyerek kilitler. Her ne kadar o kilitlerin açılması kolay olmasa da, bilinçaltı bazı istisnai durumlarda kilidi açar. Kilit açıldığı zaman o kişi artık olmak istediği kişiliğin bir parçası haline gelir. İnsanlar bunu kabûllenmenin zorluklarını bildikleri için kolay yollardan beyinlerine hükmederler.
Zaten yüzeydeki olayların altına karmaşık oyunlar saklandığı zaman onları uç noktalara götürerek derinleştiren tuhaf duyguların en derindeki gerçeklikle örtüşüp örtüşmediği aşikârdır. Yanılsamalar, halüsinasyonlar ve akıl oyunları… Tüm bunların bir filme aktarıldığını hayal ettiğimizde, şöyle bir yargıya varabiliriz: “Gerçekle hayal arasında salınacağız ama asla ikisinden birine kurulmayacağız, arada asılı kalacağız”. Bu noktada devreye giren ve Dennis Lehane’in romanından adapte edilen Zindan Adası (Shutter Island) aslında travmaların kalıcı etkisini vurguluyor. Yeterince vurguluyor mu?… diye soracak olursanız bunun cevabını şu şekilde aktarmak doğru olur.
Roman Uyarlamasının Altyapısı
Bilindiği gibi roman adaptasyonları yeteri kadar başarılı olamıyor. Bunun altında yatan neden herkesin kafasında kurduğu farklı mizansenlerdir. O mizansenleri yakalamak zordur. Ama onları ortak bir paydada birleştirmek için bazı detayları da es geçmemek gerekir. Çünkü filmlerde detaylara yeterince önem verilmiyor. Filmin ana akışını sağlamak, kabataslak olarak nelerin beyazperdeye yansıtılacağını göstermek bir yana dursun, olayların hızlıca aktarılıyor oluşu durumun vahametini artıran etkenlerin başında geliyor ne yazık ki… Ve üzülerek belirtiyorum ki, Zindan Adası’nda (Shutter Island) söz konusu olan hikâye romanın birebir adaptasyonu değil… Zindan Adası (Shutter Island) orijinal hikâyeyle tam anlamıyla organik bir bağ kuramayıp yer yer yapay bir postiş malzemesi olarak duran, oldu da bittiye getirilmiş sahnelerin yer aldığı bir Martin Scorsese filmi. Filmin özünde aktarması gerekenleri neden aktaramadığını gayet iyi anlıyorum, lâkin asıl mesele bu değil! Mesele; beyazperdedeki travmatik görüntülerle kitabı okuyan birisinin kafasındakiler örtüşmeyecek olması. Hele ki romanı pür dikkat okuyanlar (benim gibi…), gediklerin üstünü kapayamaz.
Tüm bu yazılanların kafanızı karıştırdığını hayal ederek hikâyenin derinine inmek istiyorum. Baskıcı sistemin ve buhranlı günlerin etkisi altında kalan Birleşik Devletler Polisi Teddy Daniels ve ortağı Chuck dört duvarı elektrikli tellerle çevrili olan Ashcliffe Deliler Hastanesine görev icabı giderler. Buradaki hastalar tam anlamıyla suçlu ve delidirler ve muadilleri yoktur. Teddy ve Chuck’ın amacı hastaneden kaçan azılı suçluyu bulmaktır. Özünde basit görünen filmin çerçevesini çizen olaylar zincirinde adeta bir labirentin içinde kaybolan Teddy kabuğuna çekilir. Ne zaman ki Teddy gerçeklerin sadece yanılgıdan ibaret olduğunun farkına varır işte o zaman kendi yolculuğuna çıkar. Çok tehlikeli delilerin arasında görevini sürdürmeye çalışan Teddy, sıradan olmayan iki doktorun yardımıyla kaybolan hastanın izini sürer. Hastanın izini sürerken, ortaya çıkan sorunlar Teddy’nin kafasını karıştırır. Kimlik çatışması yaşayan Teddy böylece “oyun içinde oyun” sloganını benimseyip ucu bucağı olmayan hastanede aklını yitirdiğini düşünür. Teddy gerçekten aklını yitirmiş midir? İşte orası muamma…
