Güner Sarıoğlu’nun gönderisini okudum. Haklı olduğu noktalar var. Üretim aşamasındaki çalışma koşullarını ve yapılan, yapılabilenleri bilmeden konuşmak (yazmak) biraz ahkâm kesmek gibi oluyor. Fakat zamanında üzerine çok şeyler okuduğum Lâdik 76′nın anlattığı (gösterdiği) şeylerle ilgili olarak, konunun farklı tarafında bulunan bir tanıdığımın filmde anlatılan olayları diğer açıdan değerlendirip anlattıklarının bilinçaltında kalmış olması ve kameranın gerçeği öldürme (değiştirme) gibi bir özelliğinin de olabileceğini zaman zaman düşünmem, bu özellik üzerine yazılmış bir kitap nedeni ile kendini ortaya dökmesi sonucu ortaya çıkan bir durumla karşı karşıyayım. Sn. Sağıroğlu haklı olabilir ama kendiminde tamamen haksız olduğunu söyleyemem, o kendi somutunda (ürettiği, yaşadığı bir gerçeklikte) haklıdır, o filmden belki hiç söz edilmeyebilirdi. Yahut, görüşme olanağı aranıp, konu karşılıklı konuşulur, bir takım bilgiler kendisinden direkt alınabilirdi. Sonra filme değinilir veya değinilmezdi, bütün bunlar olmadı; belgeselin soyut yapısı dediğim, genel düşüncelerim halen devam ediyor, ama somutunda (bir filmde) konunun daha yakından incelenmesi düşünülünce düşüncem daha belirgin bir hale dönüştü, bu sonuç için Sn. Sarıoğlu’na teşekkür ederim.
(30 Ocak 2010)
Orhan Ünser
Sayın Orhan Ünser,
İlgi yazınız, yorum ve eleştirinizin kaynağındaki boşlukları içtenlikle açıklamanız ve bu yaklaşımınız için teşekkür ediyorum. Bu tür kafa karışıklığından arınmanın en kestirme yolu; daha ayrıntılı bilgilere ulaşmakla, titiz bir araştırma yapmakla ve bilginin kaynağından doğrudan öğrenilmekle aşılabileceğine inanırım.
İşin aslı ve açıkçası sizin çıkış noktanızda temel aldığınız, “Kameranın gerçeği öldürme (değiştirme) gibi bir özelliğinin de olabileceği” düşünceniz; o yıllarda ileri sürülen bir yakıştırmanın (varsayımın) etkili olduğu görüşündeyim. Ben tanık olduğum olayın, yaşananın gerçeğini, doğasını ve içeriğini elimden geldiğince, doğrudan ve olabildiğince, bire bir ve içtenlikle yansıtmaya çalıştım. Çalışmada amaçladığım ilke ve temel yaklaşım budur. Ancak; o yıllarda, “belgesel filmler” yapan bazı çevreler haksız ve temelsiz yakıştırmalarla bu filmin kurgulanmış olabileceği varsayımını ortaya attılar. Gazetelere kadar ulaştırıldı bu sızlanmalar. Yoz, yararsız ve yanlış çekişmelere itilmek istendim. Bu yersiz ve haksız söylem filmin önemli iki yurtdışı belgesel film şenliğinde uluslararası seçici kurullar tarafından ödüle değer görülerek, ödüllendirildikten ve birçok ülkede gösterime girdikte sonra yapılmaya başlandı. Seçici kurullar filmi; “Doğal gerçekliği, çarpıcı, içten ve sıcak bir anlatımla vurguladığı ve yansıttığı.” nitelemeleriyle değerlendirdi.
Bu filmin üzerinden yararsız çekişmeler yaratılması üzücüdür. Çiçek böçek filmlerinin yanı sıra, toplumsal ve sosyal konuları da cesaretle ele alan ve olanca gerçekçiliğiyle işleyen “belgesel gerçekçilik” adına ve bu amaçla yola çıkılarak özgün filmler de yapılmalı, yapılabilmeliydi… Başkalarının yapıklarını küçültüp değersiz kılarak yaptıklarımıza bir değer kazandıramayız. Akıllı, üstelik yararlı olan yol; daha iyisini ve değerlisini yaparak kalıcı değerlere ulaşmayı aramaktır…
En iyi dileklerimle dostlukla ve saygılarımla.
Güner Sarıoğlu