Timsah Gözyaşlarından Sonra

Mahallenin “çıtır” ağabeyi ve sonradan yönetmeni, şöhretin doruğunda gezer ve çalım atma kralı olarak “başka” mahalleye transferinin tadını çıkarırken şöyle buyuruyordu:

“12 Eylül’den sonra aydın bunalımını konu alan filmler çeken yönetmenlerin halka büyük bir özür borcu var!”

İlginçtir; sonradan, benzer bir yönelimin 21. yüzyıldaki “önemli” temsilcisi, bol ödüllü bir yönetmenimizin oyuncusu olmaktan övünç duyacaktı.

Bu günlerde, söz ne zaman Tarık Akan’dan açılsa, aklıma, -diğer pek çok konuyla birlikte- bu sözler geliyor; çünkü usta oyuncu, sözü edilen bu yapımların bir kısmında rol almıştı. Ve adeta genel kabul gören bu sözlerle ele alınan dönem filmleri hiç de “lanetli” değildi. Orta sınıf aydının içine düştüğü bireysel ve büyük ölçüde toplumsal çıkmazın filmlerde konu edilebileceği bir dönem varsa eğer, bu hiç kuşkusuz 12 Eylül sonrasına tekabül edecekti. Çözülmenin tam da orta yerinde, “Ses”ten “Su da Yanar”a ve kanımca en çok da “İkili Oyunlar”a kimi filmleri üretmek, yaratıcıları adına adeta kaçınılmazdı. Üstelik sinemamızın o büyük dağılışından, geniş kesimlerle ilişkisinin son bulmasından o filmler ve yönetmenler sorumlu tutulamazdı; ama bu, elbette bambaşka bir yazının konusu.

Ülke tarihinin en çok ödül kazanan oyuncusunun filmografisine kabaca bakıldığında görülecektir: Sinemanın çağına tanıklık etme özelliğine uygun yapımlarda oynamak baz alınacaksa, Tarık Akan, alanında rakipsizdir. Örneğine Bette Davis ve Marlon Brando’da rastlayabileceğimiz, -kuşkusuz bize özgü- stüdyo sisteminin çarklarında dönmeyi ilk o reddetmiştir. Milyonların sevgilisi, gamsız aşık rollerinde vakit öldürebilecekken, Yılmaz Güney’lerin öncülük ettiği politik akıma gönüllü olarak katılmıştır; üstelik bunu el yordamıyla gerçekleştirmiş ve eskiyle bağını, Yeşilçam’da ikinci bir örneğine asla rastlayamayacağımız ölçüde, “şiddetle” koparmıştır. Benzer şeyler, genel eğilimlerin dışında kalmayı seçtiği 80’lerde de görülebilir.

Yaşamı incelendiğinde bir büyük kusuru daha olduğu görülecektir Akan’ın. Verilenle yetinmeyen (!), daha çok “demokrasi” talep eden (!), gidişata “muhalefet şerhi” düşerek onay veren (!) “yurdum aydınlarından” olmayı reddetmiştir. Bugün Silivri fotoğrafına övgüler düzenlerin, en iyimser tahminle “görüşleri sanatının önüne geçiyor”, “vaktini film yapmaya harcasa çok daha iyi olmaz mı?”, “bu kadar fanatik olmaya ne gerek var” fısıltıları arasında itibarsızlaştırmaya çalıştıkları oyuncunun Atatürk vurgusu da dönemin rüzgârına ters bir meydan okuma içermektedir.

Tarih, cenazesinde gözyaşlarına boğulan, maziyi coşkuyla anımsarken, o günleri belleğinden kazıyan ve çok üzerine gidilse “kandırıldığını” beyan edecek olan o “dostları” da, Tarık Akan’ı da yazacaktır.

68’in renkli rüyasından karanlık bir geleceğe uyanan “İkili Oyunlar”ın kahramanlarının seslendirdiği “Sarı Kız”la ilk gençliğinden sıyrılan bu satırların yazarı, anısı ve mücadelesi önünde saygıyla eğilmeyi, ona ve tarihe bir borç bilir: “Selam olsun karanlığı şimşek şimşek yakanlara!”

(21 Eylül 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
[email protected]