Suna Bulaner’den Başlarsak

Can Yoldaşı (1952 / Talat Artemel) filminin oyuncularını sayarken Agâh Özgüç, Suna Pekuysal’ın da adını veriyor, doğru ama, afişlerde Pekuysal’ın adı Suna Bulaner diye geçmektedir. (Her ne kadar son günlerde Pekuysal ile ilgili haberlerde gerçek soyadının ‘Belener’ olduğu belirtiliyorsa da, Suna, sinemada oynadığı ilk filmde annesinin soyadını kullanır “:Bulaner”. Annesi “Hadiye Bulaner” de babası ile birlikte -o zamanlar- Şehir Tiyatrosu “figürasyon” oyuncu kadrosundadır.)

Tiyatro eğitimi alacak olan Suna Pekuysal, tiyatronun yanında sinemada da oyunculuk yapacaktır. Yeşilçam döneminde “afişlerde adları küçük harflerle yazılı” olan sinemamızın “gerçek” omuzlayıcıları arasında yerini alır Pekuysal. Filmin starının arkadaşı olur, mahallenin delişmen kızı olur. Otobüs Yolcuları’nda her sabah bindikleri belediye otobüsünde çantasından defteri çıkarır gibi rahatlıkla bir kurukafa çıkarır -Tıp Fakültesi’nde öğrencidir- yanındaki yolcuyu -her halde her günkü yolculardan değildir- yerinden sıçratır. 1964’de -yine- Sadık Şendil’in senaryosundan Yılmaz Atadeniz’in çektiği Yedi Kocalı Hürmüz’de başrol oynar. (Bildiğim tek başrolü, başka varsa benim eksiğim. Ne yazık bu filmi göremedim. Şendil’in tiyatroda da oynanan, oyununu da yazdığı bu konu, sonraki yıllarda Şoray’ın oynadığı Atıf Yılmaz versiyonunu da yazacaktır. Tiyatroda Ayfer Feray, Ayten Gökçer’in, sinemada Şoray’ın oynadığı Hürmüz, Şendil’in oyun / senaryosu tarihsel bir dönemde geçen bir komedidir; Pekuysal’ın oynadığı Yedi Kocalı Hürmüz’de bu tarihsel dönemde mi geçiyor, filmi göremediğim için bilemiyorum ama merak ediyorum.)

Pekuysal, bir çok rolün altından rahatlıkla kalktı, sinemada (Yeşilçam’da) kendisine biçilen roller -zamanla değişse de- belirli kalıplar içinde idi. Her seferinde -yeniden- seyredilmesini kâbul ettirdiği roller… Şehir Tiyatroları kadrosunda -dile kolay- 54 yıl, bir oyuncu için bundan büyük ödül olur mu? Rahatsızlığı nedeni ile vücudunun aldığı eğimi, rolünü ulaştırdığı düzey ile gözlerden uzaklaştırabiliyordu. Lüküs Hayat’ın uzun yaşamında katkısı olduğu kaçınılmaz. Operetin sıradan şarkılardan biri olan “Berelim” şarkısını -benim seyrettiğim birkaç gösteride- Sezai Alptekin ve Zihni Göktay ile birlikte “en az” “üç” kez söylemeleri, hele bir defasında -diğerleri ile birlikte- soluk soluğa kalmış Sezai Alptekin’in “yorulduk, izin verin biraz dinlenelim” demesi, şarkı kadar ilginçti. Lüküs Hayat ilk gösterisinde Halide Pişkin’in oynadığı rolü oynarken Pekuysal, rolün dışına çıkarak, diğer oyunlar (ve filmlerle) Pişkin’in günümüzdeki temsilcisi (ama kendisi) olduğunu da her ikisini seyretme mutluluğuna erenler teslim edeceklerdir. Pekuysal’ın -şimdilik- “kadınlar için pek kolay bir tarz olmayan: komedi”de, birçok başarılı (ve yetenekli) meslektaşı arasında bir ardılı yoktur. Adını sayabileceğimiz birkaç komedyen kadın’dan, hepsi için herkesin hemfikir olması her zaman mümkün olmayabilir.

Zihni Göktay’ın “O’ndan çok şey öğrendim” demesi, uzun süre karşılıklı oynamalarının bir eğitime dönüşmesi -bu kendiliğindendir- eğitime katılan başkalarının olmasına da yardım edecektir.

