Bizde ‘Sessiz Çığlık’ adıyla gösterime giren ‘Louder Than Bombs’ İskandinav sinemasının umut vaadeden isimlerinden Joachim Trier’in üçüncü uzun metrajı. Norveçli sinemacıyı 2007 yılı İstanbul Film Festivali’nin ‘Altın Lale’ ödülünü kazandığı ilk filmi ‘Tekrar / Reprise’ ile tanımıştık. Yapıtlarını yayımlamak için uğraşan iki genç yazara odaklanmış film, gençlik, dostluk, dostluğun çetin sınavları, gerçekler ve ülküler, edebiyat ve hırs, sevgi ve kişinin sınırlarını keşfetmesi üzerine mizah ve hüzün yüklü parlak bir denemedir.
Yönetmenin festival izleyicisi tarafından övgüyle karşılanmış 2011 yapımı ikinci çalışması ‘Oslo, 31 Ağustos’ hayatın umut dolu gençlik evresinin ardından otuzlu yaşlarını süren başka bir yazın adamının hayal kırıklığı üzerinedir. Louis Malle’in 1963 yılında aynı isimle sinemaya aktardığı Pierre Drieu La Rochelle’in 1931 tarihli romanı ‘Le Feu Follet / Ateşle Oyun’un bu çağdaş uyarlamasında, taşradaki uyuşturucu rehabilitasyon merkezinde tedavi görmekte olan Anders’in iş görüşmesi yapmak üzere Oslo’ya gelişi ve bir tam gün boyunca eski hayatı ve eski arkadaşlarıyla hesaplaşması konu edilir. Varoluşçu krizin tüm safhalarını yalın bir dille anlatan film Anders Danielsen Lie’nin üstün yorumunun da katkısıyla hafızalarda yer etmiştir.
Senaryolarını Eskil Vogt ile birlikte yazar Joachim Trier. İki yıl önce kendi senaryosundan çektiği ilk yönetmenlik denemesi (bizde ‘Körlük’ adıyla gösterime giren) ‘Blind’ ile İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale’nin sahibi olmuş olan Vogt üçüncü uzun metrajını çeken kadim dostunu yalnız bırakmamış yine. ‘Sessiz Çığlık’ uluslararası bir kadroyla İngilizce olarak çekilmiş.
Önceki filminde Oslo kenti fonunda tek bir karakterin ruhsal sürecini didikleyen Trier bu kez New York’lu bir ailenin anatomisine girişiyor. Film annenin yitirilmesiyle başa çıkmaya çalışan aile bireylerinin iletişim sorunları üzerine. Savaş fotoğrafçısı annenin evine dönmek üzereyken geçirdiği trafik kazasının ardından üç yıl geçmiştir. Anısına düzenlenen fotoğraf sergisi ile eşzamanlı olarak yayımlanacak makalede Isabelle Joubert Reed’in ölümüne neden olan meşum kazanın aslında bir intihar olduğunu açıklamakta kararlıdır eski editörü. Ailenin hayatta kalan bireyleri baba ve iki oğul bunun öncesinde biraraya gelmek ve gerçeklerle yüzleşmek durumundadır.
Yönetmen ‘Oslo, 31 Ağustos’un ardından bir kez daha intihar temasını ele almaktadır. Olup bitenler değişik bakış açılarıyla ailenin üç erkek ferdi tarafından anımsanır. Her biri diğerinden farklı yorumladıkları anılarıyla Isabelle’in açmazlarını sorgulamaya girişir. Oyunculuk kariyerinden vazgeçerek kendisini ailesine adamış olan baba Gene eşinin ikiye bölünmüş hayatını düşünür. Isabelle’i savaş bölgelerine her yolcu edişinin ardından bir yanıyla onun geri dönmeyeceğini beklediğini hatırlar. Eşinin intiharına kendisini sürekli yanlış yerdeymiş gibi hissetmesinin derinleştirdiği depresyonun neden olduğu kanaatindedir. Teselliyi küçük oğlunun öğretmeniyle yaşadığı ilişkide bulmuştur.
Duygularını kontrol altında tutan akademisyen büyük oğul Jonah evlenmiş yeni baba olmuştur. Huzurunu bozacak her şeyi pembe yalanlarla geçiştirmekte üstüne yoktur. Annesini gözünde öylesine yüceltmiştir ki gerçekle yüzleşmek onun korkulu rüyası haline gelir. Ergenliğinin en sancılı döneminde iletişim sorunları yaşayan küçük oğul Conrad aralarında en sorunlu gözükenidir.
Film boyunca üç karakterin iletişim çabalarını izleriz. Önceleri asi ve kaba olarak çizilmiş Conrad’ın zengin iç dünyasına dalarız daha sonra. Henüz 12 yaşındayken yitirmiş olduğu annesinin ardından sorunlar yaşayan genç delikanlının yazarlık yeteneğini keşfederiz. Farklı çerçevelenmek suretiyle aynı fotoğraftan farklı anlamlar elde edilebileceğini annesinden öğrenmiş olan hayal dünyası güçlü Conrad, yönetmenin daha önceki filmlerinde yirmili otuzlu yaşlarını sergilediği karakterlerinin küçük kardeşidir adeta.
Çağımızın en edebi sinemacılarından biri olan Trier içerde kopan fırtınaları -ki filmin özgün adı bunu ‘Bombalardan Daha Gürültülü’ olarak tarif ediyor- Ola Lottum’un meditatif müzik çalışması eşliğinde usul usul anlatır. Aynı olayı farklı perspektiflerden karşımıza getirir: babanın küçük oğlunu izlediği sekans bu açıdan hayranlık uyandırıcı bir deneyimdir. Yalanların ardına gizlenmiş gerçeği açığa çıkarmaya uğraşır. Çağdaş Roman’ın sinemadaki uzantısı olarak krolonojik yapı ve bakış açılarını karman çorman ederek zihin oyunlarına girişir. Düşler ve dış sesler yardımıyla anılar ve düşüncelere görsellik kazandırır. Sınıfta başka bir öğrencinin okuduğu metin üzerinden Conrad’ın fantezilere dalışı ya da yine Conrad’ın günlüğünün görsel karşılığını aktardığı denemeleri başarılıdır.
Bir sonraki çalışmasını merakla beklediğimiz Norveçli sinemacının elinde müthiş Anders Danielsen Lie yok bu kez. Ancak ilk kez çalıştığı uluslararası oyuncu kadrosu yüzünü kara çıkarmıyor. Sonlara doğru uzun plan sekansta belleğimize çakılan maskıyla annede Isabelle Huppert, babada Gabriel Byrne, Jonah’da Jesse Eisenberg ve küçük oğulda (daha önce Olive Kitteridge adlı mini televizyon dizisinde dikkatimizi çekmiş) Devin Druid’in mükemmel yorumları bu sıradışı deneyime zenginlik katıyor.
(12 Şubat 2016)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com