Sadi Çilingir tarafından yazılmış tüm yazılar

Antalya Film Festivali Dünyanın En Büyük Film Marketi Cannes’da

Altın Portakal Film Festivali, Uluslararası Avrasya Film Festivali ve Uluslararası Avrasya Film Market ile üç büyük etkinliği aynı anda kucaklayan Antalya Film Festivali, Cannes’da Türkiye’nin tek festival standı olma geleneğini sürdürüyor. Antalya Film Festivali’nin, Türk Sineması’nı ve Antalya’yı tanıtırken, dünya sinemacılarını Antalya’da buluşmaya ve Türkiye’de film çekmeye davet eden “Cannes çıkarması” sadece Türk sineması için değil, Türkiye’nin tanıtımı açısından da çok önemli bir misyonu yerine getiriyor.

Antalya Film Festivali Dünyanın En Büyük Film Marketi Cannes’da yazısına devam et

SİYAD’ın Yeni Üyeleri: Ceylan Özçelik, Kerem Akça

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği), son yaptığı yönetim kurulu toplantısında Ceylan Özçelik ve Kerem Akça’nın üyelik başvurularını onayladı. Sky Türk televizyonuna sinema programı hazırlayan ve sunan Ceylan Özçelik ve Sinema Merkez isimli aylık dergide yazılar yazan Kerem Akça’nın üyelikleriyle beraber derneğin üye sayısı 59 oldu. Derneğin yabancı filmler değerlendirme toplantısı 29 Mayıs 2007 Salı günü yapılacak. 2007 yılından itibaren SİYAD üyesi olmak isteyen sinema yazarlarından, üyelik şartlarına uygunluk dışında iki eski üyeden referans imzası da istenecek.

Aşkın Yeni Anlatım Biçimine Bir Örnek: Hayatımın Kadınısın

Işıklar söndü, filmin ikinci yarısı başladı, bir Uğur Yücel yapımı. Hayatımın Kadınısın, tipik Yeşilçam öyküsü olmakla beraber, tipik Yeşilçam filmi değil. Aradan bir süre geçti, filmler çevrilmeye devam ediyor (edecek de) ama artık eski Yeşilçam yok. Her sinemada olur, oyuncular biraz filmden sonra yönetmenliğe soyunur. Bizde de oldu, oluyor.

(Muhsin Ertuğrul’un izleyiciliğini yapan, bir kısım oyuncuları yönetmenliği denemişlerdi, bunlardan işi devam ettirenlerde oldu, bir iki filmde kalanlar da. Yeşilçam döneminde uygulanış devam etti, kimi zaman başrollere çıkan, kimi zamanda ikincil rollerde oynayan oyuncular yönetmenliği denediler. İşlerinde oyunculuğu aşıp yönetmen olanlarda oldu: Yılmaz Güney, Kartal Tibet (tamamen farklı biçimlerde). O zamanlar bazı oyuncuların yönetmenlik yapmalarını düşünürdüm, bunların içinde yapanlar da oldu, Fikret Hakan, Yıldırım Gencer gibi. Türkan Şoray’ın yönetmenliği sözü çıkınca epeyce tepki almıştı ama ilk filminden itibaren işin altından kalktı; az sayıda olsada kimisi ilgi çeken filmler yönetti, birde -Fikret Hakan gibi- oynamadan çekse, daha iyi olacak diyorum kendi kendime. Bu arada yönetmenlik yapmasını düşündüğüm kişilerden biri, Süleyman Turan, yalnızca senaryo yazarlığında kaldı; resimden gelmesi ve de çizgi roman çizmiş olması yönetmenliğine iyi referans oluşturabilecek idi, ama olmadı. Parantezi kapatarak Uğur Yücel’e dönersek:)

Uğur Yücel oyunculuktan gelme bir yönetmen, ilk filmi Yazı Tura ile iyi bir çıkış yaptı; Hayatımın Kadınısın ise belliki bir ara filmi. İlki ile benzeşmediği için değil, içerik bakımından daha farklı bir film beklenirken, klâsik bir aşk filmi ile Yücel, hem zaman kazanıyor, hem de bize küçük bir sürpriz yapıyor.

