Yönetmen, senarist, yapımcı ve oyuncu Çetin Öner, 14 Eylül 2016 Çarşamba günü (bugün) hayatını kaybetti. Öner, Hakkari’de Bir Mevsim filminin Yapım Koordinatörü olarak sinemaya başladı. Gülibik, Dikenli Yol ve 72. Koğuş filmlerinin senaryosunu yazdı; Ölmez Ağacı, 72. Koğuş, Gömlek, Abdülhamit Düşerken ve Janjan filmlerinde oyuncu olarak çalıştı. Abdülhamit Düşerken’deki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülleri kazandı. Cenazesi, 15 Eylül Perşembe günü Ankara Karşıyaka Camii’nde kılınacak ikindi namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığı’nda defnedilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Günlük arşivler: 14 Eylül 2016
Timsah Gözyaşlarından Sonra
Mahallenin “çıtır” ağabeyi ve sonradan yönetmeni, şöhretin doruğunda gezer ve çalım atma kralı olarak “başka” mahalleye transferinin tadını çıkarırken şöyle buyuruyordu:
“12 Eylül’den sonra aydın bunalımını konu alan filmler çeken yönetmenlerin halka büyük bir özür borcu var!”
İlginçtir; sonradan, benzer bir yönelimin 21. yüzyıldaki “önemli” temsilcisi, bol ödüllü bir yönetmenimizin oyuncusu olmaktan övünç duyacaktı.
Bu günlerde, söz ne zaman Tarık Akan’dan açılsa, aklıma, -diğer pek çok konuyla birlikte- bu sözler geliyor; çünkü usta oyuncu, sözü edilen bu yapımların bir kısmında rol almıştı. Ve adeta genel kabul gören bu sözlerle ele alınan dönem filmleri hiç de “lanetli” değildi. Orta sınıf aydının içine düştüğü bireysel ve büyük ölçüde toplumsal çıkmazın filmlerde konu edilebileceği bir dönem varsa eğer, bu hiç kuşkusuz 12 Eylül sonrasına tekabül edecekti. Çözülmenin tam da orta yerinde, “Ses”ten “Su da Yanar”a ve kanımca en çok da “İkili Oyunlar”a kimi filmleri üretmek, yaratıcıları adına adeta kaçınılmazdı. Üstelik sinemamızın o büyük dağılışından, geniş kesimlerle ilişkisinin son bulmasından o filmler ve yönetmenler sorumlu tutulamazdı; ama bu, elbette bambaşka bir yazının konusu.
Ülke tarihinin en çok ödül kazanan oyuncusunun filmografisine kabaca bakıldığında görülecektir: Sinemanın çağına tanıklık etme özelliğine uygun yapımlarda oynamak baz alınacaksa, Tarık Akan, alanında rakipsizdir. Örneğine Bette Davis ve Marlon Brando’da rastlayabileceğimiz, -kuşkusuz bize özgü- stüdyo sisteminin çarklarında dönmeyi ilk o reddetmiştir. Milyonların sevgilisi, gamsız aşık rollerinde vakit öldürebilecekken, Yılmaz Güney’lerin öncülük ettiği politik akıma gönüllü olarak katılmıştır; üstelik bunu el yordamıyla gerçekleştirmiş ve eskiyle bağını, Yeşilçam’da ikinci bir örneğine asla rastlayamayacağımız ölçüde, “şiddetle” koparmıştır. Benzer şeyler, genel eğilimlerin dışında kalmayı seçtiği 80’lerde de görülebilir.
Yaşamı incelendiğinde bir büyük kusuru daha olduğu görülecektir Akan’ın. Verilenle yetinmeyen (!), daha çok “demokrasi” talep eden (!), gidişata “muhalefet şerhi” düşerek onay veren (!) “yurdum aydınlarından” olmayı reddetmiştir. Bugün Silivri fotoğrafına övgüler düzenlerin, en iyimser tahminle “görüşleri sanatının önüne geçiyor”, “vaktini film yapmaya harcasa çok daha iyi olmaz mı?”, “bu kadar fanatik olmaya ne gerek var” fısıltıları arasında itibarsızlaştırmaya çalıştıkları oyuncunun Atatürk vurgusu da dönemin rüzgârına ters bir meydan okuma içermektedir.
Tarih, cenazesinde gözyaşlarına boğulan, maziyi coşkuyla anımsarken, o günleri belleğinden kazıyan ve çok üzerine gidilse “kandırıldığını” beyan edecek olan o “dostları” da, Tarık Akan’ı da yazacaktır.
68’in renkli rüyasından karanlık bir geleceğe uyanan “İkili Oyunlar”ın kahramanlarının seslendirdiği “Sarı Kız”la ilk gençliğinden sıyrılan bu satırların yazarı, anısı ve mücadelesi önünde saygıyla eğilmeyi, ona ve tarihe bir borç bilir: “Selam olsun karanlığı şimşek şimşek yakanlara!”
