Bir sinema oyuncusu ve yönetmen… ama öncesi bir tiyatro oyuncusu. İstanbulda bir tiyatro kurulur, adı İHO olarak duyurulur. İstanbul Halk Oyuncuları diye okumak gerekir, açık okumak gerekirse. Turne için Ankara’ya gelirler bir süre oyunlar oynarlar ve Ankara’ya yerleşirler, isimlerinden “İ”yi çıkarırlar, Halk Oyuncuları’dır adları artık. Bu arada daha Ankara’ya yerleşme olmadan, bu tiyatronun bir oyununu izledim, yazarını anımsamıyorum, bilen bilir… Oyunun adı Samanyolu… İki kişi tarafından oynanıyor. Oyunculara bakın: Tuncer Necmioğlu ve Tuncel Kurtiz… Bir akıl hastahanesinde geçiyor. İki doktor konuşuyorlar ve bir hastadan söz ediyorlar. Bu hastanın nasıl bir süreç sonucunda hastaneye geldiğini anlatıyorlar seyirciye.
Doktorlardan biri (Tuncer Kurtiz) hastayı -hastalanmadan öncesini-, diğeri ise anlatılan süreçte hastalanacak olan kişinin karşılaştığı kişileri oynayacaktır. Hastalanacak olan kişi, gurbetten (yoksa askerden mi?) dönerken, köyün altındaki meyhanede mola veriyor ve meyhaneci ile sohbet sırasında -hasretle kavuşmayı beklediği- nişanlısının evlenmiş olduğunu öğreniyor [bir çeşit Ezo Gelin öyküsü (*)] ve köye hiç çıkmadan geri dönüyor. Sonra bir bandoda tamburmajörlük yaparken en büyük gösterisi sırasında, tam da gösterinin en önemli izleyici önünden geçerken, elindeki sopasını düşürüyor. Ondan sonra her şey tersine gitmeye başlıyor. Sonunda bir panayırda iki kişi motosikletle, bir çember içinde yere paralel durumda hız yaparak gösteri yapıyorlar. Birisi meyhaneden yüz geri dönen, hastalanacak olan kişidir… Ve bir gün yine gösteri yaparlarken, bu gösterinin bitmesine rağmen hızını kesmiyor ve normal sürenin (ve turun) çok fazlasını yapmaya devam ediyor. Arkadaşlarının ikazlarını dinlemiyor, diğer (motosikletli) arkadaşı yeniden yanına çıkıp birlikte dönerken ikna etmeye çalışıyor, fayda vermiyor, sonunda saatlerce döndükten sonra, motosikletin benzini bitmesi ile başı üzerine yere çakılıyor… Ve bunun için hastalanıyor. (İşte böyle hastalanacak olan kişiyi oynuyordu Tuncel Kurtiz…)
Aradan yıllar geçti, aynı oyunun Ankara Devlet Tiyatrosu’nca Yeni Sahne’de (şimdilerde kapanmış olmalı, o zaman Kızılay’da idi) oynandığını gördüm. Artık yurtta kalmıyordum, evde kuzenlerim ve annemle kalıyordum. Hepsini topladım, oyunu öve öve tiyatroya sürükledim. (Keşke gitmez olaydım, eğer tek başıma olsaydım, ilk fırsatta tiyatrodan kaçardım…) Nerede o Kurtiz ve Necmioğlu’nun eşsiz oyunları, nerede bu. Tam bir hayal kırıklığı… Tiyatroda aslolan “oyuncudur” kanısı bende daha çok yerleşti.