Bir kabadayı eskisi, eşini çocuğunu yitirmiş, bu nedenle cinayet işlemiş, gitmiş cezasını çekmiş, ama önceden bir pavyonda dinlediği bir şarkıcıya sevdalanmış. Uğruna yapamayacağı şey yok, ama olmamış, muradına erememiş, karısını sırf ona benzediği için seçmiş, olayların sürüklemesi ve zamanın acımasızlığı ile günlerini yaşar, yaşlanırken kendine oyalayıcı işler bulmuş. Bir gün, yıllar önce uğruna her şeyi göze alabileceği, bir zamanların ünlü solisti, zamanında birilerine aşık olup aşığının peşine düşüp, onunla yaptığı evlilikte hayal kırıklığına uğrar. Umutlarını bağladığı kızının sevdalandığı sevgilisinden dayak yemesi, yanında pazarlanmasınada mani olamayınca yaşamı hayal kırıklıkları ile dolu, kalbi kırık bir eski solist olarak, evet bir gün kabadayımız Haliç kıyısındaki çay bahçesinde otururken önünden geçerek motora biner…

Geriye dönüp anlatacak bir öykümüz yok, yaşanamamış, ancak tek taraflı düşlenmiş bir aşkı, yeniden ateşlemek neye yarayacak. Yine de sırf aynı çatı altında olmak için, izinin sürülüp, bulunmuş eski aşkının evine taşınıp kiracısı olmak. Aynı çatı altında olmak, kimbilir hesaplı hesapsız olarak merdivende karşılaşmak, kapıdan girip çıkarken rastlaşmak, üzeri küllenmiş korları yeniden canlandırır ama, ne O eski kabadayıdır, ne de aşkı O eski solist; ama yine de yaşanacak şeyler vardır. İnsan, zaman ne kadar ilerlemiş olursa olsun, olanakların el verdiği ölçüde yeni bir şeyler kurma arzusuna meyledebilir. Uçurumun kenarında korunması gerekli genç bir kız, yıllar önce uğruna her şeyi yapmayı göze alabileceği kadının kızı ise ve o kadında yorgun yaşamını yeniden düzenleme gereksinimi duyarak, bunu denemeye kararlı ise, eski kabadayımız ayakları üstünde yeniden dik durmayı reddetmeyecektir.

Niyet ne kadar iyi olsa da, olaylar hiçbir zaman istediğimiz biçimde tarafımızdan yönlendirilemeyebilir. Kötü adam (kadını kocası) ölümü hak edecek şekilde kabadayımız tarafından öldürülür; finalde ise, birbirlerine hâlâ yabancılık taşıyan, kabadayımız, aşkı (eski solist) ve kızı iki yanında motorla iskeleden ufka uzaklaşırlar. (Haliç’in içlerine doğru mu gidiyorlardı?)

Hayatımın Kadınısın, bulunan eski bir (tek taraflı) aşkı, o zaman yaşanamamış olanı, ulaşılan, günümüz koşulları içinde olabildiğince bulmaya, kurmaya çalışmayı (mı?) anlatıyor. Doğal olarak eski Yeşilçam aşklarına benzemiyor, daha bir ayakları yerde, daha bir yaşamın içinde, baştan belli bir sürü yaraları olan bir aşk, bir “acı aşk”, ama “acı”, aşkı diğerlerinden ayıran, kendine özgü yapan unsurudur da. Geldiği noktada -yoksa (kabadayı için) yeniden başladığı noktada mı denem gerekiyor- olduğu gibi yaşanması peşinen kabûl görmüş, büyük ümitleri olmayan, denenecek olduğu kadar, gittiği yere kadar, gidecek bir aşk.