(21 Eylül 2016)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
[email protected]
Ali Erden Yazıyor: İsa Çarmıha Giderken
İS 33… Tanrı’nın oğlu olduğunu söyleyen, insanlara nefretten, kinden uzak durmalarını, sevgiye sığınmalarını anlatan Nasıralı İsa, Yahudi hahamları telaşlandırmış ve iktidarlarını sarsmıştı. Yahudi cemaati kışkırtan hahamlar, Roma’nın Kudüs valisini de ikna edip İsa’yı çarmıha gönderiyorlar tiyatroya dönüşmüş mahkemeyle. Film sekiz yıl geriye gidiyor. İS 25… Yahuda (Judah) Ben-Hur, ailesinin çocukken evlatlık aldığı Romalı Messala … Devamı… »
Sinemamızın Gizli Yıldızları Bu Sergide: Rabarba: Sesleri Görmek Fotoğraf Sergisi
Sinemamızı her yıl hem film programları hem yan etkinlikleriyle canlandırarak gelişmesini teşvik etmeyi hedefleyen Uluslararası Antalya Film Festivali, sürprizlerle dolu bir sergiyle sinemamızın gizli kahramanlarına saygı duruşunda bulunuyor. Seslerini çok yakından tanıdığımız ancak kimisini tanısak da kimisinin adını bile bilmediğimiz dublaj sanatçılarının fotoğraflarından oluşan Rabarba: Sesleri Görmek sergisine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Fotoğraf sanatçısı Serdal Güzel ve Deniz Çakır’ın bu özel projesi, 2009 – 2011 yılları arasında üç yıl dublaj stüdyolarında, seslendirme yaptıkları sırada fotoğraflanan 151 ünlü ses ustasının siyah-beyaz fotoğraflarından oluşuyor.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Sinemamızın Gizli Yıldızları Bu Sergide: Rabarba: Sesleri Görmek Fotoğraf Sergisi yazısına devam et
2. Kızılay Kısa Film Festivali
2015 yılında Türk Kızılayı ve Türkiye Gençlik Kulüpleri Konfederasyonu arasında “Toplumda Bağış Bilincini Arttırma” temalı bir işbirliği yapıldı. İşbirliği kapsamında 14 Ekim 2016 günü 2. Kızılay Kısa Film Festivali düzenleniyor. Türk Kızılayı Genel Müdürü Mehmet Güllüoğlu ile Türkiye Gençlik Kulüpleri Konfederasyonu Genel Başkanı Bilal Okudan’ın imzaladığı işbirliği anlaşması sonucu festival kapsamında bir kısa film yarışması da düzenleniyor. Düzenlenen 2. Kızılay Kısa Film Festivali ile toplumu bağış yapmanın önemi konusunda bilinçlendirmek ve bağış yapma konusunda sosyal sorumluluk bilincinin aşılanması amaçlanıyor.
Adana’da Duygu Yüklü Açılış
Adana Film Festivali’nin eski ve bilinen adıyla ‘Altın Koza’nın kalplerimizdeki yeri başka. İsim değiştirme mevzusu açıkçası çok doğru bulduğum bir şey değil. Antalya ile başlayan, “Cannes Film Festivali’ne Altın Palmiye diyor muyuz” diyerek 40 yıllık geleneği bir çırpıda çöpe atmak çok doğru gelmiyor. Ama en nihayetinde önemli olan festivallerin devam etmesi.
Geçen yıl ülkemizdeki terör olayları gerekçe gösterilerek törenleri iptal edilen ama gösterimlerin yapıldığı ve ödüllerin sessiz sedasız verildiği Adana Film Festivali’ni özlemiştik. Çünkü Adana, festival kelimesinin içini tam anlamıyla dolduran bir festival. Bunda zengin film seçkisinin payı büyük. Gereksiz gösterişten uzak, karakterli, duruşu olan bir festival. Hep kıyaslanan ve aralarında tatlı bir rekabet olan Antalya ise ailenin popüler çocuğu, onu öyle seviyoruz, Adana’yı da böyle.
Festivalin açılış töreninde Onur Ödülü alan sanatçılardan Ayla Algan’ın öğrencilerine dileğiymiş umarım Adana’dan ödül alırsınız diye. Tam bir film platosu olan ve Türk Sineması’na nice oyuncular, yönetmenler kazandırmış Adana’nın yeri gerçekten çok özel. Bu yüzden genç bir oyuncunun buradan ödül alması elbette çok kıymetli. 2 sene önceki Mehmet Aslan’ın sunum rezaletinden sonra gecenin sunuculuğunu üstlenen Çiğdem Tunç’un samimiyeti ilaç gibi geldi. Yer yer abartıya kaçsa da gayet güzel idare etti geceyi.
Artık festival açılışları şenlikten çok hüzünlü geçiyor. Her geçen yıl artan yaprak dökümü kalplerimizi çok acıtıyor, eksiliyoruz. Bu sene de Türk Sineması’nın en yakışıklısı, en karakterlisi, 3 neslin aşık olduğu Tarık Akan ve yine Yeşilçam’ın bir diğer kıymetli ismi Mahmut Hekimoglu’nun kaybı yüreklerimize ateş düşürdü. Çiğdem Tunç’un dediği gibi, ‘hayat devam ediyor, bu lafı hiç sevmesem de öyle’…
Ayşegül Aldinc’in leziz konseriyle iyice duygusallaşan gece, Murat Soydan’in ödül almaya çıkmasıyla tam bir duygu seline dönüştü. Hafta boyunca yerli ve yabancı güçlü filmlerle dolu harika bir seçki Adanalıları ve tüm sinemaseverleri bekliyor.
Gösterimlerin ücretsiz olması da tüm yaşanan kötü günlerden sonra sanattan iyice uzaklaşan halkımıza yeniden sinema salonlarının büyüsünü hatırlatmak için doğru bir tercih. Ayla Algan’ın dediği gibi, ‘sanat bizi birlestirir, ruhumuzu iyilestirir. Sakın ha eğlence zannetmeyin.’
(21 Eylül 2016)
Gizem Ertürk