Orada, Dünya Yolculuğuna Brezilya’da Devam Ediyor

Genç Türk sinemasının sıradışı örneklerinden, Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun birlikte yönettiği, Dolunay Soysert, Erol Günaydın ve Sinan Tuzcu’nun başrollerini oynadığı Orada dünya yolculuğuna bu kez Brezilya Mostra Sao Paulo Film Festivali’nin Genç Yönetmenler Yarışması’nda devam edecek. Daha önce onikisi Avrupa, beşi ise yurtiçinde olmak üzere 23 film festivalinde dolaşan Orada dünya yolculuğunda Yeni Delhi, Şangay ve Montreal festivallerine de uğramıştı. Geçtiğimiz hafta Adana’da yarışan Orada Ekim ayında ayrıca Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Antalya, Isparta ve Burdur izleyicisiyle de buluşacak.

Daldan Dala Sinema, Tercüme, Çeviri, Yine Bir Kiralık Kaatil Öyküsü

Sinema ile ilgileniyoruz ya, televizyonda yakaladığım bir sinema programına takıldım. Genç sunucu hanım “daldan dala” sekerek, sinema konusunda haberler, yeni çevrilen filmler hakkında açıklamalar… Hiç birine bir şey demiyorum da bir roman uyarlaması -yabancı- yeni bir filmden söz ederken, “…’nın romanının sinemaya tercümesi” dedi.

Mustafa Nihat Özön’ün (Nijat Özön’ün adını duyduysanız, onun babası olmaktadır) Osmanlıca – Türkçe Sözlük’ünü açıp bakıyorum. Terceme, tercüme: Arapça isim, “bir dilden başka bir dile çevirme” diyor (bir anlamı ile, başka bir anlamı da var, o konumuz dışında). Önce söz, sonra yazı olduğuna göre, bunlar bugün de devam ettiğine göre, farklı dillerin karşılaşması sırasında sözün veya yazının bir dilden başka bir dile (lisana) çevrilmesi durumu söz konusu olur ki, bu eylem mi dersiniz edim mi dersiniz, kısaca yapılan iş çeviri, tercümedir. Yeri geldiği zaman sinemanın da bir dil olduğu söylenir. Akad’ın sinema dili, Seden’in, Welles’in sinema dili, Godard’ın sinema dili, Fransız sineması dili, Yerli (Türk) filmlerin dili denir. Hepsi doğru da, sinemanın dil’inin yanında edebiyatın da dil’i vardır (hem de bu dilin ana malzemesi dil’in kendisidir -sinemanın ise: görüntü-), tiyatronun da dil’i vardır (oyuncuların kullandıkları kelimeler değil, yönetmenin kullandığı yöntem), heykelin de dil’i vardır… ve de tabii ki müzik’in de dil’i vardır, mimarinin de… Sinema dili ile edebiyat dili karşılaştırılmaz, özellikleri birbirini tutmadığı için.

Kendisinin bir dili olan disiplinlerin, resmin, heykelin, müziğin ve de edebiyatın sinemaya etkileri olduğu gibi, bunların filmleri de yapılır. Ayrıca edebiyat yapıtları sinemaya tükenmez bir kaynak oluşturmaktadır. Sinemadan yıllarca önce ürün vermeye başlayan edebiyat, en son ürünleri yanında, en eski ürünleri ile de -aynı zamanda- sinemaya kaynaklık eder, bir başka deyişle edebiyat yapıtları sinemaya uyarlanır. Ama edebiyat eserinin sinemaya tercüme edilmesi…, ne demektir hâlâ anlamış değilim. Bir Fransız romanı Türkçe’ye çevirebilirsiniz, bir Fransız filminin konuşmalarının dublajını (bir tarz tercüme / çeviri) yapabilirsiniz veya konuşmaları aynen bırakıp, tercüme ettikten / çeviri yaptıktan sonra alt yazı ile karelere yerleştirebilirsiniz. Ama ne bir Fransız, ne bir Türk, Türkçe veya Fransızca bir romanı sinemaya çeviremez. Kelimeler ihtiyaçtan doğar veya yeni bir olgu (ürün veya kavram) bütün dillerde aynı veya farklı kelimelerle ifade edilir, dile yeni bir kelime katılır. Dil gelişim gösterir, sinema da gelişim gösterir ama son yıllarda göze olduğu üzere tekniği ile değil, dili ile de… Sinemanın -100 yılı aşan kısa serüveninde- başlangıçta günün ustaları (Chaplin, Eisenstein, Pudovkin, Griffith, Renoir, Dreyer…) sinema dilini hayli geliştirip, bugün artık klâsik diyebileceğimiz, herkesin kullandığı noktalara ulaştırdılar ama her zaman için dile yeni bir katkı yapmak olası, yapılmıyor da değil, (belki bir çok şeyi tekrar ediyor -yeniden yapıyor, ama- Tarantino, Almadovar…). Bunlar ve diğer film yapanlar, önemli veya önemsiz, bir çok edebiyat yapıtını sinemaya uyarladılar, tercüme etmediler. Kimi zaman yapıta bağlı kaldılar.