Hayatımın Kadınısın, ayaklarını yerden kesmeden, sıradan, gündelik yaşam içinde, sokakta, otobüste, Haliç motorlarında rastlayabileceğimiz insanlar arasında yaşanabilecek bir aşkın (küllerinden) doğuşunu, melodram sinemasının duygusundan vazgeçmeden ama büyük sözler de söylemeden, (eskilerde radyolarda) akşam alacasında çalan bir fasıl ritminde, iddiasızca anlatıyor. Bu özellikleri ile de tamamen farklı bir yapıdaki Yazı Tura’dan sonra başka filmlere geçişte bir ara (ama önemsiz değil), bir anlatı olarak, sinemamızdaki yerini alıyor.

Hâmiş: Genellikle sipariş üzerine yazı yazmam ama Vesikalı Yârim üzerine yazdığım yazıyı, başlangıçta hiç de plânlamamış olsam da Hayatımın Kadınısın filminden söz ederek bitirmen üzerine Sn. Çilingir’in “sanki devamını da yazacakmışsın gibi bitirmişsin” demesi üzerine o anda zaten ilginç bulduğum film için bu yazıyı yazdım. Dediğim gibi aslında bu aralar hiç düşünmediğim bir yazı çıktı. Yazılmasına neden olanlara teşekkürler.

(31 Mayıs 2007)

Orhan Ünser

Fatih Akın’ın Filmi Yaşamın Kıyısında, Cannes Film Festivali’nin En Güçlü Adayları Arasında Gösteriliyor

Bu yıl 60.sı düzenlenen Cannes Film Festivali’nde Yaşamın Kıyısında adlı filmiyle yarışan Fatih Akın, daha festivalin ilk günlerinden Altın Palmiye’ye en yakın adaylar arasında gösteriliyor. Senaryosu da Fatih Akın’a ait olan filmin başrollerini Nurgül Yesilçay, Baki Davrak, Tuncel Kurtiz, Hanna Schygulla, Patrycia Ziolkowska ve Nursel Köse paylaşıyor. Corazon Film (Almanya), Anka Film (Türkiye) ortak yapımı olan Yaşamın Kıyısında filmi, bu yıl 60.sı düzenlen Cannes Film Festivali’nde Joel & Ethan Coen, Emir Kusturica, Quentin Tarantino, Gus Van Sant gibi ünlü yönetmenlerin filmleri ile yarışıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Mithat Alam Film Merkezi, Belgesel Sunum Atölyesi Düzenliyor

    Türkiye’de bağımsız belgesel sinemacıların, Avrupa fonlarından yararlanarak veya ortak yapımlar sayesinde yurtdışına açılmalarını ve filmlerini gerçekleştirebilmeleri icin yerel olanaklar dışında imkânlar da aramaya yönelmelerini cesaretlendirmek amacıyla, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi bir Belgesel Sunum Atölyesi düzenliyor. Norveçli yapımcı ve yönetmen Nefise Ozkal Lørentzen tarafından 09 – 10 Haziran 2007 tarihlerinde düzenlenecek Belgesel Sunum Atölyesi’ne katılmak isteyenlerin, belgelerini en geç 01 Haziran tarihine kadar Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’ne elden ya da posta yoluyla ulaştırmaları gerekiyor.

    Altın Koza Kısa Film Seçkisi Filmleri Belirlendi

    Türkiye’de kısa film üreten sanatçıları teşvik etmek amacıyla her yıl gerçekleştirilen Altın Koza Kısa Film Seçkisi bu yıl da kısa film severlerin beğenisine sunuluyor. Seçkide son üç yıl içinde yapılmış 150 film arasından 19 film gösterime sunulacak. Altın Koza Kısa Film Seçkisi Bölümü’nde Adadan Çıkmayan Adam, Asfaltta Sonbahar, Annem Sinema Öğreniyor, Ayna, Başka Diyarların Çocukları, Bir Çift Kanadın Peşinde, Göç, Muhteşem İnsan, Pencere, Routine, Ukde, Yaşamın Kıyısı, Şeytan Doldurur, Kilidin Ne Tarafı Hücre, Karşılaşma, İpekli Mendil, Hadesin Metro Nehirleri, Göçmen Kuşlar… Döndüler, Mirasım Müzik, adlı filmler sinemaseverlerin beğenisine sunulacak.

