Anlamı Kapalı Filme Bakış
Rüya araştırmacıları, film formatında anlattığımız rüyalarımızın aslında, parça-parça, aralıklı ve kısa olduğunu belirlemişler. Uzun uzun anlattığımız rüyamızı tamamen doğal, nasıl bütünleyip biçim kazandırdığımız ise beynin bir sırrı. Başlı başına bir tür olan David Lynch sinemasına bakarken, tipik bir ABD’li olan ustanın ressam, heykeltıraş, müzisyen ve fotoğrafçı olduğunu vurgulamak gerek. Filmlerinin kadrajını bir sanatçı duyarlılığında ve her karesini bir tablo olarak algılaması, özgün mastır plân anlayışı, tedirginlik veren ışık efektleri, müziği ve farklı dönemlerin mekân-kostüm anlayışında bilinçaltına yönelik alt mesajları bundandır.
Yap-boz, çocukluğumda beni fazla sarmayan aktivitelerdendi. Benden daha hızlı ablamın etkisi midir? Bilemiyorum, ama bu karmaşanın süreci ve sonucunun beni heyecanlandırmaması neticesinde bu işi bırakmıştım. Oysa gerçek yaşam, karşılaştığımız tüm öznelerin detaylarını sunmayan, bilinmezlerle dolu bir yap-boz değil midir?
Anlamı kapalı filmlere geçiş
Ruhlarla konuşan, altı yaşındaki bir çocuğa yardımcı oluyor görünen, bir pedagogun filmini seyrettiğinizi zannederken, finalde düşen bir alyans ile aslında doktorun da çocuğun iletişim kurduğu ruhlardan biri olması hikâyesi popüler kültür izleyicisinde, soğuk duş etkisi yaratmıştı. (“Altıncı His” Yönetmen/Senaryo: M. Night Shyamalan – 1999) Shyamalan, o günlerde popüler kültür seyircisine yumuşak bir geçiş yapmış, farklı kitlelerin gönlünü kazanmıştı. İki üç parçalı, sonucu daha başından belli ‘yap-boz’ ile izleyicisini eğiten sinema ardından bütünü gördükten sonra bile çözmek için üzerinde düşünülmesi gereken çok bilinmeyenli denkleme dönüştü.
Lumiere kardeşlerin buharlı treni, bugün artık en karmaşık beyinlerin labirentinde düşünce hızı ile ilerliyor!
Eşinin ölümü ile ateist olan rahibin, tekrar tanrıyı bulma sürecindeki psikolojik çatışmasını, anlatan “İşaretler”i yine M. Night Shyamalan’ın sinematografisi ile izlerken, artık finalde verilen yanıtın yerini işaretler almış, izleyici bir kademe terfi ettirilmişti. Türkiye’de sinema izleyicisinin ya da sinema salonlarının ilgisi daha çok bu isimlere odaklanmışken, aslında 1968’de yarısı animasyon olan “The Alphabet”, ile David Lynch, bu türe imzasını atmıştı. Gerçekleşen kâbus boyunca doğuran harfleri anlatan film simgesel olarak kadınlık üzerine bir denemeydi. Ve sinema tarihi bugün artık kendi adı ile bir tür kabûl edilen David Lynch ile daha o yıllarda tanışmıştı. “The Straight Story” gibi deneysel; “Twin Peaks: Fire Walk With Me” gibi eleştirmenlerce giderek değer kazanan filmleri ile sinema tarihinde kendine önemli bir yer edinen bu özgün isim, anlaşılmaz sinemacı olarak betimlenir. “Blue Velvet” filminde, Jeffrey Beaumont’un babasının bahçedeki kalp krizinde damarlarının tıkanması, su hortumunun düğümlenerek tıkanması ile anlatılır. David Lynch felsefesinde yaşamı sembolize eden elektrik, “Mulholland Drive”de yönetmen Adam ile kovboyun çiftlikte yaptıkları görüşme süresince yanan bozuk bir lamba; “Eraserhead”de ise, Henry Spencer bebeğini öldürdüğünde sönen lambadır. İyilik – kötülük, aydınlık – karanlıktır. ‘Tüm zamanların en anlaşılmaz, rahatsız edici’ gibi kavramlar Lynch sinemasının karakteristik özelliğidir. “Eraserhead”de o güne kadar yaptığı tüm filmlerin, bir geçiş olduğunu anlıyoruz. Lynch’in bilinçaltının bu öyküsü, Kubrick’in ‘en sevdiğim film’ diye övdüğü, etkileyici bir çalışmasıdır. Dizi film olarak tasarlanmış “Mulholland Çıkmazı”nı beğenmeyen ABC yöneticilerine karşın, atılan köprülerde Lyhch’in işine kesinlikle yapımcıları karıştırmayan, uzlaşmaz tavrının da, etkisi büyüktür. “Eraserhead”de, yönetmen, yapımcı, senaryo yazarı, müzik, kurgu, sanat yönetmeni, ses ve özel efekt görevlerini Lynch üstlenmiştir. Filmografisinin en zayıfı “Dune” (1984), televizyon için kurgulanan 190 dakikalık versiyonunda, kendi ismi yerine senaryo yazarı olarak Judas Booth ismini kullanan, Lynch için bu önemli bir özeleştiridir (İsa’ya ihanet eden havari Judas ile Abraham Lincoln’ü öldüren Frank Booth’un bileşimi).
