Sencer Divitçioğlu kimmiş, sinema ile ilgisi ne demeyin? Divitçioğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden. Prof. Dr., 87 yaşında yaşama veda etti. Bir gazete ilânı (eşi tarafından verilmiş) ve haberinden öğrendim. (10.9.2014) Ama asıl önemli olan, ilk sayısı “Özgür Sinema”, 2. ve 3/4. (iki sayı bir arada) sayıları “Ulusal Sinema” adı ile çıkan -o zamanki adı ile- Türk Film Arşivi yayını olan derginin son (ne yazık ki devamı gelmedi) sayısında yayınlanan “soruşturma”da Divitçioğlu soruları yanıtlıyor. Yazıyı aşağıya aynen alıyorum. (Derginin baskı tarihi: 22 / XI / 1968 – Soruşmayı yanıtlayan diğer kişiler: Kemal Tahir ve Selahattin Hilav.)
Dergide Sencer Divitçioğlu hakkında verilen bilgiler:
1927 yılında İstanbul’da doğdu. İlk – orta – lise öğrenimini Samsun’da yapan Divitçioğlu, 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. 1950 – 1957 arasında Paris’te doktorasını verdi ve Centre National de la Recherches Scientifiques’de çalıştı. Yurda döndükten sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde önce asistan sonra da doçent oldu. Halen kendi deyimiyle, “bu fakültede ilmen, ahlâken ve hukuken profesör fakat idari olarak doçent”tir.
Kitapları: 1959 – Marx’da İktisadi Büyüme; 1961 – Mikro İktisat; 1964 – Antalya Bölgesi Girdi – Çıktı Analizi; 1966 – Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler; 1967 – Osmanlı Toplumu ve Asya Üretim Tarzı; 1968 – Das Kapital Üzerine Çeşitlemeler.
Divitçioğlu’nun sorulara verdiği cevaplar:
1. Sinema ile ilginiz var mıdır? Ne yoldadır?
Var. Bu ilgi Samsun’da Yusuf Vehbi ve Buck Jones ile başladı. Paris’te Ulm Sokağı’ndan geçerek (Türk aydınının kaderi!) İstanbul’da kurulmakta olan Türk Sineması üzerine yoğunlaştı.
2. Gördüğünüz Türk filmleri hakkında örnekler vererek düşüncelerinizi açıklar mısınız?
Gördüğüm Türk filmleri hakkında özgül örnekler veremem. Ben sinema eleştiricisi değilim. Ama bir toplum bilimci olarak bugünün Türk sinemasındaki yeni akımın (Halit Refiğ’in deyimi ile Halk Sineması) mahiyetini, yerini ve dolayısıyla toplumsal gerçek ile olan ilişkilerini belirtmeye çalışabilirim. Halihazır Türk Sinemasının temsilcileri olan L. Akad, M. Erksan, M. Ün, H. Refiğ, D. Sağıroğlu ve A. Yılmaz’ın çalışmalarının tek doğru yol olduğunu biliyorum. (Dikkat edilirse buradaki biliyorum sözcüğü bile isteyerek kullanılmıştır.) Zira, aslında sanatın tanımı nedir? Sanat toplumsal gerçeğin, bireyin toplumla bütünleşerek, yansıtılması olduğuna göre, sanatçının üğrk gerçeklerini arayarak, kendi öz toplumu ile bütünleşmeye çabalamasının doğruluğundan kim şüphe edebilir? Yalnız burada fevkalade önemli bir soruyu sormaktan kendimi alamayacağım. Sanatta her doğru fikir, eserin estetik meşruluğunu da gerektirir mi? Tabiatıyla hayır. Mamafih bu konuda konuşmaktan kesinlikle kaçınmak isterim. Her sinemaseverin yapılmış bir eser üzerine yazı yazmaya hakkı yoktur. (Bu estetikçilerin, sanat tarihçilerinin ve eleştiricilerin işi.)