    Altın Koza Kısa Film Seçkisi Filmleri Belirlendi yazısına devam et

    Çağan Irmak’ın Yönettiği Çemberimde Gül Oya Ortadoğu’da

    Kanal D’de yayınlandığında çok geniş kitlelerin ilgisini çeken ve beğeniyle karşılanan Avşar Film yapımı Çemberimde Gül Oya, adlı TV dizisi, 02 Haziran 2007′de Ortadoğu ülkeleri TV.lerinde gösteriliyor. Babam ve Oğlum adlı sinema filmi ile büyük başarı yakalayan genç yönetmen Çağan Irmak’ın filmden önceki TV dizisi olan Çemberimde Gül Oya, Ortadoğu ülkeleri TV.lerinde de gösterime giriyor. Dizi, merkezi Dubai Media City’de olan ve Ortadoğuda ilk uydu yayınını gerçekleştiren MBC TV bünyesinde yer alan O3 Productions tarafından gösterime sunuluyor. MBC (Middle East Brodcasting Centre) grubunun bünyesinde Arapça ve İngilizce yayın dillerini kullanan birçok TV kanalı toplam 260 milyon izleyiciye hitap ediyor.

    Cenûb-i Garbî Kafkas Cumhuriyesi

    Osmanlı Bankası Müzesi Sineması‘nda Ülke ve Dünya Tarihinden Öyküler teması altında, 24 Mayıs 2007, Perşembe günü, saat 19:00’da Cenûb-i Garbî Kafkas Cumhuriyesi adlı belgesel gösterilecek. Yönetmenliğini Sezgin Türk’ün yaptığı belgeselin ardından, Araştırmacı – Yazar Ahmet Tazebey Çakar, Cenûb-i Garbî Kafkas Cumhuriyesi ve Anayasası konulu bir söyleşi yapacak. Belgesel, 1918 yılında, Kars yöresinde, kendini savunmak isteyen halkın, yerel bir inisiyatifle Anadolu’nun ilk cumhuriyetini yaratmasının öyküsünü anlatıyor.

    Kırlangıcın Yuvası

    Yönetmenliğini Bülent Arınlı’nın yaptığı Kırlangıcın Yuvası isimli belgesel 29 Mayıs 2007 Salı günü 20:00’de Tütün Deposu, Lüleci Hendek Cad, Koltukçular Çıkmazı, No: 12, Tophane, İstanbul adresinde gösteriliyor. SUFilm yapımı belgeselde geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz yazar Hrant Dink, Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nın öyküsünü anlatıyor. “…O yaratılan şeyin bir devamlılığı olmuş olsaydı… Bir şeye yarasaydı, yine bu kadar gam yemeyecektim. Sonuçta, insanlık bir devamlılıktır, bir insanın yarattığından başka bir insan yararlanabilir. Yok, bu da yok… Öyle harabe olarak bıraktılar…” – Hrant Dink

    Altın Koza Çukurova’dan Dünya’ya Sesleniyor: Geleceğimizi Tüketiyoruz, Çocuklarımızı Koruyalım

    04 – 11 Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleşecek 14. Altın Koza Film Festivali’nin teması Çocuk Hakları olarak belirlendi. Türk Sineması ve Altın Koza Film Festivali “Çocuklar insan soyunun devamıdır, geleceğidir. İstismar ediliyorlar, işgücü olarak kullanılıyorlar, taciz ediliyorlar, haksız işgâllerin ve terörün kurbanı oluyorlar; geleceğimizi tüketiyoruz, çocuklarımızı koruyalım” gerekçesiyle 14. Altın Koza Film Festivali teması’nı Çocuk Hakları olarak belirledi. Festival, bu amaçla Adana’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Dünya’ya barış ve dayanışma çağrısı yapıyor.

