Her ölüm erkendir ancak çok yetenekli bir aktörün vakitsiz vedası yürekleri daha bir burkuyor. Philip Seymour Hoffman’ın ölümünden önce çekimleri tamamlanan ‘İnsan Avı’, tüm dünyada olduğu gibi bizde de aktörün beklenmedik kaybının ertesinde gösterime girdi. ‘Boogie Nights’dan ‘Magnolia’ya, Oscar ödülünü aldığı ‘Capote’den ‘Şüphe’ye birbirinden renkli ve güçlü yorumlarıyla çağımızın en iyi aktörlerinden biri olarak belleğimizde yer etmiş Hoffman’ın vasiyet performansı olmasının yanı sıra, son dönemin dikkatleri çeken isimlerinden Anton Corbijn’in hüzün yüklü filmografisine çok yakışan bir çalışma bu.
Hollanda asıllı sinemacıyı müzik fotoğrafçısı olarak tanıdık önce. Doksanlı yıllardan başlayarak David Bowie, Bryan Adams gibi devler, U2, Depeche Mode, R. E. M., Metallica gibi efsanevi rock grupları için kotardığı videolarla hep gündemdeydi Corbijn. Nitekim ilk uzun metrajı 2007 yapımı ‘Kontrol’, yetmişli yılların parlak rock grubu Joy Division’ın genç yaşta hayata veda eden solisti Ian Curtis üzerine biyografik bir denemedir. ‘Kontrol’ bizde olduğu gibi tüm dünyada çok sevildi, sayısız ödül topladı. İşçi kasabası Macclesfield, Manchester’in -Curtis’in tanımıyla- gri sefil atmosferini çarpıcı bir siyah-beyaz sinematografi ile vermeyi deneyen yönetmen, müzik videocularının hareketli kurgu ya da eksantrik kamera açıları benzeri alışkanlıklarını bir yana bırakarak, Kurt Cobain öncülü bir yaralı ruhun çıkmazını sakin ve etkileyici bir sinema diliyle beyazperdeye taşımıştır bu ilk uzun metraj denemesinde.
Corbjin’in bir sonraki çalışması 2010 yapımı ‘The American’ bizde, uyarlandığı Martin Booth romanının özgün adından (A Very Private Gentleman) esinlenerek ‘Centilmen’ adıyla vizyon görür. Kelebek dövmeli George Clooney’nin canlandırdığı acımasız bir kiralık katilin Dalarna, İsveç’in karlı soğuğunda başlayıp Güney İtalya’nın daracık sokakları ve ortaçağ mimarisinin tüm gizemini barındıran küçük kasabası Castel del Monte’de sonlanan hikâyesi üzerinedir film. Hollandalı sinemacı bu ilk Amerikan sermayeli yapımında izleyicisini yine şaşırtmış, aykırı karakterinin öyküsünü çağın hızlı aksiyon numaralarına yüz vermeden sakin sakin anlatmayı yeğlemiştir. Corbijn’in narsisist sinematografisiyle oyunculardan rol çalar şirin İtalyan kasabası. Jean-Pierre Melville’in Alain Delon’lu benzersiz filmlerini hatırlatan ‘Centilmen’, mücadelelerine tanık olduğumuz kanun dışı karakterleriyle yetmişlerden günümüze ışınlanmış gibidir.
Özgün adını ‘Birinci Derecede Aranan Adam’ (A Most Wanted Man) olarak dilimize çevirebileceğimiz John le Carré uyarlaması ‘İnsan Avı’, yazarının haklı şöhretine halel getirmeyen, tam Hollanda asıllı yönetmenden beklendiği gibi dört başı mamur bir casusluk serüveni. Mekân bu defa Kuzey Avrupa’nın liman kenti Hamburg. Aranan adamımız ise kente kanunsuz giriş yapmış olan Çeçen mülteci Issa Karpov. Yüzyıllar boyunca sığınmacılara kucak açmış liman kenti 11 Eylül saldırısı sonrası alarmdadır ve kara kaşlı kara gözlü tüm yabancılara muhtemel düşman gözüyle bakılmaktadır artık. Alman istihbarat teşkilatının yanısıra, CIA de esrarlı yabancının izini sürmektedir. Anti terör biriminin başındaki eski toprak ajan Günther Bachmann’ın devreye girmesiyle işler kızışacak, terörle mücadele kisvesi altında kapalı kapılar ardında dönen politik oyunlar olayların yönünü belirleyecektir.
Gizemli öyküsünü her zamanki sakin ustalığıyla anlatıyor Corbijn. Uzun plânlardan, uzun diyaloglardan kaçınmıyor. Alamet-i farikası haline gelmiş uzak mesafe kompozisyonları yine etkileyici. Tanınmış görüntü yönetmeni Benoit Delhomme’un kamerası aracılığıyla Kuzey’in anlı şanlı liman kentini tüm güzelliği, esrarı ve uzaklığıyla görüntülüyor. Kozmopolit Hamburg’un yalnız sokaklarında, diskolarında, izbe barlarında, Türklerin yaşadığı varoş mahallelerinde geziniyor.
Merakla takip edilen hikâyesini zengin bir karakter çalışmasıyla besleyen bir film ‘İnsan Avı’. Corbijn bu üçüncü opus’unda da yalnız ve kırık erkek karakterleri merkeze almış. Seyir zevkini bozmamak için detaylarını bu satırlarda vermeyeceğimiz acılı çocukluk ve işkenceyle geçmiş hapis yıllarının ardından Hamburg’a sığınmış Issa Karpov’da yükselen Rus oyuncu Grigoriy Dobrygin ile tanışıyoruz. Filmin ağır topu ise kuşkusuz Philip Seymour Hoffman’ın hayat verdiği Bachmann karakteri. Yılların yorgunluğunu ve yalnızlığını çoğunluk içki kadehlerinde, geceleri yalnız kaldığında piyanosunun başında Bach ezgileriyle gidermeye çalışan kırık dökük bir adam Günther. Bir aile kuramadığı gibi, gerek kendi üstleriyle gerekse Amerikalı ajanlarla işbirliğinde hep ters köşede kalmış bir yalnız adam. Büyük aktörün Corbijn sinemasının hüznü içinde yoğrulan bu son mükemmel performansıyla sanat ve gerçek yaşamın büyülü içiçeliğine tanık oluyoruz bir kez daha.
(09 Eylül 2014)
Ferhan Baran