Halk Oyuncuları’nın bir başka oyununa daha gitmiştim, bu kez yerli bir oyundu. Yine -diğer oyuncularla beraber- Kurtiz de oynuyordu. Bir sahnede, bir anlık bir duraklamadan sonra Kurtiz oyun ile ilgili başlayıp, sözü uzatmaya başladı -oyun Adana çevresi, Çukurova’da geçmeli-, Adana Demirspor’da futbol oynayan Füze Selâmi’ye (dilerim yanlış hatırlamıyorumdur) getirdi sözü. Nasıl top oynadığı, O’nu kendisinin yetiştirdiğini anlatıyordu, sahneye biri girdi ve oyun devam etti… Sonraki konuşmalarımızda, Kurtiz’in bu -uzun- konuşmalarının olmadığını öğrendim… Oyun oynanıyor, bir oyuncu sahneye girecek ve oyun devam edecek ama beklenen oyuncu sahneye girmeyince, susup beklemek yerine, “Kurtiz”, denen o tiyatro kurdu oyuncu, o an aklına gelen -başka bir şey de gelebilirdi- şeyleri söyleyerek, sahnede sessiz kalan diğer oyuncuları da rahatlatarak, seyirciyi de oyundan (!) koparmadan, geciken oyuncuya açığını kapatma fırsatı veriyordu…
Kurtiz’in iyi tiyatrocu olduğunu yazmayacağım, bir oyunu (Samanyolu) nasıl benzerlerinden ayrıcalıklı duruma getirdiğini (getirdiklerini) ve bir oyun sırasında oyunu kurtarışına tanıklığımı yazmak istedim sadece… Sonra sinema oyunculuğu var. Gazetelerde okudunuz, bir kısmını gördünüz, bir kısmını görmek olanağı -kısmet olur- elinize geçebilir, görebilirsiniz. Bunları yazmak yeterli demiyorum, yalnız ilâve edeceğim şu: Kurtiz yurtdışında yabancı filmlerde oynamıştı: Bunlardan İsrail filmi Kuzunun Gülücüğü ile 1986’da Berlin Film Festivali’nde “gümüş ayı” ödülü kazanmıştı. Bu filmde, Arapça bilmediği halde, Arapça konuşan bir bedeviyi oynamıştı. (Film ülkemize geldi mi?…)
Sonra, gelelim yönetmenliğine: Gül Hasan (1979). Uzun metraj dalında yaptığı tek yönetmenlik çalışmasında Almanya’da Türklere yönelik bir dolandırıcılık olayının (sanırım? sinema piyasında?) ortaya çıkarılması anlatılıyordu. Film, o zamanlar yeni başlayan teknikle, sesli olarak çekilmişti. Film, Türkiye’de gösterime girdi. Girdi ama ben Samsun’da filmi görmek istediğimde, filmin seks filmi olması nedeni, “aile!?” için bilet verilmedi bana… Daha sonra filmi tek başıma seyrettiğimde (hiç de seks filmi değildi!), ses bandının çok kötü olduğunu, nerede ise konuşmaların hiç anlaşılmadığını gördüm fakat film, 1981’de 18. Antalya Film Festivali’nde 3. En İyi Film seçilirken en iyi senaryo ödülünü de alıyordu. Hâlâ zaman zaman adı anılan filmi düzgün bir şekilde tekrar izlemek olanağım olmadı ama Kurtiz, sadece bir tek film demek değil ki… Kurtiz sırf oyuncu değildi, oyunculuğu aşmış fakat bırakmamış, tiyatro, sinema, televizyon… geçerli yerleri. Her zaman ve her kuşak, her tür seyici için oyunculuğunu devam ettirmişti, yine de sadece oyuncu olarak kalmadı… “Sanatçı”-lık sorumlulukta ister.
(*) Bizim Ezo Gelin-lerimiz:
Alevden Gömlek (Ezo Gelin) / Orhan Elmas /1955
Ağlayan Gelin / Orhan Elmas / 1957 (Ezo Gelin uyarlaması)
Ezo Gelin / Orhan Elmas / 1968
Ezo Gelin / Feyzi Tuna / 1973
Doğrudan Ezo Gelin öyküleri bunlar fakat sinemamızda başka (farklı isim ile) uyarlamaları da var.
(02 Ekim 2013)
Orhan Ünser