Çamurun İçine Sürüklenmek

Erich Maria Remarque edebiyat dünyasına damgasını vurmuş ünlü romanı ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok / I’m Western nichts Neues’i kısaca şöyle tanımlar: ‘Bu kitap ne bir şikâyettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerinden kurtulmuş olsa bile, tahribinden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece. Yaşar Kemal içinse eser 20. yüzyıl dünyasının el kitabı sayılabilir. Saygın edebiyatçımıza göre ‘savaşlar insanların ölüm fermanıdır ve gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tüketim oburluğunun ve insanca olmayan her davranışın karşısındadır.’ İlk kez Almanya’da 1929 yılı başında yayımlanan, günümüze kadar 50 dile çevrilerek dünyaca tanınan yapıt, sıcağı sıcağına Hollywood’u Hollywood yapan usta sinemacılarından Lewis Milestone tarafından sinemaya uyarlanmış ve 1930 yılında en iyi film ve yönetmen dahil olmak üzere 4 dalda Akademi ödülüne layık görülmüştü.

Nazi döneminde 1933 yılında gerçekleşen kitap yakma eyleminin kurbanlarından biri olan roman, yazılışından neredeyse bir asır sonra Alman yönetmen Edward Berger tarafından öz dilinde sinemaya uyarlandı. Remarque’ın eseri, şahin öğretmenlerinin vatanseverlik duygularını okşayan nutku ile Birinci Dünya Savaşı’na gönüllü olarak katılan 16 – 17 yaşındaki tüyü bitmemiş gençlerin savaşın gerçekliği altında nasıl ezildiklerinin hüzünlü öyküsüdür. Genç hayatlarında biraz da macera yaşamak hevesi ile, tıpkı kilometrelerce öteden Gelibolu’ya gelmiş Anzak askerleri gibi harbin cehennemi ile yüzleşen genç çocukların büyük bölümü bedenen ölürken, geriye kalanlar ruhen tükeneceklerdir.

Savaş cehenneminden kimi ölü kimi değil ancak katılan hiçbir askerin sağ çıkamadığını ifade eder Remarque. Buradan yola çıkarak yönetmen Berger daha ilk sahneden izleyicisini siperlerin içine sokuyor. Puslu şafak vaktinin tedirgin dinginliği top tüfek sesleriyle kırılıyor. Genç Heinrich yanı başında birer birer toprağa düşen arkadaşlarının arasından taarruza ve adam adama savaşa girişiyor. Ancak mücadelesi uzun sürmeyecek ve onun savaşı da oracıkta sonlanacaktır. Taarruzun sonunda ölü bedenler toplanıyor, asker üniformaları ve botları alınıyor. Cesetler hazır bekleyen tabutlara yerleştirilirken torbalara konmuş giysiler temizlenmek üzere çamaşırhaneye oradan da onarılmak ve yeni katılacak taze erlere dağıtılmak üzere terzihanelere sevkediliyor. Genç Heinrich’in parkası, öğretmenlerinin ‘Almanya’nın demirden evlatları’ gazına gelmiş ve arkadaşları ile birlikte savaşa yazılmış Paul Bäumer’indir artık.

Berger’in filmi Milestone uyarlamasına kıyasla, tıpkı özgün metin gibi, çok sert ve karanlık. ‘İzleyiciyi çamurun içine sürüklemek istedim’ diyor sinemacı ve bunu gerçekten başarıyor. İlk versiyonun siper gerisinin sakin ortamına ve kurulan dostluk ilişkilerine çok az yer veriyor, çamura batmış siperlerde ölümü bekleyen askerlerin dehşetini bir an olsun unutturmuyor. Bu sahnelere paralel olarak şahin generallerin konforlu alanlarında savaşı dört yıl boyunca sürdürme inatlarını, daha fazla askerin ölmesini önlemek üzere sosyal demokrat Matthias Erzberger’in ateşkes çabalarını izliyoruz.

‘Varsın aylar, yıllar geçsin. Nasılsa bana getirecekleri bir şeyleri kalmadı’ diyecektir Paul sonunda. Romanda ve ilk filmde detaylı olarak yer almış olan, genç adamın bir Fransız askerini süngüsü ile ağır yaraladığı bölüm Berger’in versiyonunda bitmek bilmeyen bir azaba ve derin bir vicdan muhasebesine evrilirken, genç asker orduya katılışının üçüncü yılında bedenen yaşlanmış, yaralı bir hayvana dönüşmüştür artık. Almanya’nın kibri, savaşı 1918 yılının Kasım ayına kadar sürmesine yol açmış ve neticede neredeyse hiç kıpırdamamış olan Batı cephe hattında 3 milyon asker hayatını kaybetmiş, binlercesi bedenen ve her biri ruhen çok şey yitirmiştir.

‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ aradan geçen yüzyıla karşın savaş karşıtı güçlü mesajını koruyan saygın bir eser. Berger’in eserin şanına yakışır uyarlaması gerek James Friend’in koyu pastel renk paletinin, gerekse Volker Bertelmann’ın modern ve hayli tedirgin edici müzik çalışması ile dikkat çekiyor. Birinci Dünya Savaşı’nı canlandıran anlaşma için mücadele eden Erzberger’de tanıdık bir isim Daniel Brühl’ü izlerken, genç Paul’de sinemadaki ilk deneyiminde tiyatro çıkışlı yeni bir yetenek olan Felix Kammerer’i selamlıyoruz. Savaşın bir cehennem olduğunu insanlığa bir kez daha hatırlatan bu güçlü film, İngiliz Oscarları sayılan Bafta ödüllerini kolay rastlanmadık bir biçimde tam 7 dalda kazandı. Önümüzdeki hafta dağıtılacak olan Amerikan Akademi ödüllerine en iyi film ve yabancı film dahil 4 dalda aday olan filme şans diliyoruz.

(02 Mart 2023)

Ferhan Baran

[email protected]