    Altın Koza Çukurova’dan Dünya’ya Sesleniyor: Geleceğimizi Tüketiyoruz, Çocuklarımızı Koruyalım yazısına devam et

    Adı Anıldığında Bol Çağrışımlı Bir “Melodram” Olan “Vesikalı Yârim”e Bir Bakış

    Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında adını verdiği anılarında, anlatıyor: İç göç’ü konu alan bir film yapmak tasarıları sırasında belirli bir sonuca ulaşamadığı bir dönemde, bir akşam evine dönüp bahçeye gireceği sırada aklına bir şiir takılır ve şiirden film yapmak. Şiir Orhan Veli’nin Tahattur isimli şiiridir. Romandan, öyküden, oyundan, masaldan bir senaryo, giderek bir film çıkarmak, belirli (bazen belirsiz) zorlukları başından beri taşır ama şiirden film yapmak, o daha başka bir biçimde bir değiştirmeyi gerektirir, başka zorluklar içerir… Bir öykü içeren şiirler için bile böyle bir eyleme kalkışmak, şiirselliğin sinemasallığını yakalamak… Şiire ne kadar bağlı kalacaksınız / bağlı kalmayacaksanız; kalacaksanız da ne kadar -ve ne biçimde- görselleştireceksiniz; şiiri öyküleştirip filmi mi yapacaksınız, yoksa şiirin şiirselliğini görselleştirme peşinde mi olacaksınız? Yollar ve yöntemler bitmez.

    Peki Akad’ın aklına takılan şiir neydi, şu Tahattur. Şiiri film yapmak için hatırladıklarına göre, düz yazı olarak düşlersek: “(Bak, şu) alnımdaki bıçak yarası (var ya) senin yüzünden, (bu yanımdan hiç ayırmadığım) tabakam (da) senin yadigârın. (Sirkeci’den çektiğin) ‘iki elin kanda olsa, gel’ diyor (du) telgrafın. (Şimdi) Nasıl unuturum seni, ben; vesikalı yârim.”

    Şiirin, öyküleştirilmesi için Burhan Arpad ile anlaşılır. Bir çalışma da yapılır ama, proje gerçekleşmez, araya başka filmler girer. Zaman ilerler, biraz gevşek dokulu, dağınık gibi duran ama tam bir Sait Faik öyküsü Menekşeli Vadi, Safa Önal tarafından sinemaya uyarlanır ve Akad Vesikalı Yarim filmini çeker. “Uyarlanır” diyorum, çünkü Safa Önal’ın deyişi ile Vesikalı Yarim, Menekşeli Vadi öyküsünden, uyarlamadan çok esinlenerek yazılmış bir senaryodur, farklılıklar içerse de Tahattur ile benzerlikler taşımaktadır. Öykü, sinemamızın çok kullandığı bir yapılanmanın yeni bir versiyonudur. Ama film hiç de öyle olmaz, bir çok filmde perdeye taşınan öykü, Akad’ın elinde kazandığı derinlikle benzerlerinden ileri çıkar ve giderek kült film olur. Bilinen dramatik yapı biraz daha ikna edici, “çok tanıdık” olması yanında, “çok tuhaf”lığı ile ayrıcalıklı, aşinası olduğumuz, bir çok kez izlediğimiz olayları ile keyfine varabileceğimiz bir seyirlik.

