Tutkuları ve Korkularıyla Yves Saint Laurent

Bu hafta vizyona giren Bertrand Bonello imzalı ‘Saint Laurent’ ünlü Fransız moda ikonunun hikâyesine geçtiğimiz yıl gösterilmiş Jalil Lespert çalışması ‘Yves Saint Laurent’dan çok daha farklı bir biçimde yaklaşıyor. Lespert’in söz konusu filmi efsanevi modacının Cezayir’de geçen çocukluk yıllarından başlayarak Paris’te Christian Dior için çalıştığı dönemden muhteşem yükselişine tanıklık eden, hem hayat arkadaşı hem de iş ortağı Pierre Bergé’den kabul görmüş klasik bir biyografiydi.

Bonello’nun Bergé’den veto yemiş filmiyse bir döneme damgasını vurmuş üstadın zirve yılları olan 1967 – 1976 arasına eğiliyor ve bu muhteşem imparatorluğun cilasını kazımak suretiyle yaratıcı dehanın sırlarının, korkularının, güvensizliklerinin peşine düşüyor. Cezayir’in bağımsızlık direnişi ve Vietnam savaşının tetiklediği 68 hareketiyle dünyanın ve Fransız toplumunun fokur fokur kaynadığı dönemden belge görüntüler ile marka ismi adım adım tepeye taşıyan kreasyonlar koşut kurguyla beyazperdeye yansırken perde ardındaki yaratıcının özel hayatı, tutkuları, ilham perileri serbest vezinde birbiri ardına konuk oluyor Bonello’nun anlatısına.

Yves Saint Laurent’ın laboratuvar titizliğiyle çalışan atölyesi ile Paris’in çılgın gece hayatı arasında bölünmüş yaşantısına tanık oluyoruz. Geçmişinin şeytanlarıyla hesaplaşmasını izliyoruz. Rothko’nun soyut resimlerine olan ilgisini ve yaşamına daima yön verecek olan Proust tutkusunu öğreniyoruz. Bu öylesine bir tutkudur ki filmin ilk sahnesinde intiharın eşiğinde bir otele kayıt yaptırırken kendisini Proust’un ölümsüz karakteri Swann olarak tanıtacak, yazarın tıpkısını yaptırdığı karyolasında huzur bulacaktır. Proust’un geçmişe duyulan özlemle yüklü dizeleri, Cezayir’in parlak güneşi ve benzersiz renkleri çizgilerine sinecektir.

Bonello moda ilahının uyuşturucu ve alkolle beslenen hedonist yaşantısını kısa ve vurucu sekanslarla vurguluyor. Jaspert’in filminin omurgasını teşkil eden Bergé ile aşkını değil Karl Lagerfeld modeli Jacques de Bascher ile tutkulu birlikteliğini öne çıkarıyor. Buna karşılık uzun bir sekansı Bergé’nin Amerikalılarla iş toplantısına ayırmaktan kaçınmıyor. Yine modacının Mondrian hayranlığından yola çıkarak perdeyi karelere bölüyor, 1976 yılının ünlü defilesini beyazperdeye taşıyarak kendisini geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş bir sanatçı olarak yorumluyor.

Bonello’nun sürprizlerle dolu filminin konuklarından biri de tasarımcının dostlarından tanınmış İtalyan yönetmen Luchino Visconti. Filmde Yves Saint Laurent’ın yaşlılığını canlandıran Helmut Berger, ‘Lanetliler’in küçük ekrandaki görüntüsüyle mucizevi bir biçimde çekici gençlik günlerine dönüyor. Üstadın bir diğer ilham perisi Maria Callas’ın sesinden ‘Un Bel di Vedremo’ ya da ‘Vissi d’Arte’ gibi ölümsüz Puccini aryalarının başköşede olduğu ses bandına Creedence Clearwater Revival ve Bonello’nun Moroder’i anımsatan kendi elektronik ezgileri katılıyor. Moda ikonuna hayli benzetilmiş Gaspard Ulliel, Pierre Bergé’de Jérémy Renier, Jacques de Bascher’de Louis Garrel’in çok yerinde seçimlerine kısa anne kompoziyonunda 70’li yılların unutulmaz oyuncusu Dominique Sanda ekleniyor. Kurguda Fabrice Rouaud, görüntülerde Josée Deshaies’in çizgi dışı işleri, Andy Warhol’un mektubuyla hayranlığını ilettiği ezber bozan sanatçının dehasına odaklanmış, biyografik türün konvansiyonlarına yüz vermeyen bu çalışmaya çok şeyler katıyor.

(04 Haziran 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com