Hangi Hikâyeye İnanmak İstiyorsunuz?

Pi’nin Yaşamı (Life of Pi)
Yönetmen: Ang Lee
Roman: Yann Martel
Senaryo: David Magee
Müzik: Mychael Danna
Görüntü: Claudio Miranda
Oyuncular: Suraj Sharma (Genç Pi Patel), Irrfan Khan (Pi Patel), Rafe Spall (Yazar), Ayush Tandon (Çocuk Pi Patel), Adil Hussain (Santosh Patel),Tabu (Gita Patel), Mohd Abbas Khaleeli (Çocuk Ravi Patel), Vibish Sivakumar (Genç Ravi Patel), Shravanthi Sainath (Anandi), Gérard Depardieu (Aşçı)
Yapım: Fox 2000 (2012)

Tayvanlı usta Ang Lee’nin Yann Martel’in romanından çektiği “Pi’nin Yaşamı”, fantastik macera sinemasında heyecan verici filmlerden. Üç boyutlu film, Pi’nin muhteşem macerasını beyazperdeye yansıtıyor.

Bu film, adı Piscine Molitor Patel olan Pi’nin trajik macerası. Bu ad ona Fransa’daki bir havuzdan geliyor. Amca dediği yüzmede usta aile dostlarından bu havuzu çok sevmiş ve Pi’nin babasına oğluna bu adı ver demiş. Paris’in 16. bölgesinde 1929’da açılmış bu eski havuz 1989 yılında kapatılmış. Tayvanlı usta Ang Lee, 2012 yapımı üç boyutlu “Life Of Pi-Pi’nin Yaşamı” filmini 1963 doğumlu Kanadalı yazar Yann Martel’in aynı adlı romanından uyarlamış. Yazar,“Pi’nin Yaşamı” fantastik macera romanıyla 2002 yılında “Man Booker Ödülü” kazanmıştı. Bu roman, Inkılâp Kitabev’nden 2012 yılında bizde de çıktı.