Yukarıda da değindiğimiz vücudunun rahatsızlığı, sinemadan son yıllarda uzak kalmasına neden olmuştur demek kolay gibi görünse de yeterli değildir. Pekuysal –sinemada- Yeşilçam’ın bir biçim biçtiği oyuncu idi, bitmesi ile bu biçilmiş kaftanlar artık gardıroba kaldırıldı. Ama bu unutuldukları anlamına gelmez, Ömer Vargı’nın İnşaat filminde “pencerede oturan kadın” olarak, aklıma geliyor, film 2003 yapımı, 2008 yılındayız, beş yıl geçmiş, kendini -bu ufacık rolle bile- hatırlayabiliyoruz, az şey mi? Oyunlardaki rollerini bilmem ama, ekranlarda oynayan filmleri oldukça, hiç değilse zamanında seyretmiş olanları -yeniden- heyecanlandıracak, (belki yeni görenleri de şaşırtacak.)

*****

Fess Barker Wanted

İkinci, üçüncü sınıf serüven filmlerinin oyuncusu Fess Barker’ın oynadığı bir filmdi, adı -yanılabilirim- Nehir Korsanları olabilir, kahramanımız bir meyhanede biri ile “nişancılık” konusunda iddiaya girer, bir kişinin başındaki bardağa ateş edilecektir. Bahsin diğer tarafı ateş eder ve hedefi vurur, sıra kendisine gelen kahramanımız (!) meyhanenin içinde bir tur atar ve bazı şeyleri, bir tavayı, bir gaz lâmbasının aynasını -şimdi anımsayamadığın 2, 3 şeyi daha- düzeltir ve namlusu arka tarafa gelecek şekilde tüfeğini omzuna koyar ve eline aldığı aynadan nişan alarak ateş eder. Misket şeklindeki mermi, tavaya, lâmba aynasına ve diğer şeylere çarpıp sektikten sonra arkadaşının başındaki bardağı vurur. Çok gülmüştüm. Film de benzeri eğlenceli olaylarla ilerleyen bir komedi / serüven filmi idi.

Fess Barker’in benzer bir iki filmini daha görmüştüm. Şimdi Wanted’ı seyrettim. Finalde sıradan bir kişi iken, babasını öldürmek için üretilen kahramanımız çevresinde bir halka oluşturan hepsi profesyonel nişancılar, dramatik söylevden sonra kadın vurucunun dairesel bir yol izleyen kurşunu ile sıra ile ölürler ve en sonunda ateş eden kişi de. Hiçbir kurşun düz bir yol izlemez ama filmde, finalde gösterildiği -ve daha önce sözü edildiği ve gösterildiği gibi- bir yol da izlemez ve -filmdeki gibi- en az beş, altı insan başına girip çıkarak bu yolu izlerse… Bu kez, Fess Barker’in filmindeki kadar gülemedim.

Son dönemlerde sinema, gelişen teknolojisi ile seyri güzel ama hızlı temposu nedeni ile -saçmalığı- gözden kaçan gösterilerine “yeni” boyutlar katmaya devam ediyor.

Teknolojik bir gösteri değildi ama, Butch Cassidy and the Sundence Kid filminde bir tren sahnesinde, soyguna uğrayan trenden şerif ve arkadaşları hazırlanmış oldukları vagondan dolu dizgin çıkarak “Buch Cassidy ve Sundance Kid’in” peşine düşerler. Bu filmin çekilişi sırasında hazırlanmış The Making of Buch Cassidy and Sundence Kid filminde, bu sahnenin çekilişi gösterilir. Kapalı bir vagondan peşi peşine 7 – 8 kişinin doludizgin çıkmaları mümkün değildir. Ama çekim sırasında, çekilen filmin kamerası, asıl filmin kamerasının görmediği bir noktadan, vagonun çıkış kapısının karşısındaki ikinci kapının dışına konan bir rampayı ve -vagon- dışında bekleyen atlıları gösterir. Soyguncuların peşine düşülmesi için öndeki kapı açılınca, vagon dışındaki atlılar peşi peşine “doludizgin” vagona girerek -filmin kamerasının gördüğü açıdan- “doludizgin” dışarı çıkarlar… Hep bilinen şeyleri “yeniden” şunun için yazdım. Ben geçen yüzyılın ilk yarısından kalma bir sinema meraklısıyım, film (sinema) eninde sonunda film’dir. Gözümüzün “bir” kusuruna dayanan, bir teknik gösteriden geliştirilen bir sanat. Ama gelişmesinin bir aşamasında ulaştığı Fess Barker’in filmindeki esprili “atış numarası”nın, bugün Wanted’da eriştiği (gösterdiği) numaralar -teknolojik üstünlüğüne rağmen- daha keyifli değil. Karşılaştırdığım her iki film de, esprili serüven filmleri, eğlencelik şeyler, seyircisi çok filmler ama benim tarzlarım değil…

(01 Ağustos 2008)

Orhan Ünser