Aşk üzerine bir çok ünlü deyiş vardır: Onu serbest bırak, eğer seni seviyorsa geri dönecektir gibi. Ya da zaman her şeyi iyileştirir gibi. Ya da gerçekten birbiriniz için yaratılmışsanız hiçbir şey sizi ayıramaz gibi. Aşk ustası Wong Kar Wai yine tüm bu deyişler üzerine düşündüğümüz ve hayatımızı gözden geçirmemizi sağlayan bir film yapmış.
Benim Aşk Pastam öyle içten, öyle sıcak bir film ki ben gidip, iki kere izledim. Çok yoğun duygular ince ince işleniyor ama film sizi depresyondan depresyona sürüklemiyor. Bilâkis sinemadan hoş bir umut dalgasıyla çıkıyorsunuz.
Benim Aşk Pastam’da hikâyenin omurgasını bir kadının yolculuğu oluşturuyor. Bir kadın, ki bu, sesi kadar yüzü de insanın için yumuşatan Norah Jones, bir noktadan yola çıkıyor ve aynı noktaya geri dönüyor. Ama hemen hemen bir yıl kadar sonra. Ne geldiği yer aynı yer artık, ne de kendisi aynı kadın. Yani mekânlar bile sabit olmuyor yıllar geçtikçe. Zamanla mekânlar da yeni anılarla bezeniyor ve farklı biçimlere bürünüyorlar. Norah Jones’un karakteri Elizabeth de yolculuğunda Elizabeth’in çeşitli yüzleri oluyor. Aldatıldığı için şehri terk ediyor, yepyeni bir şehirde geceleri bir barda, gündüzleri de bir kafede çalışmaya başlıyor. Ardından gecesinin gündüzüne karıştığı bir kumarhanede servis yapıyor. Tüm bu farklı mekânlarda Elizabeth’in farklı yüzlerini taşıyor. Birinde Lizzy oluyor, diğerinde Beth.
Elizabeth yolculuğuyla biçimleniyor. Kalp acısını yollara akıtıyor. Her durağında aşka dair değişik hikâyelerle karşılaşıyor. Sevginin çeşitli yüzlerini görüyor. Yola çıkarken tanıştığı adama kendini yenilemiş olarak geri dönüyor. Jude Law’un tüm şirinliğiyle oynadığı Jeremy onun vardığı gerçek aşkı oluyor. Ayrı kaldıkları sürede ikisi de hayatlarını gözden geçiriyorlar, anahtarlarını tuttukları ama uzun süredir uğramadıkları kapıları tam olarak kapayarak birbirlerine hazırlanıyorlar. Jeremy o özlü deyişlerdeki gibi Elizabeth’i serbest bırakıyor… Elizabeth de zamanın ilâcını gerçekten en verimli şekilde kullanıyor.
Wong Kar Wai samimiyetiyle ve sıcaklığıyla yine kalbimizde taht kuruyor. Bu onun Amerika’da çektiği ilk filmi. Nerede ve hangi dilde olursa olsun Wong Kar Wai kendi dünyasını yine sinemaya başarıyla taşıyor. Ne de olsa evrensel bir dili var.
Filmin tek bombası Norah Jones değil. Sanki film boyunca çok başarılı sinema yıldızları özel geçit düzenliyor. Kimler yok ki? Jude Law, Rachel Weisz, Natalie Portman… İşin ilginç yanı bu yıldızların hepsine irili, ufaklı çeşitli roller verilmiş ve hiç biri diğerlerinden öne çıkarılmamış. Hepsinde sanki ailemizden biri, en yakın dostumuz havası var. Ama bir yandan da rollerini öyle güzel giyiyorlar ki hepsi oyunculuk başarılarıyla parlıyorlar. Star auralarıyla değil, gerçekten oyunculuklarıyla dolaşıyorlar filmin içinde.
Wong Kar Wai seviyorsanız, Norah Jones seviyorsanız, Natalie Portman seviyorsanız bu filme kesin gidin. İçinde aşk var, sevgi var, güzel şarkılar, hayati anlar, uzun geceler, güzel tatlılar var. Doyamayacaksınız.
(30 Ocak 2008)
Nur Özgenalp