Davulcunun İktidar Mücadelesi

Tam bir yıl öncesinin Sundance Film Festivali’nde başladı ‘Whiplash’in önlenemez yükselişi. Amerikan Bağımsız Sineması’nın en önemli destekçisi olarak Hollywood üretim tarzına alternatif sunma amacı güden Sundance’in ardından Cannes Film Festivali seçkisinde ilgiyle izlenen filmin son durağı ironik bir biçimde Hollywood mitinin kutsandığı Akademi ödülleri oldu. Tam beş dalda Oscar’a aday gösterilen ve başrol oyuncularından J. K. Simmons’un en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında ödüle ulaşacağına kesin gözüyle bakılan ‘Whiplash’in bu denli heyecanla karşılanmasının nedenleri ne olabilir.

New York’taki ünlü Juilliard School’dan esinlenmiş gözde bir müzik okulunda caz bateristliği eğitimi gören 19 yaşındaki Andrew ile sıra dışı eğitmeni arasındaki fırtınalı ilişki Amerikan anaakım sinemasının şablonlarından pek farklı değil. ‘Subay ve Centilmen’ ya da Kubrick ustanın unutulmaz klâsiği ‘Full Metal Jacket’de katı disiplini ve acımasız yöntemleriyle erleri eğiten çavuşlardan pek farklı bir yerde durmuyor eğitmen Fletcher. Öğrencisinin
mükemmele ulaşması yolunda manevi baskı yanında fiziksel şiddet uygulanmaktan çekinmiyor. Tedirgin gencin özgüven eksikliğiyle oynuyor ve onu kendine özgü yöntemlerle manipüle ediyor. Acımasız rekabet ve kişisel başarı üzerine odaklanmış çağdaş Amerikan toplumunda muktedirin gözüne girmek için her şeye katlanıyor orta sınıftan gelme Andrew. Eğitimini aksatacak arkadaş ilişkilerinden, sosyal hayatından vazgeçmeye kadar gidiyor iş. Bu varolma mücadelesi giderek bir iktidar savaşına dönüşüyor ve yükselen bir düelloyla savaş kızışıyor.

Akademi’nin gözünden kaçmayacağı çok aşikâr bu başarı öyküsü filmin yönetmeni Damienne Chazelle’in kişisel deneyimlerinin izini taşıyor. Benzer bir okulda benzer bir eğitmenle caz bateristliği üzerine çalışan genç adam yeteneğinin sınırlarını farkederek müziği bıraktığını açıklıyor söyleşilerinde. Yine de bir caz
trompetçisinin aşk hikâyesini anlattığı ilk filmi ‘Guy and Madeline on a Park Bench’ (2009) ya da senaryo ortaklığını yaptığı ve bir konser piyanistinin sahne korkusu üzerine şekillenen ‘Grand Piano’ (2013) hep müzik çevresinde gelişen hikâyeler. Halen üzerinde çalıştığı ve Emma Watson ile ‘Whiplash’in savaşçı genç davulcusu Miles Teller’ın başrolleri paylaştıkları yeni işi ‘La La Land’ bir kez daha bir caz piyanisti ile oyuncunun aşkına odaklanmış.

Adını klasik cazın ünlü bestecisi Hank Levy’nin aynı adlı eserinden alan ‘Whiplash’ caz üstadlarından hayli eleştiri aldı. Fletcher’ın militarist eğitim tarzının cazın ruhuna aykırı olduğu ya da sürekli dile getirdiği caz tarihinin en büyük davulcularından Jo Jones’un saksafon üstadı Charlie ‘Bird’ Parker’a zil fırlatarak onu daha kusursuz çalmaya teşvik etmesinin yanlış yorumlandığı söylendi. Ancak cazseverleri mest edecek, ilgi duymayanlara cazı sevdirecek harika ses bandı bir yana, ‘Whiplash’i caz üzerine bir
film olmaktan ziyade yönetmenin geçmiş travmalarının bir terapisi olarak değerlendirmek daha doğru. Chazelle psikodramatik bir yaklaşımla geçmişte yaşadığı hayal kırıklıklarını yeniden ve farklı bir biçimde inşa ederek kendi yaralarını sarıyor. Başarıya odaklanmış çağdaş kapitalist düzeni sorgulamamıza aracı oluyor. Sanat çevrelerindeki rekabetin acımasızlığını vurguluyor. Jazz Band’i bir kenara iterek unutulmaz iki oyuncusunun yakın planlarıyla iki farklı kuşağın iktidar mücadelesini öne çıkarıyor. Ve finalde caz davulcusunun tüm enerjisini ortaya koyduğu Juan Tizol bestesi ‘Caravan’ eşliğinde değme western’e taş çıkartan muazzam bir final düellosu armağan ediyor sinemaseverlere.

(25 Ocak 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com