Romanın Alamet-i Farikası
Tıpkı bir örümceğin ağlarını ördüğü gibi bilinçaltına konuşlanarak silinemeyen bazı anılar bilinçaltına hapsolduğunda hep şu soruyu sorarız: “Gerçekler yaşadığımız dünyanın bir yansıması mıdır?” Bilimsel açıklamalara dayanarak gerçeği tanımlamak mümkündür ama kendi gerçeğimizi tanımlamak pek mümkün değildir. Çünkü sadece algımızın bir yansımasıdır. Sanal dünya da böyle bir şey değil midir? Peki, ya algımız bize oyun oynuyorsa o zaman ne yapacağız?… Aslında tüm bu soruların cevabı romanda saklı… Yazar Dennis Lehane acılar ve zorluklar içinde var olmaya çalışan Teddy’nin dünyasına ve koca gezegenin neresinde, nasıl yaşıyorsak yaşayalım, yanı başımızdan akıp giden hayata değiniyor aslında.
Karanlığın tanımını başarılı bir şekilde yapan yazarın kafamızdaki karakteri ete kemiğe dönüştürmesi de cabası… İnsanın içindeki gizli ikinci kişiliğin ortaya çıkartılması ve vicdanın ürkütücü gücünün ve etkisinin fiziksel bir meseleye çevrilerek aklatılması ve üstü örtülemeyen gerçekler Teddy’nin durumuna kafa yormamız için tam biçilmiş bir kaftandır. Romanı bu denli sevmemin nedeni bütün sahneleri kare kare yaşamamdır. Zaten romanın hakkını sinemayla vermek çok zor… Mantıklı düşünüldüğünde bazı filmler zamanın çok önünde, bazıları da gerisindedir. Ama Zindan Adası (Shutter Island) bundan pek nasibini alamıyor.
Gizemli Hikâyenin Hazin Sonu
Asıl sıkıntım da filmin gerçekten iyi olabilecekken teğet geçmesi… Tüm bu olumsuz eleştiriler yazılıp çizildikten sonra filme dair olumlu olarak bir şey söylemek istiyorum. Filmin ve romanın sonu seyircilerin dudaklarına bir parça bal çalıyor. Bunu geniş kapsamıyla çözümlemek için ilk olarak yapılması gerekenlerden biri romanın okunmasıdır. Romanı okumuş kişiler film sona erdiğinde ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklar. Sonuç olarak, film sona erdiğinde hafızanın içinde bir soru ve itiraz bombardımanı patlak verebilir. “Neden?”, “Peki sonra?…” ve tabi ki düpedüz “Nasıl yani!?” En nihayetinde seyircinin merakını celbeden gizemin akıl oyunlarına bulayarak aktarılmış olması ve bu gizemin esrarı!
(16 Mart 2010)
Arzu Çevikalp
Ermenistan – Türkiye Sinema Platformu’ndan Çağrı: Birlikte Film Yapıyoruz
Anadolu Kültür ve Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali (Ermenistan) öncülüğünde kurulan Ermenistan – Türkiye Sinema Platformu kapsamında, ortak yapıma uygun dört kısa film projesine maddi destek sağlanacak. Ermenistan ile ilgili bir film yapmak isteyenler, Ermenistan ve Türkiye’de kurulacak ortak bir ekiple çalışmak isteyenler atölye çalışmasına başvurabilecekler. www.anadolukultur.org adresinden indirilip doldurulan başvuru formu, 22 Mart Pazartesi mesai bitimine kadar Sibil Çekmen’e ([email protected]) iletilebilir.
Ermenistan – Türkiye Sinema Platformu’ndan Çağrı: Birlikte Film Yapıyoruz yazısına devam et