Hüzünlü Bir Sonbahar Sonatı

İlk kez gösterildiği 32. İstanbul Film Festivali’nde izleyenleri derinden etkileyen ve sonrasında Adana ve Malatya Film Festivalleri’nde En İyi Film seçilen ‘Yozgat Blues’, yine ödüllere boğulmuş 2009 yapımı ‘Uzak İhtimal’in yaratıcısı Mahmut Fazıl Coşkun’un ikinci uzun metrajı. Adında yer alan ‘blues’ sözcüğünün altını çizdiği umudun ve hüznün hikâyesi anlatılan.

Öykünün merkezinde yer alan Yavuz, popülaritesini yitirmiş eski bir hafif müzik yorumcusu. İlerlemiş yaşında, İstanbul’u kuşatmış kişiliksiz AVM’lerde fon müziği niyetine şarkılarını söylemektedir. Yalnızdır, mutsuzdur. Aldığı bir teklif üzerine Yozgat’ta bir restoran/gece kulübünde çalışmaya gider. Artık kendisine ilgi göstermeyen büyük şehirden uzakta, taşrada kabul görme umuduyla. Bu belki de son yolculuğunda yalnız değildir Yavuz. Ders verdiği müzik kursundan yetenekli öğrencisi Neşe’yi kendisine vokal yapmak üzere beraberinde getirmiştir. Küçük taşra kenti, İstanbul’dan gelmiş iki sahne insanının beklenti ve umutları için yeni bir durak olacaktır.

Yönetmenin ‘yaşlılığa geçerken son bir küçük maceranın hikâyesi’ olarak tanımladığı ‘Yozgat Blues’u izlerken, ünlü Chaplin klâsiği ‘Limelight’ (Sahne Işıkları) ya da ‘A Star is Born’u (Bir Yıldız Doğuyor) anımsamadan edemiyorsunuz. Büyük şehirde unutulmuş eski yorumcu, Yozgat’ın ‘Delila’sında beklediği kabulü bulamıyor, seyirci ile iletişim kuramıyor. Buna karşılık varoş kökenli Neşe’nin kentin yerel radyosunda yaptığı söyleşi ve sahnede sunduğu performans büyük ilgi topluyor. Yaşlanmakta olan şarkıcının genç kadına belli belirsiz yakınlığı da karşılık bulmuyor. Girişken Neşe, Yozgat’ta karşılaştığı berber Sabri ile yeni bir hayata başlangıç yapıyor.

‘Yozgat Blues’, ülkemiz sinemasında alışılagelmiş taşra filmlerini ters yüz edişiyle farklı bir film. Büyük şehirden taşraya gelmiş karakterlerinin mutluluk arayışlarını dar kareler içinde anlatmayı tercih etmiş Coşkun. Bu amaçla, öyküye mekân olan Yozgat’ta otantik taşra manzaraları kullanmaktan özenle kaçınmış. Dış mekânlarda geçen sahnelerin büyük bölümünde, kentin eskimiş ve bakımsız pasajlarını kullanma yoluna gitmiş. Yozgat bu haliyle İstanbul’un varoş semtlerinden çok da farklı bir görünümde değil. Bu açıdan Yavuz’un şehre ilk geldiğinde ‘bir de deniz olsa Zeytinburnu’ndan farkı yok burasının’ demesi anlamlı.

Çok iyi yazılmış, çok iyi oynanmış bir film ‘Yozgat Blues’. Ercan Kesal’ın ince nüanslarla örülmüş muhteşem performansı ‘büyük oyunculuğu sevmediğini’ ifade eden Coşkun’un oyunculuk anlayışıyla birebir örtüşmüş. Oyuncularını büyük ölçüde özgür bırakmış ve bilinçli olarak her sahneyi tek plân olarak çekmiş Coşkun. Bu da onların senaryodan bağımsız kendi cümlelerini kurmalarına olanak sağlamış. Ali Aydın’ın ‘Küf’ filmindeki unutulmaz yorumundan sonra bir kez daha hayranlığımızı kazanan ve Yavuz karakteriyle İstanbul ve Adana Film Festivalleri’nde En İyi Erkek Oyuncu seçilen Kesal’a eşlik eden Ayça Damgacı, Tansu Biçer ve radyocu Kamil’de Nadir Sarıbacak’tan oluşmuş uyumlu dörtlü, bu hüzünlü sonbahar sonatını kusursuz bir biçimde yorumlamışlar.

Ve ‘L’été Indien’, filmin bir diğer oyuncusu olarak eşlik ediyor bu muhteşem dörtlüye ve film boyunca defalarca yorumlanıyor. Yabancı dilde ‘Hint Yazı’ olarak adlandırılan, bizde ‘Pastırma Yazı’ olarak geçen kış öncesi son sıcaklarda yaşanmış bir aşkın hüznünü, yeniden yaşanma umudunu dile getiren yetmişli yılların bu unutulmaz bestesi, Yavuz’un şarkısı olmasıyla farklı bir anlam kazanıyor. Yoğun hüzün duygusu, final jeneriğindeki özgün versiyondan dinlediğimiz Joe Dassin’in hatırasıyla doruğa çıkıyor.

[‘Yozgat Blues’, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul Beyoğlu Beyoğlu, Kadıköy Rexx, Altunizade Capitol Spectrum, Haramidere Cinetech Torium; Ankara Kızılay Büyülüfener; (13.12 2013 tarihinden itibaren) Bursa Cinetech Korupark Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.]

(04 Aralık 2013)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com