Yaşam Bir Tiyatro Sahnesidir

‘Suç Bende / Mon Crime’ bir tiyatro perdesi önünde açılıyor ve oyun başlıyor. 1930’lu yıllar Avrupa’sının ünlü yapımcısı Montferrand görkemli malikânesinin salonunda kafatasında bir kurşunla ölü bulunmuştur. Havuzlu villaya cinayetin işlendiği saatlerde iş görüşmesi için gittiğinde yaşlı adamın ahlâksız teklifine maruz kalan genç aktris Madeleine Verdier, birlikte meteliği kurşun attıkları ev arkadaşı avukat Pauline Mauléon’un yardımıyla cinayeti üstlenerek popüler bir figüre dönüşmeyi, nefsi müdafaa kararı ile paçayı kurtarmayı plânlar. Öyle ya, Violette Nozière ya da Papin kızkardeşler davalarının kamuoyunu allak bullak ettiği yıllardır bunlar. Kadın hakları manifestosuna dönüşen sansasyonel savunma sonrasında suç ortağı kızlar amaçlarına ulaşır ve Madeleine hızla şöhret merdivenini tırmanmaya koyulur. Ama yağma yoktur. Sessiz sinemanın kraliçelerinden Odette Chaumette kaybolmuş şöhretini geri kazanmak için cinayeti çalma niyetindedir.

2000’li yıllarda her yıl bir film çekmek suretiyle çağdaş Fransız sinemasının en üretken yönetmeni unvanını rahatlıkla elde etmiş olan François Ozon’un imzasını taşıyan film, Georges Berr ile Louis Verneuil ikilisinin 1934 tarihli polisiye bulvar komedisinden yola çıkmış. 2002 yapımı ‘8 Kadın / Huit Femmes’ ile 2010 tarihli ‘Kadın İsterse / Potiche’in ardından kadın dayanışması üzerine renkli üçlemesinin bu son ayağında Ozon kadim meseleyi ustaca günümüze bağlıyor. Bir asır öncesinin Fransız toplumunda oy hakkı bile bulunmayan kadınların aynı işi yapan erkeklere oranla çok daha düşük ücret aldıklarından dem vurarak, süregelen kadın hakları mücadelesine destek verirken, lüks malikanesinde ölü bulunan tacizci emprezaryodan hareketle Hollywood’un Harvey Weinstein aforozu ve güncel #MeToo hareketi ile yaman bir paralellik kuruyor.

Film, 30’lu yıllarda Ernst Lubitsch ve Frank Capra gibi sinemacıların imzasını taşıyan altın çağ güldürülerine olduğu kadar tiyatro dünyasına bir saygı duruşu olarak da keyifle izleniyor. ‘Yaşamın bir tiyatro sahnesi olduğunu’ ifade ediyor Ozon bir söyleşisinde. Hakimi, savcısı, avukatı ve sanığıyla herkesin kendi rolünü oynadığı, jürinin ise oy kullanan izleyiciler olduğu duruşma salonu mizansenini zekice kuruyor, yaşam ile tiyatro arasındaki paralelliği ince ince işliyor. Tiyatro perdesi önünde açılan filmini, her bireyin kendi rolünü üstlendiği hayat denen komedyadan hareketle, François Truffaut’nun 1980 yapımı başyapıtı ‘Son Metro / Le Dernier Métro’su misali yine sahne üzerinde noktalıyor.

Mesajını bir şampanya hafifliği ile vermeyi deneyen Ozon komedisi temel gücünü ustalıklı senaryosu ve güçlü oyunculuk performanslarından almış. Unutulmaz kadın oyuncuların resmi geçit yaptığı ‘8 Kadın’da da rol verdiği Isabelle Huppert, bu defa sessiz sinemanın en anlamlı gözleri olduğu yılları çoktan geride bırakmış, Sarah Bernhardt esinli geçkin aktris kompozisyonu ile harikalar yaratmış. Suç ortağı kadınlarda Fransız sinemasının iki genç yüzü, bizde gösterimini bekleyen Valeria Bruni Tedeschi filmi ‘Tiyatro Okulu / Les Amandiers’ ile geçtiğimiz yıl umut veren kadın oyuncu dalında César ödülünün sahibi Nadia Tereskiewicz ile ‘Une Jeune Fille Qui Va Bien’ ile aynı ödüle aday Rebecca Marder ışıldarken, ikilinin 30’lu yıllar Paris’inin görkemli Lux sinemasında Billy Wilder’ın yönettiği ‘Kötü Tohum / Mauvaise Germe’i izlediği sahnede Fransız sinemasının efsanelerinden Danielle Darrieux’nün siyah beyaz görüntüsü perdeye yansıyor. Fabrice Luchini André Dussolier, Daniel Prévost, Danny Boon gibi usta aktörlerin yer aldığı filmin erkekler takımı da parlak yorumları ile seyir keyfine keyif katıyor.

(07 Mayıs 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com