Pi’nin inanılmaz macerası…

Şimdi evli ve çocukları olan Pi’nin maceraları, ilhamını kaybetmiş yazarın ilgisini çekmiş. Filmdeki yazarın Yann Martel olduğunu düşünün. Babası Santosh, devletin arazisine hayvanat bahçesi açmış. Çocukken onun tüm derdi tuhaf adı. Okuldaki öğrenciler, “Piscine” adından lâkaplar ortaya çıkarınca o da Pi sayısıyla kendini savunuyor. Öyle ki, matematikte dahiliğe bile yükseliyor ve sonunda itibarını alıyor. Artık adı Pi. Doğunun Fransız Rivierası Pondicherry’de yaşıyorlar. Burada Fransız etkisi de var. Çocuk Pi, tesadüfen girdiği Katolik kilisesinde başka Tanrıların ve inanışların da olduğunu keşfediyor. Önce Hıristiyan oluyor, sonra Müslüman, ardından Yahudi. Aslında neyi keşfederse ondan oluyor Pi. Müslümanların da Tanrı’ya Allah dediklerini de öğreniyor gecikmeden. Ailesinin diniyle beraber tam dört inanışı olan Pi, bu dört inanışın da gereklerini yerine getiriyor kendince. Hindistan’daki inanışlarda 33 milyon Tanrı varmış. Yani 33 milyon defa suçluluk duygusu. Tek Tanrılı dinlerdeyse hiç olmazsa bu kadar çok suçluluk duygusu olmadığını düşünüyor. Zaman geçiyor. Biraz büyüyor. Aşkı da keşfediyor Pi. Müzik dersinde onu, Anandi’yi keşfediyor. Kalbi hızla atıyor. Sonra onunla konuşma cesareti buluyor. En azından kız ona bu cesareti veriyor. Ama kader diye bir şey var ve Pi trajedisine yol alıyor. 1978 yılı geldiğinde babası, artık Hindistan’ı terk edip Kanada’ya yerleşmeleri gerektiğini söylüyor. Tsimtsum adlı Japon yük gemisiyle Patel ailesi hayvanat bahçesindeki hayvanlarla Kuzey Amerika’ya, Kanada’ya doğru Pasifik’ten yola çıkıyorlar. Onca hayvana bakmak elbette zor. Geminin aşçısı da kötü biri. Ama daha da kötü plân gecikmiyor. Pasifik’in yani Büyük Okyanus’ta dünyanın en derin yeri “Mariana Çukuru” (Challenger Deep) var. Gemi buradan geçerken ürkütücü bir fırtına kopuyor, gemi batıyor ve Pi dışında insan kurtulamıyor. Filikada sadece Pi, zebra, sırtlan ve Bengal kaplanı, sonra gelen bir maymun koca gemiden geriye kalanlar. Pi, çocukken Bengal kaplanıyla arkadaş olmayı denemişti safça. Şimdi okyanusun ortasında yırtıcı hayvanlarla ölüm dansı başlıyor Pi’nin. Kaplan, diğer hayvanları beslenme zincirine takıyor. Sırada Pi mi var? İnsan zekâsı ve düşünce derinliği bu vahşi doğada ortaya çıkıyor ve ölüm dansı karşılıklı saygıya dönüşüyor. Filmi seyrederken inanılmaz anların ve mücadelelerin yaşanmasını seyrederken gerçekten heyecanlanıyorsunuz. Bunda filmin üç boyutlu olmasının da katkısı var. Pi’nin ve kaplanın, mirketlerin (meerkat), yani çöl farelerinin ormanındaki anlar muhteşem. Sonunda Atlantik’te, yani Atlas Okyanusu’nda kurtuluyorlar. Meksika kıyılarında kaplan arkasına bakmadan ormana dalıyor. Bu durum Pi’nin kalbini kırıyor. Bunca zaman beraber olup kaplanın hoşçakal bakışı yapmaması hüzünlendiriyor Pi’yi. Japon sigortasından memurlara neler olduğunu anlatsa da inanmıyorlar. Gerçeği istiyorlar. Pi, onlara başka bir hikâye anlatıyor. Filmi seyrederken, Pi’nin, fırtına patladığı anları anlatan hangi hikâyesine inandınız? Macera dolu olana mı, yoksa gerçekçi gibi durana mı? Ama ikisinde de trajedi var. Birden Akira Kurosawa ustanın 1950 yapımı siyah-beyaz “Rashomon-Raşomon” filmini düşünüyorsunuz. Dört kişiden hangisi gerçeği söylüyordu? Ang Lee’nin filminde anlatan bir kişi ama. Tek gerçek olsa da, yine de gerçeklik bakış açılarına göre değişiyor.

Filmin görselliği gerçekten büyüleyici. Hindistan kadar büyüleyici. Hindu mitolojileri kadar yaratıcı. Pasifik’teki anları perdede üç boyutlu yaşamak gerek. İnsan o anların içindeymiş gibi hissediyor. Müzikler de muhteşem. 1954 doğumlu Tayvanlı Ang Lee, Hollywood’a damga vurmuş yönetmenlerden. 1995’teki “Sense and Sensibility-Aşk ve Yaşam”, 1997’deki “The Ice Storm-Buz Fırtınası”, 2000’dek dört Oscarlı “Wo hu cang long-Kaplan ve Ejderha”, 2005’teki üç Oscarlı “Brokeback Mountain-Brokeback Dağı”, 2007’deki Venedik’ten “Altın Aslan” kazanmış “Se, jie-Dikkat, Şehvet” filmleri gerçekten sinemada önemli yerdeler. 1962’de Michigan’da doğan David Magee, Marc Forster’ın 2004’teki “Finding Neverland-Düşler Ülkesi” ve Bharat Nalluri’nin 2008’deki “Miss Pettigrew Lives for a Day-Öyle Bir Gündü ki” filmlerine de senaryo yazmıştı. 1962 doğumlu Hintli oyuncu Irrfan Khan’ı ilk, Mira Nair’in 2006 yapımı “The Namesake-Adaş” filmiyle tanıdık. Sonra da gerisi geldi. Hollywood bu iyi oyuncuyu kendi sularına çekti. Yeni Delhi’de 1993’te domuş Suraj Sharma, Bengal kaplanıyla beraber filmi tek başına sırtlanmış.

(27 Aralık 2012)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com