Timbuktu
Yönetmen: Abderrahmane Sissako
Senaryo: Abderrahmane Sissako-Kessen Tall
Müzik: Amine Bouhafa
Görüntü: Sofian El Fani
Oyuncular: Ibrahim Ahmed (Kidane), Abel Jafri (Abdülkerim), Toulou Kiki (Satima), Layla Walet Mohamed (Toya), Mehdi A.G. Mohamed (Issan), Hichem Yacoubi (Cihatçı), Kettly Noël (Zabou), Fatoumata Diawara (Şarkıcı Fatou), Adel Mahmoud Cherif (İmam), Mamby Kamissoko (Cihatçı), Yoro Diakité (Cihatçı), Cheik A.G. Emakni (Omar), Zikra Oualet Moussa (Tina), Weli Cleib (Yargıç), Djié Sidi (Yargıç), Damien Ndjie (Abu Jaafar)
Yapım: Les Films du Worso-Dune Vision (2014)
Abderrahmane Sissako’nun Afrika’nın antik şehrinde geçen filmi “Timbuktu”, İslamcı terörü tam kalbinin içinden yansıtıyor. Bu film, Cannes’da iki ödül birden kazanan değerli bir yapıt.
Moritanyalı yönetmen Abderrahmane Sissako’nun Mali’nin antik şehri Timbuktu’da halkın, İslamcı teröristlerin İslamcı kuşatması altında yaşadıklarını yansıtıyor. Kara mizah ve trajedi yüklü bu film. Onca acının ortasında gülünebilecek bir şeyler olabilir miydi? 21. yüzyılda, asırlarca öncesinin kurallarını uyguladığınızda ortaya ne çıkardı? İslamcı teröristler, renkli ve güzel Afrika halkları üzerinde İslamcı katı kuralları getirirken, günümüz teknolojisinden de bolca faydalanıyorlar. O teknolojiler, onların deyişiyle “kâfirler”in değil miydi? “Kâfirler”in son model pikap arabalarını, otomatik tüfeklerini, cep telefonlarını da kullanıyorlar bolca. Hayata hiçbir şey katmamış bu katı dinciler, katı kurallarıyla kara bulut gibi çöküyorlar bu güzel insanların üstüne. Avrupa’da Ortaçağ gerçekten karanlıktı. Engizisyon toplumlara neredeyse nefes aldırmıyordu. Ama bir şey oluyordu. O da, sanatın ve bilimin alttan alta gelişmesiydi. Rönesans aydınlanmasıyla beraber bu altyapılar yukarı fışkırdı ve Kilise’yi olması gereken yere itti. İslam Ortaçağı’nda, Hıristiyanlık Ortaçağı’ndaki gibi bir aydınlanma olma ihtimali var mıydı? Karanlıktan neyin çıkacağı hiç bilinmez. Ama bir şey fark ediliyor. İslam’ın asla Afrika’nın rengarenk ruhuyla buluşmadığı. İnsanlığın da doğduğu bu topraklar, renkli ve coşkulu insanlarıyla kendilerini nasıl mutlu hissediyorlarsa öyle yaşaması gereken topluluklar. Köle oldular, faşist yönetimler altında ezildiler, Batılıar tarafından iliklerine kadar sömürüldüler, katledildiler. Ama, hep renkli ve coşkulu kaldılar. İslam bile onların renklerini ve müziklerini bu yeryüzünden silemeyecek. Afrika, Ortadoğu’nun çölleri değil çünkü.
İslamcı katı kurallar…
Moritanyalı yönetmen Sissako, 1961 yılında Kiffa’da doğdu. Ailesi Mali’ye göç etti. Moskova’da sinema okudu. 1990’ların başından beri de Fransa’da yaşıyor. Sissako’nun 2014 yapımı sinemaskop “Timbuktu” filmi, 2014 Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarıştı. Festivalden “Ekümenik” ve “Jüri” ödüllerini kazandı. Sissako’nun “Timbuktu” filmi ayrıca “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a da aday oldu. Çok değerli bir film bu. Trajedenin içerisinden mizahı da çıkartan bu filmde zaman zaman korkudan titriyorsunuz. “Beni sokmayan yılan çok yaşasın” diyemiyorsunuz. Bu kara yılan çok yakınlarda.
Film, çölde bir antilobun korkudan kaçışı üstüne açılıyor. Sonra bir otomatik tüfek yerli halkın küçük heykellerine kurşun yağdırarak paramparça ediyor. Ardından kulağa aşina gelen müzik tınıları duyuluyor fonda. İslamcı terör örgütü, yerli halk ve çeşitli ülkelerden cihatçılarla Timbuktu’da İslamcı kuralları uygulamaya koymuşlar. Megafonlarla da ne yapmaları gerektiği sürekli haykırılıyor. Kadınlar asla çarçafsız ve eldivensiz sokağa çıkmamalı. İslamcılar kadınlardan niye bu kadar korkuyorlar? Bu korkularının nedeni neydi? Kadınlar, silgiyle silinen şey miydi? Kadınları eve hapsederek yaşamın dışında bırakınca faşizmlerini kolayca toplumun üstüne yağdırabilirlerdi. Kadınlardan korkuyorlar, çünkü onlar güçlü ve cesur. Kadınlar dört duvar arasından çıkmasın ve bebek doğurma fabrikasına, kuluçka makinesine dönüşsünler istiyorlar. Kadınlar güçlü oldukça başaramayacaklar. Sissako’nun bu filminde, balık satan kadınla şarkı söyleyen kadın Fatou hayat için umuttu. Kızların başörtüsününü savunmuştum üniversitede okuyabilsinler diye. Her şey başlarda yumuşak yumuşak mı geliyordu? İnsan hakları ve demokrasi her şeyden değerli değil miydi? İslamcılar futbolu bile yasaklıyorlar müzik gibi. Penaltı atışı sırasında eşek kalenin önünden geçiyor. Mizahın doruk anıydı bu. Bu eşek arada bir şehrin sokaklarında görünerek kendini hatırlatıyor seyircilere. Bir de Haiti’deki depremden sonra bu topraklara sığınmış “deli” kadın Zabou da var. Çatısız evde yaşıyor. Can yoldaşı da bir horoz.