“Rabbits”, “Mulholland Çıkmazı” ile aynı yıl içinde çekilmiş ve bu filmin izinden giderken, televizyon dünyası ile de alay eder. Tavşan kılığındaki oyuncuların, anlamsız soru ve cevapları ile geçen güldürüyü, aslında yerleri değiştirilmiş diyaloglar, fonda tedirgin edici Badalamenti’nin müziği ile izleriz. Yedi bölümden oluşan filmde sabit bir kamera ile bir odaya sıkıştırılmış üç karakter ve dört oyuncu ile anlaşılmaz görünen espriler, mutlaka izlenmesi gereken çok ilginç bir deneme, son filmin bir uzantısıdır.
Anlamı kapalı filmlerin şahikası: “Mulholland Çıkmazı” Ustanın son filmi, sinemaseverlerin ya düşman ya da hayran olduğu “Mulholland Çıkmazı”, tüm ipuçlarını yakalayan sadık izleyicinin bile kafasını karıştıracak kadar sertti. Filmleri ile ilgili konuşmayı sevmeyen Lynch, daha sonra medyaya bu filmi için, bazı maddeleri tartışılır 10 maddelik bir izleme kılavuzu açıkladı. İlk yüz dakikası itibari ile film, ‘Lynch bu filmde neden şaşırtmıyor?’ dedirtecek kadar sıradan görünüyor ki, filmin en güzel tarafı budur. Filmde kovboyun sözleri dikkat çekicidir: ‘Eğer işini yanlış yaparsan beni bir kez daha göreceksin. Eğer işini doğru yaparsan beni iki kez daha göreceksin.’ Doğrudan izleyiciye söylenen bu söz, ‘Dikkatli izler, ipuçlarını yakalarsan kovboyu iki kez daha göreceksin’ mesajıdır. Ve filmin son 30 dakikasında arka plandaki kovboyu yönetmen Adam değil, sadece dikkatli izleyici yakalayabiliyor. İlk yarıda yanıtlanmayan sorular için, büyük bir açlıkla gözlemlediğiniz ikinci yarı sadece bilinmezlik girdabının boyutlarını büyütüyor. David Lynch’in kolâjında, sahnelerin yerinin montajda değiştiğini; zaman-mekân algınızın bozulduğunu hissediyorsunuz. Silencio Kulüp’te sunucunun, ‘Hiçbir şey gerçek değil, kaydedilmiş şeyleri beraberce izliyor ve dinliyoruz’ sözlerinde, Betty ve Rita karakterleri ile seyircinin ortak durumuna vurgu yapılıyor. Ve vurucu tümce: ‘Rüyalarda hiçbir şey gerçek değildir, her şey önceden zihnimize kaydettiklerimizin yansımasıdır’ sözleri ile her şeyin Betty’nin rüyası olduğunu anlıyoruz. Lynch burada izleyiciye, ‘Sadece sinematografiye odaklanmalı, kelimelere takılmamalısın. Zihninin sana oynadığı oyunlardan sıyrılıp, temayı algılamalısın’ diyor. İlk sahnede uçakta henüz tanışmışlar hissi veren yaşlı kadın ve adamla olan diyaloglardan sıyrılıp, satır aralarına bakabilenler, henüz isimler yazarken sunulan mutlu aile fotoğrafında ve ayrılıktan sonraki arabanın içinde çocuklarına istediğini veren mutlu ebeveyni görebilir. İşte o zaman, ‘kadın sevgilisi Camilla’ tarafından terk edilen, Hollywood’ta istediğini yakalayamamış Diane’nin, kendini başarılı oyuncu, masum bir köylü kız Betty karakterine saklayıp, bir erkeğe kaptırdığı Camilla’yı hafızasını kaybetmiş, kendisine muhtaç Rita olarak algılamasını anlayabiliriz. Bir başka kırılma noktası olan, Betty-Rita karakterlerinin Diane’yi evinde çürümekte olan bir ölü olarak görmeleri, aslında Betty’nin Diane karşısında, ne kadar ezik ve ilişkisinin çürümekte hissettiğinin bir tezahürüdür. Sevgilisi Camilla’yı tüm parasını vererek öldürtmesi ve intiharı da bu çürümüşlüğün sonucudur. Lynch, filmlerinde zaten izleyicisinden, henüz kör olmuş bir insanın el yordamı ile etrafındakileri yeniden keşfetmesini, her bir objeyi yeniden adlandırmasını istiyor. Bu isteğin ardında, Hollywood kalıplarının yıkılıp, şartların ve sinema dilinin yeniden yaratılması talebi yatıyor.
Anımsatmak gerekir ki, David Lynch filmi en başta ABC kanalları için bir televizyon dizisi olarak çekmiş. Ama kanal bu diziyi seyirci için fazlasıyla anlaşılmaz bulup üzerinde değişiklikler yapmaya girişince Lynch anlaşmayı feshetmiş ve Canal Plus’un verdiği 7 milyon dolarlık destekle filmi uzun metrajlı bir sinema projesine dönüşmüş. İşte bu olayın etkisi ile filmdeki yönetmen Adam karakterinin hisleri, Lynch’e tercüman olmaktadır.
“Mulholland Çıkmazı” ile David Lynch, Oscar’da en iyi yönetmen dalında aday gösterildi. Ayrıca Boston film eleştirmenleri en iyi film ve en iyi yönetmen olarak seçerken BAFTA, en iyi kurgu dalında ödüllendirdi.
(09 Ekim 2010)
Murat Bayar
-
DİĞER YAZILARI