Fakat burada gene ufak bir parantez açmadan geçemeyeceğim. Her sanat eseri kendi özüne ilişkin bir biçim taşır. Bundan dolayı, sanat eserinin estetik meşruluğu tartışılırken, muhakkak a priori olarak benimsenilmiş biçimlerden hareket ederek, eseri tenkit etmemelidirler, kanaatindeyim. Aksi düğünde halay çekenlere neden ye – ye yapmıyorsunuz demek kadar saçma olur.
3. “Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” adlı eserinizde, Osmanlı toplumunun toplumsal çelişkilerindeki görüntü bakımından Avrupa derebeyliğinden ziyadesiyle farklı olduğu sonucuna varmaktaydınız. Üretim ilişkilerinde, toplumun alt yapısındaki bu farklar göz önünde tutulursa Avrupa Sineması, Türk Sineması için geçerli bir örnek olabilir mi? Bu konudaki görüşlerinizi, lütfen etraflıca açıklar mısınız?
“Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu” adındaki kitabım önemli bir soruyu ortaya atmak için yazılmıştır (halletmek için değil!) Eğer Türk toplumu klâsik Batı derebeylik üretim tarzından geçmedi ise,
A. Ekonominin evrimi açısından
a. içsel diyalektik ve
b. dışsal diyalektik nasıl işler,
B. Üstyapı kurumları, özellikle zihniyet nasıl bir oluşma gösterir. Hemen ekleyeyim ki, bu sorulardan hiç birine henüz cevap verilmemiştir. Böyle olunca, Asya Üretim Tarzı denilen şema ile Türk Sineması arasında derhal ve doğrudan bir ilişki kurmak biraz acele olur. Kanaatimce, toplum bilimci olarak bizlerin, sanatçı olarak da onların yapması gereken tek şey, kendimize dönmek, onu aramaktır. Bu ise ancak, ortaya yeni sorular atmak ve bu soruları cevaplandırmakla mümkündür. Sorunu bu şekilde ortaya koyunca, Batı sinemasının Türk sineması için geçerli olup olmadığı da kendiliğinden halledilebilir. Gerek soru 2, gerek soru 3’de verdiğim cevaplar aslında, Batı Avrupa Hristiyan toplumlarının sanatının hiç bir şekilde Türk sanatına temel teşkil edemeyeceğine inandığımı göstermektedir. Bu böyle olmakla beraber Türk kültürünün, giderek Türk sanatının henüz kurulma yolunda olduğu da bir gerçektir. Türk toplumunda kurulmuş, yerleşmiş bir kültür, bir sanat olmadığı sürece Batı uygarlığına (ya da herhangi bir uygarlığa) kapılarımızı kapamaya, onu bilmemezlikten gelmeye de hakkımız yoktur. Biz hiç bir şeyi peşinen reddedecek durumda değiliz. Özellikle, ulusal sanatçının daima kendi toplumunu aşma (avant – garde) eğilimde olduğu hesaba katılırsa, hele bu haberleşme ve ulaştırma çağında, sanatta ulusal sınırların gevşediği göz önüne getirilirse, yukarıdaki yargının pek de yanlış olmadığı ortaya çıkar. Fakat ekleyelim ki, hiç bir şeyi reddemez durumda oluşumuz, hiç bir zaman onları kabul etme anlamına da gelmez. Bu konuda slogan galiba hepimiz için şu olacak: Biliniz fakat taklit etmeyiniz!
4. Kapalı bir ekonomik yapısı olan ve sermayeye değil emeğe dayanan Türk Sinemasının genellikle bir “halk sineması” sayılacağı karşısında düşünceleriniz nelerdir?
Bu sorunun ne iktisadi ne de mantıki anlamı var. İktisaden anlamı yok, çünkü: Her sanayi dalında olduğu gibi sinema sanayiinde de üretim emek ve sermaye faktörleri kullanılarak yapılır. Olsa olsa, Türk sinemasındaki durum emek-yoğun, sermaye tasarruflu bir üretim tekniğidir. Mantıken anlamı yok, çünkü: Eğer Türk sinemasında sermaye-yoğun bir üretim tekniği kullanılsa idi “halk sineması” yapılmaz mı? Ya da, her emek-yoğun üretim tekniği “halk sineması”nı yaratabilmekte mi?
