Hayat Rüya İçinde Bir Rüyadır

Vorteks saat yönünün tersine kendi ekseni etrafında dönen ve kuvvetli fırtınalar oluşturan hava akımı olarak biliniyor. Gaspar Noé’nin bu meteorolojik tanım ile aynı ismi taşıyan son çalışması ‘Vortex’ mütevazı yuvalarında sakin düzenlerini sürdüren yaşlı bir çiftin hayatın beklenmeyen girdabında savrulmaları üzerinden ilerliyor. Adlarını bilmediğimiz çiftten ‘Kadın’ demans hastalığından muzdarip, beyninin içinde olan bitenden dolayı şaşkın. ‘Erkek’ seksenli yaşların güç kaybı ve kalbi ile cebelleşirken hafızası silinmekte olan eşinin bakımını üstlenmiş. Tek oğulları Stéphane ise ufak yaşlardaki kendi oğlu Kiki’yi sosyal hizmetlilerin gözetiminde yetiştirmeye çabalayan iyi niyetli ama kendi kendisini yok eden bir uyuşturucu müptelası.

90’ların sonu ve 2000’li yılların başlarında ortaya çıkmış Yeni Fransız Aşırılığı akımının önemli isimlerinden biri olan Noé, bu kez bir melodram çektiğini ve izleyenlerin ağlamasını istediğini belirtiyor. ‘Ölüm, uyuşturucular ve sinema’ üzerinde yoğunlaşan son yapıtı, daha önce fantezilerinin peşinden sürüklenen genç insanları mercek altına almış yönetmenin ilk kez hayatın son dönemecindeki yaşlı bir çiftin öyküsünü anlatıyor olması onun hızlı takipçisi olan genç izleyici kitlesi için bir yabancılaşma yaratabilir. İnsan ömrünün uzadığı çağımızda demans ya da Alzheimer hastalığı çok evrensel gerçi. Genç insanlar aile büyüklerinin bu büyük çaresizlik ile boğuşmasına tanık oluyor kuşkusuz ancak benim de aralarında bulunduğum 40’lı 50’li yaşların üzerindeki geniş kitlenin, bir zamanların güçlü kudretli ebeveynlerinin yaşlılık aczine sürüklenişine tanık olmasının büyük kederini benzer süreçleri kişisel olarak yoğun yaşamış biri olarak çok iyi anlayabiliyorum.

Noé ucu ucuna ölümden döndüğü bir beyin kanamasından sonra ardından bir de Covid’e yakalanmış. Ölümü yakından hissetme deneyiminin ardından nerdeyse tümü tek mekânda çekilmiş bu son projesine yönelmiş. Ana karakterlerinin dönülmez akşamın ufkuna varmak için acelelerinin olmadığı bir sahne ile açılıyor film. Çiftimiz Paris’teki apartman dairesinin mütevazı balkonunda içkilerini yudumlarken. Ancak bu sıcak hissiyatı dağıtan şiddetli bir kasırga ve onu bekleyen kâbus yüklü bir süreç kapıda beklemektedir. Bir zamanların kudretli psikiyatrı olan ‘Kadın’ içinde debelendiği boşlukta endişelidir. Daha önce kalbi alarm vermiş sinema yazarı ‘Adam’, kitaplar, resimler, film afişlerinin tıka basa doldurduğu çalışma odasında son kitabını tamamlama telaşı ile yaşama bağlanmaya çalışır. Eroin illetinden hayatı darmadağın olmuş 40’lı yaşlardaki oğulun, apartman dairesi olarak tasarlanmış bakımevi önerisine şiddetle karşı çıkar Baba. Geçmişini ve tüm anılarını geride bırakmak istemez.

Her filminde farklı ve yaratıcı bir anlatım tarzı üzerinde kafa yorduğunu bildiğimiz Noé filmini iki kamera ile baştan sona ‘bölünmüş perde tekniği’ ile çekmiş, bir kameranın ardında bizzat kendisi yer almış. Başlangıçta yorucu gelse de, ‘her yaşam formunun kendi tünelinde yaşadığını’ ifade eden sinemacı kimi bölümlerde bu tekniği son derece işlevsel olarak kullanmasını bilmiş. Daha yakın tarihli ses getirmiş filmlerinin (Love, Climax ya da Lux Aeterna gibi) canlı parlak renk paleti yerine, klostrofobik yapıdaki filmin kederli gidişatına uyumlu koyu pastel renkler tercih edilmiş. Benoit Debie’nin sinemaskop görüntüleri ortadan bölündüğünde karakterlerin yaşadıkları birbirinden ayrılıyor, kimi zaman da örtüşüyor.

Film tümüyle doğaçlama çekilmiş. Oyunculara belli bir diyalog metni verilmemiş. ‘Giallo’ ustası olarak bilinen İtalyan korku sinemasının kült yönetmeni Dario Argento, 70’ler Fransız sinemasının Jean Eustache imzalı kült filmi ‘Anne ile Fahişe – La Maman et la Putain’in gencecik oyuncusu olarak anılarımızda yer etmiş olan Françoise Lebrun ve oğul Stéphane’da ilk kez izlediğimiz Alex Lutz mükemmel bir birliktelik oluşturmuş. Lebrun için durum diğerlerinden daha çetrefilli kuşkusuz. Anılarını ve sözcüklerini hızla yitirmekte olan karaktere hayat veren oyuncudan gözleri ve bedeni ile oynamasını talep etmiş yönetmen.

‘Vortex’ yaşlı bir çiftin belirsizliğe doğru yol alan son dönemeçlerini kimi zaman bir belgesel kıvamında irdelerken derin bir endişe duygusu yaratıyor. 1975 yapımı Chantal Akerman başyapıtı ‘Jeanne Dielman’ benzeri tek mekânda rutin gündelik yaşamı perdeye taşırken, bu yokuş aşağı hızla yol alan kaotik süreci detaylı bir biçimde gözlemliyor. Kışkırtıcı denemelerin sinemacısı, tam da ondan beklenecek biçimde, benzer süreçleri yaşamış izleyiciler için dozu daha da yükselen hüznü en ince ayrıntısına kadar kanırta kanırta sergiliyor.

Gaspar Noé filmini ‘beynini kalbinden önce yitiren’ tüm insanlara ithaf etmiş. Dario Argento’nun ağzından ‘hayatın bir rüya, hatta rüya içinde kısacık bir rüya olduğunu’ aktarıyor. Jenerikte oyuncu adlarının altında doğum tarihleri yer alıyor. Ta filmin başında hemen jeneriğin ardından 1965 yılına ait görüntü kaydı ile perdeye düşen Françoise Hardy ve ünlü şarkısı ‘Mon Amie La Rose’da gülün kısacık ömrü üzerinden hayatın geçiciliğini, gençliğin güzelliğin çok kısa ömürlü olduğunu hatırlatıyor. Halen 78 yaşında olan Hardy’nin ileri safhada bir kanserle mücadele ettiği ve ötanazi talebinde bulunduğu bilindiğinde bu güzelim şarkıdan yayılan hüznün etkisi daha da büyüyor. Sinemaya ve hayata göndermeleri ile seyir sonrası uzunca bir müddet etkisinden çıkılmayan benzersiz bir film ‘Vortex’ ve de mutlaka sinema salonunun karanlığında izlenmesi gerekiyor. Dario Argento’nun repliğinde ilettiği üzere, her film gece gözlerimizi kapadığımızda gördüğümüz bir rüya değil midir.

(19 Mayıs 2022)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com