Film hikâyesini, dincilerden uzakta duran sığır çobanı Tuareg Kitane ve ailesi üstünden anlatıyor. Kitane, çöldeki çadırda karısı Satima ve 12 yaşındaki kızları Toya’yla beraber yaşıyor. Kız babası olmaktan da mutlu Kitane. Bir de sığırlarını güden 12 yaşındaki yetim çocuk Issan var. Kitane ve ailesi bu yetimi çok seviyorlar. Kitane şehre indiğinde Ortadoğulu cihatçı Abdülkerim de hemen çadıra damlıyor. Abdülkerim, yanındaki cihatçı gençten araba sürmesini öğrenirken, yasak olan sigarayı da gizli gizli içiyor çölde. Abdülkerim, katı dini kurallar uygulayan bu örgütte zina bile yapmaya bile hazır. Satima ona yüz verirse eğer. Satima, bu filmdeki diğer kadınlar gibi güçlü ve cesur.
Öfke anından sonra…
Yoksulluğun ve geleceksizliğin sürdüğü bu toplumda bir sığır ve balık tutmak için bir ağ çok şey. Issan, sığırları nehirden geçirirken, hamile olan GPS adını verdikleri inek balıkçının ağına dolanıyor. Balıkçı mızrağıyla ineği boynundan yaralıyor ve çok geçmeden inek ölüyor. Issan koşarak çadıra geliyor ve Kitane’ye olayı anlatıyor. Tabancasını alıyor. Satima tabancasız gitmesini söylüyor, çünkü geride kızları var. Öfke trajediler yaşatıyor. Cihatçılar Kitane’yi tutuklayıp uyduruk mahkemelerinde yargılıyorlar.
Başka bir yerde başka bir trajedi yaşanıyor. Şarkı söyleyen kadın tutuklanıyor. Yargılanıyor ve kırbaç cezasına çarptırılıyor. Kırbaçlanırken şarkısını da söylemeyi sürdürüyor. Bu sahnede kadınlara saygınız çoğalıyor. Balık satan kadını da eldiven takmadığı için tutukluyor cihatçılar. Kadın onlara direniyor ve güçlü bir sesle kurallarının saçmalığını dile getiriyor. Sokakta cep telefonuyla konuşan kız da var. Onu uyaran cihatçı kıza göz koyuyor ve bir malmış gibi kızı annesinden istiyor. Haremini genişletecek herhalde. Filmdeki imamın bilge yaklaşımı Batı’ya karşı olumlu bir yansıma. Çünkü dindarla dinci çok farklıydı.
İlginç tesadüfler…
Kitane infaz edilmeden önce, motosikletli bir tanıdıkları Satima’yı infaz yerine götürüyor. İkisi de trajedilerini yaşıyorlar cihatçıların kurşunları altında. Geride kalan Toya ve İssan’a ne olacaktı? Filmde recm de gösteriliyor. Yani taşla infaz etme. Kuma gömüyorlar, başı da dışarıda bırakıyorlar. Halk da taş atıyor. Çok korkunç ölüm. Taşlamayla öldürme Yahudi geleneklerinde vardı. İsa, Maria Magdalena’yı Yahudilerin taşlarından kurtarmıştı. İnsanın kafası karışıyor. Yahudilerde olan bazı gelenekler Müslümanlara da yansımış sanki. Yahudiler, şabat günlerini, yani cumartesi günlerini kutsal sayıp hiçbir iş yapmıyorlar. Yapanlara da ceza veriyorlarmış kadim zamanlarda. Müslümanlarda da cuma günleri kutsal. Domuz eti yememe, oruç tutma, sünnet olma vs. ortak noktaları var bu iki dinin. İnsanın aklı epeyce karışıyor.
Filmin görselliği ve kurgusu, hem sade hem de çarpıcı. Sissako, filminin kurgusunu milimetrik yapmış. Her şey ölçüsünde. Sissako’nun bu filmindeki kurgu alıştırması ilham verici. Kamerayı hareketlerini de çoğunlukla sahnenin ruhuyla buluşturmuş. Bu filmindeki kamerayla ve kurguyla zihinsel sıçrama yaptırabiliyor yönetmen. Filmin müzikleri de muhteşem. Bu müzikleri ve şarkıları duyduğunuzda, Afrika müziksiz ve şarkısız kalmasın diyorsunuz. Sonda iki çocuğun belirsiz geleceklerine koşuşları da insanı gerçekten etkiliyor.
“Timbuktu” filmini gördükten sonra büyük Atatürk’e minnettarlığınız daha da çoğalıyor laik cumhuriyeti kurduğu için. Laiklik oksijendi. Bu değerli filmi görmeye çabalayın. Afrika’dan her daim filmler uğramıyor bu taraflara.
(29 Ocak 2015)
Ali Erden
* Kopenhag Kriterleri ve sol “Umut”, her zaman. Soylu Yunan halkına merhaba!…