    Halil, Sabiha için girdiği bir mücadelede alnından yaralanır, Sabiha, Halil’e bir sigara tabakası hediye eder, ama Akad’ın filmi, Önal’ın, Sait Faik’den esinlenerek yazdığı senaryonun sinemasıdır. Orhan Veli’nin Tahattur’u Burhan Arpad tarafından yazılarak sinemalaşamayınca romanlaştırılır ve Alnımdaki Bıçak Yarası olarak yayımlanır. Vesikalı Yârim’in yapım yılı 1968’de yayınlanan roman, arka kapağında Orhan Veli’nin şiiri taşır ve filmi seyretmem ile çok yakın bir zamanda okuduğum için, bende hep filme kaynaklık eden roman izlenimi bırakmıştır. Kaynak kitaplarda filmin kaynağını Sait Faik olarak görüp -bir süre sonra da- öyküyü okuyunca, romanın ve öykünün filmle benzerlik ve farklılıklarını düşünür oldum. Düşünülmeliydi ama, ne olursa olsun ortada bir şiir ve bir öykü ve bir roman ve bir film vardı. ŞİİR / ÖYKÜ / ROMAN / FİLM aynı öyküyü anlatsalar da hepsi bizim içindi, birbirinden çıksalar da, diğer örneklerinin yanında birbirlerine daha yakın duruyorlar, en azından benim için. Ama hepsi bu kadar değil.

    “Bu kadar değil”leri daha sonraya bırakarak, başa dönersek, Tahattur’dan film çıkarmayı düşünürken, Burhan Arpad eliyle bir romana ve benzerlikler içeren bir Menekşeli Vadi’nin esinleriyle bir filme ulaşırız. Sait Faik’in öyküsü ile Orhan Veli’nin şiiri özde benzerlikler içersede yapısal ve biçimsel farklılıklar gösterirler ama bizlerde bıraktıkları etkiler ile bir yerlerde buluşurlar. Zaten sanat ürünlerini farklı kılan, anlattıkları öykülerde ziyade, biçimleri değil mi?

    Sonrası, Arpad’ın romanı aynı isimle film olur: Alnımdaki Bıçak Yarası (Şahin Gök – 1987). 1971’de Nejat Okçugil Gizli Aşk ile, 1977’de Ümit Efekan Sarmaşdolaş ile Vesikalı Yârim’i yeniden çekerler. Bunlar yakalayabildiği en yakın takipçileri, başkaları veya benzerleri yoktur demiyorum. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki Sait Faik’in Menekşeli Vadi’si aynı isimle ve öyküye bağlı kalınarak TV filmi olarak da çekilmiştir; öykü yazarın gözünden anlatılmaktadır. (TV filminde de yazar, anlatıcı durumundadır.) Ve bir diğer uyarlama Sait Faik öykülerinden kolaj şeklinde yapılan Havada Bulut isimli TV filminde işlenen öyküler içinde yer almaktadır. Bu kolajda da Sait Faik (yazar), birbirine bağlanan öykü kahramanlarının, ya gözlemcisi ya da dinleyicisi olarak filmin kahramanlarından olur.

    (Öykü’de, pavyona gidişinden ve orada çalışan bir kadına tutulduktan sonra bir daha evine uğramayan Bayram, yazara derdini anlatıp bir süre sonrada, evine götürmesini kendisinden ister, yazarda bu isteğini kabûl eder. Birlikte evine giderler, sonra bir yıl kadar zaman geçer yazarın yolu menekşeli vadi’ye düşer. Bayram karısı ile çalışmaktadır, yazarı tanıyamaz -Yazar tiplemesi görsel melodramımızda yok,- doğal olarak ve öykü kimseye anlatılmıyor ve kimseden “yıllarca” önce ayağını kestiği evine götürülmesi istenmiyor.)

    Menekşeli Vadi’nin Bayram’ı, Vesikalı Yârim’in Halil’i, hemen hemen aynı işi yaparlar, Bayram’ların bahçeleri vardır, orada ürettiklerin satar, manavlık yaparlar, Halil de (babası ile birlikte) manavdır. Alnımdaki Bıçak Yarası’nın Kâzım’ı (Arpad) akrabasının kahvesinde çalışır ama Halil (Gök) balıkçılık yapar. Bir gece arkadaşları ile pavyona giderler. (Bir pavyona gitmek ile başlayan kaç film ürettik acaba? Kaç Şehvet Kurbanı yaptık, kaç Ben Öldükçe Yaşarım) Yine Halil’e (ve Sabiha’ya) dönersek, diğer pavyona gidenleri bırakarak: Bayram ile Halil (manav) evlidirler, çocukları bile vardır. Kâzım ve Halil (balıkçı) bekârdır. Öyküler arasında bu durakta bir farklılaşma görüyoruz. Bu, olayların gelişmesini, dramatik yapıyı (Sabiha ve kader arkadaşları yönünden önemli) etkileyecektir.

