Altın Portakal’da Reyhan Tuvi’nin Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek belgeselinin merkezinde bulunduğu “sansür” tartışmalarının tam ortasında, sosyal medyada paylaşılan ve Reis Çelik’e ait olduğu öne sürülen bir yazı gündeme gelmişti. “50 Yıllık Altın Portakal Film Festivali, Portakal Kadar Aklı Olanlara Harcatılmamalı” başlıklı yazıda, filme yapılan müdahale eleştirilmekle birlikte, “Kriz iyi yönetilememiş ve bunun üzerinden ucuz popülasyon meraklılarının ağzına ‘FESTİVALDE SANSÜR VAR’ sakızı verilmiş” olduğu ileri sürülüyordu.
Uzun bir sürece yayılan dostluğumuzdan aldığımız cesaretle ve bu biçimde gelişen olaylara tutumunun “net” olduğu varsayımından hareketle, durumu yönetmenle konuşma olanağı bulduk. Yazının kendisi tarafından kaleme alındığını belirten Çelik, kısaca şu görüşlere yer verdi:
Yazınız, sinema çevrelerinin hiç değilse bir bölümünde küçük çaplı bir fırtına kopardı ve bir ölçüde de, sansüre karşı ortak hareket eden çevrelerde hayalkırıklığına yol açtı. Ne dersiniz?
Yazım, olaylara doğru bir yönden bakılması gerektiğine işaret ediyordu. Ucuz ve hesapsızca yapılan, popülist ve sorundan ziyade festivali hedef aldığını düşündüğüm yaklaşımlara itiraz manasına geliyordu.
Konuya en başından yaklaşalım. Ortada bir sansür olduğunu düşünüyor musunuz?
Elbette, bunun tartışması bile olmaz. Ortada hepimizin itiraz etmesi gereken bir müdahale var; ancak sürecin yönetilme biçimini yanlış bulduğumu da söylemeliyim.
Dilerseniz bunu açalım biraz…
Öncelikle sansürün devletin işine gelen bir mekanizma olduğunun altını çizelim, dahası çok da beklemediğimiz bir süreç yaşamadığımızı hatırlatalım. Ama son noktada da görüldüğü gibi bu durum aşılabilirdi. Çözümü hiç de karmaşık değilken, konu birden ‘festivalin yapılıp yapılamayacağı’ tartışmalarına dayandı. Gelinen noktada devlet mekanizmasının ne yapacağını zannediyorsunuz, nasıl bir geri adım bekliyorsunuz? İtirazlarımızı ortaya koyarken bazı gerçeklerden habersiz davranamayız. Festivallerin ne kadar zor koşullarda organize edildiğini, bir yığın bürokratik dayatmanın ortasında sinemamızı halkla buluşturabilme adına hangi fedakârlıklara göğüs gerildiğini unutamayız. Yazıda da en çok altını çizdiğim konu buydu.
Doğal olarak, böylesi bir durumda ‘ne yapılabilirdi’ sorusu gündeme geliyor.
Kuşkusuz Festival Yönetimi ve Yürütme Kurulu, -ki, her birisinin ne kadar değerli insanlar olduğunu siz de çok iyi biliyorsunuz- konuya daha dikkatli yaklaşabilirdi, filmin yaratıcısıyla daha titiz bir süreç yönetilebilir ve olayların bu noktaya gelmesinin önüne geçilebilirdi. Niyetleri yasakları hortlatmak olmasa da, ortada krizi yönetememe hali olduğu belli oluyor.
Konuya popülist yaklaştığını iddia ettiğiniz çevrelerin nasıl bir hata yaptıklarını düşünüyorsunuz?
Öncelikle somut olarak kimseyi hedef almadığımı, tepkilerini birer metinle ortaya koyan kurumları kastetmediğimi belirteyim. Az önce de söylediğim gibi konunun Festival cephesinde ele alınışındaki hatalı yaklaşımın kimi çevreleri etkinliğin yapılmaması noktasına getirmesine itiraz ettim. Ulaşılacak sonuç bu olmamalıydı. Ayrıca Türkiye’deki sinema çevrelerinin ortaya koyabileceği pek çok tepki yöntemi olduğu da unutulmamalı. Örneğin etkinlik, bir belgeseli göstermek istemiyorsa, Antalya’ya gelir, boş bir duvara beyaz perdeyi çeker ve yapımın süresi kadar oraya bakarız. Ama bütün bunları tam da sinemamızın 100. ve ülkenin en önemli sinema etkinliklerinden birinin 51. yılında konuşmaktan üzüntü duyuyorum. İçimden bu yıl yapılacak Altın Portakal’a gitmek de gelmiyor.
Bütün bunları neye bağlıyorsunuz?
Festivaller bürokrasinin elinden kurtulamadığı, yerel yönetimlerin belirleyici unsura dönüştüğü noktada, “Antalya nasıl özgürleşir?” sorusuna yanıt vermek hiç de kolay değil. Yalnızca İstanbul Film Festivali örneğinin düşünülmesi gerektiğine ve organizasyonların bağımsız olması durumunda neleri başarabileceklerine dikkat çekmek isterim.
Yönetmenin ve Festival Yönetimi’nin son açıklamalarına bakıldığında belli bir noktaya ulaşmış olduğu görülüyor. Siz ne dersiniz?
Tartışmanın merkezinde küfür olayı olduğu söyleniyordu. Eserin bir belgesel olduğu hatırlanırsa, yapılan uyarının anlamı olmadığı görülecektir. Arkadaşımız Gezi olaylarını masaya yatırmış ve gerçeklere müdahale etmeden yaşanan ana tanıklık etmiş. Gezi’deki küfürler ayrı bir tartışma konusudur, bunun belgeselde yer alması ayrı… Yine de gelinen noktanın yönetmenin özgür iradesiyle aldığı bir kararın sonucunda ortaya çıktığını düşünerek, -başta olması gerekene sonunda ulaşabilsek de-, bundan sinemamız adına mutluluk duyuyorum.
İsminiz Festival’in danışmanları arasında yer alıyor bu arada…
Evet, öyle yazıyor; ama bir toplantı dışında danışmanlık hizmeti verdiğimi söyleyemem. Yalnızca, “filmlerin başka festivallere katılmama şartı” gündeme geldiğinde, böyle bir karar alınacaksa, bunun bir defaya mahsus olması gerektiği düşüncemi belirtmiştim. Yeni bir ekip kuruldu, başarılı olmalarını diliyorum.
Yazınızı ilk okuduğumda, bir filminize atıfta bulunarak “Yarını bilemem; ama Reis Çelik için Hoşçakal Bugün!” ifadelerini kullanmıştım.
Festivaller sinemamızın kalbinin attığı, üretimlerin halkla buluştuğu yerlerdir. Bu platformların elimizden çıkması sinemaya hiçbir yarar getirmez. Organizasyonları eleştirirken yapıcı olmak tüm sektör için faydalıdır. Sona erdirilen Yeşilçam Ödülleri’ni veya TÜRSAK’ın Altın Portakal organizasyonlarını düşünün.
Söyleşi için teşekkür ederim, karar kamuoyunun olsun.
(05 Ekim 2014)
Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü