Kuşaktan Kuşağa Travma Aktarımı

Rüyasında anne diye sayıklar Rama. Senegal asıllı Laurence Coly’nin 15 aylık kızını Kuzey Fransa’nın bir sahil kasabasında medcezir dalgalarına bıraktığı haberi onu fazlasıyla etkilemiştir. Kendisi ile yakın yaşlardaki memleketlisi böylesine kan dondurucu bir cinayeti nasıl işleyebilmiştir. Coly gibi o da beyaz bir adamla birliktedir ve dört aylık hamiledir.

Bir önceki otobiyografik filmi ‘Biz / Nous’ (2020) ile tanıdığımız Alice Diop, ‘en iyi ilk film’ ve ‘jüri büyük ödülü’nü kazandığı 79. Venedik Film Festivali’nden başlayarak ünü sinema alemine yayılan, Fransa’nın Oscar aday adayı olmuş ilk kurmaca uzun metrajı ‘Saint Omer’de 2013 yılında yaşanan gerçek bir olaydan, Fabienne Cabou’nun gizemli davasından yola çıkmış. Kurgu karakteri Rama gibi o da trajedinin izinden mahkemenin yapılacağı şirin Saint Omer kasabasının yolunu tutmuş, oturumları izlemiş, notlar almış. O dönemde böyle bir niyeti olmadığı halde, yıllar sonra kendi yaşamı ile paralellikler kurduğu bu davayı belgesel tadında bir kurgu öykü olarak çekmeye karar vermiş.

Diop’un alternatif benliği Rama’yı üniversitede verdiği dersinde tanıyoruz önce. Marguerite Duras şaheseri ‘Hiroşima Sevgilim / Hiroshima Mon Amour’dan alıntıda Nazi işbirlikçisi kadınların sıfıra vurulmuş saçları ile teşhir edildiği ünlü utanç sahnesidir bu. Partneri ile gittiği aile yemeğinde annesi ile gergin ilişkisini fark ediyor ve bebek beklediğini gizlemeye çalıştığını sezinliyoruz. Rama aynı Diop gibi duruşmayı izlemeye gidiyor.

İlk bakışta sabit kamera ile çekilmiş uzun monologları nedeni ile klasik bir mahkeme filmi izlediğimiz duygusuna kapılıyoruz. Ancak Diop’un yapıtı farklı sularda ilerleyen bir terapi sürecine dönüşmekte gecikmiyor. Kendi korkunç eylemini anlamlandırmakta zorlanan eğitimli Laurence’ın yanıt arayan gözlerinde ailesinin sömürge sonrası travmaları ile yüzleşiyor genç kadın. Film, karakterleri hakkında hiçbir ahlaki yargıda bulunmadan onların hakikatleri çözme çabalarına ortak eden tavrıyla, Laurence ile Rama’nın ortak aile tarihleri üzerinden Fransız toplumunun ‘öteki’yi aşağılayan ikiyüzlü tavrını açığa çıkarıyor.

Wittgenstein üzerine çalışmak istediği tez hocasının tanıklığında ortaya döküldüğü üzere ‘farklı bir kültüre gözünü açmış Afrika kökenli kadının, iyi eğitim almış olsa dahi, Avusturyalı bir düşünüşle ne ilgisi olabilir ki’! Kendini hep ezik ikinci sınıf vatandaş hissetmiş annesinin sömürge yılları ertesinde kızını ana dilini konuşmaktan men etmesi genç Laurence’ın bir arkadaş çevresine girmesini de engellemiştir. Yalnızlığı Fransa’daki üniversite yıllarında da sürecek olan genç kadının duruşma süreci giderek kuşaktan kuşağa aktarımın, anneden kız çocuğuna aktarılan travma deneyiminin ortaya döküldüğü gerilimli bir ‘aile terapisi’ seansına dönüşüverir. Genç kadının kederi Medea’nın trajedisine, Pasolini’nin ünlü uyarlamasının final bölümünde Maria Callas’ın hüznüne karışır. Nina Simone’un seslendirdiği ‘Little Girl Blue’ iki kuşağı acıda birleştirir. Caroline Shaw’un 8 ses için yazdığı enfes partita’sından tınılar içsel gerilimlerin dışa vurumuna dönüşür.

Alice Diop kendi toprağını, kendi hikâyesini duygusallığa prim vermeden aktarırken, Claire Mathon’un enfes kamera işçiliği ve iki oyuncusunun (Rama’da Kayije Kagame, Laurence’de Guslagie Malanda) ölçülü yorumları sakin görünümü altında nefes nefese izlenen filme büyük katkı sağlar. Son dönemin en iyi filmlerinden biri olan ‘Saint Omer’in sinema salonlarına gelişi biraz gecikmeli oldu, kaçırmamaya çalışın.

(08 Haziran 2023)

Ferhan Baran

[email protected]