    Melodram’ın tüm kalıplarını kurallarına göre kullanan ve bunun ötesine geçerek bir kült film olan Vesikalı Yârim, bir çok (aşk) film (in) de birlikte oynayan Türkân Şoray ve İzzet Günay’ında filmografilerinde farklı bir konum alırken, Gizli Aşk’ta İzzet Günay ve Feri Cansel, Sarmaşdolaş’ta Müjde Ar ve Tanju Korel, Alnımdaki Bıçak Yarası’nda Serpil Çakmaklı ve Hakan Ural oynayacaktır kahramanlarımızı.

    Melodramın tüm kalıplarını, yeni kalıplarını yeniden inşa eden, bilineni anlatırken bilineni aşan Vesikalı Yârim, yazılışı ile, yönetimi ile, oyunculuğu ile, müziği ile bilinenler içinde yeni bir bütün oluştururken, benzerlerinden farklılaşıyor. Yazılan bir metnin farklı ellerde görselleştirmesi veya daha önce görselleştirilmiş bir metnin (veya görselleştirilenin / filmin) yeniden yapılması her zaman aynı sonucu doğurmamaktadır, onun için Vesikalı Yârim, “çok tuhaf çok tanıdık” olabiliyor ve yapısı analiz edilebiliyor ve Halil tarafından bıçaklanan Sabiha, “ben yaptım” diyerek, Halil’i devre dışı bırakınca, söylenen “asıl şimdi yıktı, beni” sözü, melodramımızı sonuçlandırmasının yanında trajediye de taşıyor. Halil’in bıçağı Sabiha’yı yaralamıştır, Sabiha, bu olaydan sonra Halil’in ulaşılamayacak, kayıp nesnesi olacaktır. (*) Nesnesini kaybeden Halil evine dönecektir. (Ama Sabiha unutulmayacaktır.) [Filmde bir sahne var: Tanıştıktan süre sonra, gece pavyondan birlikte çıkan ve gün ağarana kadar dolaştıktan sonra, Halil evine bırakırken -evinin kapısında- kadın, “Sabiha” der, “gerçek adım”. Artık, pavyon kişiliğini -isim olarak da- çıkartmaktadır. (Daha trajediye varmamıza zaman vardır.)]

    Sözünü ettiğimiz tüm filmler içinde, Vesikalı Yârim daha bilinen olmakla beraber, zaman içinde bizden uzaklaşıyor. Melodram formatı da değişikliğe uğradı, klâsik anlatım kalıplarında kalınsa bile, artık klişe Yeşilçam tiplerinin dışına çıkılabiliyor, bunlar zamanın getirdiği değişimler, kaçınılmaz. Bugün artık bir Vesikalı Yârim beklemek gerekmiyor, piyasaya çıkan bir çok iddialı filmin yanında hiç de büyük sözler söylemeyen, iddia taşımayan ama anlattığı öyküyü -yine bir melodram- kalıplarına uyduran ve iddiasızlığına rağmen sıradan olmayan bir başka anlatı var önümüzde: Hayatımın Kadınısın (Uğur Yücel – 2007) Gündelik deyişle mini melodram.

    (*) Filmi bir çok noktadan çözümlemesi yanında, “asıl şimdi yıktı, beni” sözü üzerinde yapılan derinlemesine çözümlemeleri ile, melodramın trajedileşmesini öne çıkaran araştırmalar için: Çok Tuhaf Çok Tanıdık / Nilgül Abisel – Umut Tümay Arslan – Pembe Behçetoğulları – Semire Ruken Öztürk – Nejat Ulusay (Semih Sökmen) – Metis Yayınları.

    (28 Mayıs 2007)

    Orhan Ünser