5. Türk Sinemasında, ekonomik bir sömürme olayı var mıdır? Varsa kim kimi sömürmektedir?
Türk sinema sanayiinde yaratılan gelirin bir kısmı, kâr (yüksek artist ücreti dahil), faiz ve kira şeklinde belirli ellerde toplanıyorsa, iktisadi sömürme olayı vardır. Yalnız sinema sanayiinde, bildiğim kadarı ile sömürme olayı kısmen üretim sürecinden, kısmen, fakat aslen de dolaşım sürecinden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, eğer sinema sanayiinde üretilen malın (filmin) fiyatı üretim değerlerinin çok üstünde ise, değer = ücretler + artı değer olayından dolayı üretim sürecinden bir sömürme, fiyat > değer olayından dolayı da, dolaşım sürecinden bir sömürme söz konusudur. Birinci halde sömürülen sinema sanayiindeki işçi, ikinci halde ise sinemaya giden halktır.
6. Memleketimizin bugünkü şartları içinde Türk sinemasının kapalı ekonomik yapısında kanun yolu ile bir değişime zorlanabilir mi? Böyle bir zorlamanın sonuçları ekonomik ve estetik ne olabilir?
Sanat konusunda devlet ve kanun gibi kelimeler bana ürperti veriyor.
7. Ulusal Türk Sineması’nın emperyalist yabancı baskılardan korunabilmesi için nasıl bir ekonomik düzeni olmalıdır?
Ulusal Türk Sineması, soyut plânda, yabancı sermaye kullanılarak da yapılabilir. Ama müsaadenizle bunu soru 8 ile birlikte cevaplandırayım.
8. Türk sinemasını yok sayıp aşırı batı sineması hayranlığı yaymak kültür emperyalizminin sinema alanındaki bir görünümü sayılabilir mi?
Batı sinema sanatını Türk insanına tanıtma olayı başkadır, Batı sinema sanatını mutlak olarak alıp, Türk sinema sanatını yok saymak olayı başkadır. Birinci durumda olan kişi ya da kuruluşların fevkalâde bir hizmet yaptıklarına inanıyorum. İkinci durumda olan kişi ve kuruluşların ise bu ülkenin sanatına ihanet ettikleri açıktır.
Divitçioğlu ile yapılan “soruşturma” soruları ve cevapları burada bitiyor. Unutulmaması gereken nokta, bu soruşturmanın yapıldığı derginin basım tarihi 22 / XI / 1968. Soruşturmanın da bu tarihten önce yapılması gerekiyor, aynı yıl içinde olması normal. Yani 1968’de yapılmış, kısa bir hesapla 46 yıl önce yapılmış. O tarihten günümüze Türk Sineması “büyük” değişimler yaşadı, yapısal değişimler uğradı. Değil Türk sineması, dünya sineması bile bu süreçte birçok değişimler geçirdi. Bir kısım sinemalar ortadan kayboldu, o günlerde adı ortada hiç olmayan sinemalar ortaya çıktı. Divitçioğlu’nun daha sonra sinema ile ilgisinin ne olduğunu bilmiyorum. Fakat bir sinema kişisi değil, bir bilim adamının (iktisat doktoru) sinema (sinemamız) hakkındaki düşüncelerinin -yapısal olarak- fazlaca farklılık göstermediği düşüncesindeyim. (Sinema tekniğindeki gelişim doğal olarak bu görüşlerin dışındadır.)
Divitçioğlu yaşamını yitirmiş, ben bu soruşturma cevabı ile O’nu “sinemacı olarak” hatırlanması (ve anılması) gerekli bir kişi olarak gördüm. (Salt bir filmi çekmiş olmak veya salt bir filmde -şu veya bu şekilde- oynamış olmak sinemacı olmaya yetiyor mu?)
(24 Eylül 2014)
Orhan Ünser