Tolstoy’un yapıtını -bizde Harp ve Sulh adı ile oynadı- ABD sineması King Vidor eliyle -biraz kısaltarak- çekti, SSCB’de ise Bonderçuk -kimi basında yazılanlara göre- yapıtı senaryo olarak kullanarak çekti. 4 saat süren bu versiyon belki yapıta daha sadıktı ama eninde sonunda bir edebiyat uyarlaması idi ve yapıtın senaryo olarak kullanılması hiç de akla (işin mantığına, tekniğine) uygun değildi. Edebiyat yapıtları kimi zamanda sadece bir hareket noktası olarak alınır ve çeşitli önemli önemsiz değişiklerle uyarlanırken, bazen de değişiklikler kaçınılmaz olacaktır. Daha ileri giderek kapsamlı değişiklikler yapılarak da uyarlamalar yapılacaktır. Ne şekilde yapılırsa yapılsın bu şekilde yapılan işlemler bir uyarlamadır, hiç bir zaman tercüme olarak adlandırılması -yapılan işin mekanizması bakımından- mümkün değildir.

Burada belirtmek gerekir ki, tercüme / çeviri yapmak -bir dilden dile yapılırken bile- yapıta bağlı kalınarak olur, burada tercüme yapanın değişiklik yapmak gibi bir hakkı olmamalıdır. Olayı başka bir ortama taşıyarak yapılan tercüme ise, adaptedir ki, çevirinin farklı bir biçimidir. Bir romanın sinema uyarlaması üzerine, bir kelimeden kalkarak bu yazılanlar, sadece kelimenin (“tercüme”) yanlış kullanılmasıdır, aman dikkat!

*****

Bir Anadolu gecesinde üç seyirci, bir film seyrettik: Paramparça. Yönetmen: Naci Çelik Berksoy. Senaryo yazarı ve başrol Ozan Çobanoğlu. Ozan Çobanoğlu Samanyolu Televizyonu’nda yayınlanan Tek Türkiye isimli dizinin hem yazarı hem oyuncusu imiş, bu sinema filminde de hem senaryoyu yazmış hem de başrolü oynuyor. Bir kiralık kaatil öyküsü. Sinemamız bir çok kiralık kaatil öyküsü anlatmıştır ama ismi Kiralık Katil (Kiralık Kaatil olması lâzım) olan tek film 1971 yapımı İsmet Soydan’ın filmidir.

Kiralık kaatil öyküleri, yalnız adam öyküleridir ve sinemamızın (ve de her sinemanın) hayli itibar ettiği bir konudur. Fakat bu kez -özellikle ikinci yarı- biraz farklı bir gelişim gösteriyor. Başlangıçta eski bir polis olduğunu öğrendiğimiz kaatilimizin, bir çok iş gördüğünü (bir çok kez kiralandığını), fakat bir kez yakalanarak, hüküm giydiğini öğreniyoruz ve bu cezasını çekiş sırasında -cezaevinde- tövbekâr olduğunu… Ama çıkınca kendisini uzun zamandır arayan ve otuz yıllık bir ‘kan davasını’ güden adamın ikna etmesi sonucu işini görür ve kiralayanının kanlılarının küçük oğlunu öldürür. Gerisi öldürme sırasının karşı tarafa geçmesi ve kaatilimizin vicdan muhasebesine girmesidir. Artık kaçacak yeri olmayan bir hedef olmuştur fakat ne zaman ve kimin hedefidir. Daha çok kendinin hedefidir ama buna da yetecek gücü yoktur. Sinemamızda yeni (ve nisbeten değişik) bir kiralık kaatil tiplemesi ile diğerlerinden -biraz- farklılaşıyor. Yine de kiralık kaatillik romantizminden (bu kez içe doğruda) kurtulamıyor.

(“Kaatil” olarak yazıyorum, doğrusu bu olduğu için, sinemamız hep “katil” olarak kullanır -ki yanlıştır. “Katil” = adam öldürme fiili, “kaatil” = adam öldürme fiilini işleyen kişi. Sinemamızda film isimlerinde “kaatil” olması gereken kelime hep “katil” olarak yazılmıştır, bir tek 1955 yapımı Lütfi Akad filminin adı Kaatil’dir, tek doğru kullanım budur.)

(07 Ekim 2010)

Orhan Ünser

Can Yayınları

Can Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenenler:
Kenar Mahalle Çocukları,
Kurosawa’nın Raşomon’u,
Sinemada Ağlarken,
Geceyle Gelen,
Artistlik Yapma: Yönetmenlerle Oyuncular Arasındaki Yaratıcı Mücadeleler,
Ölmeyi Bilen Adam: Muhsin Ertuğrul,
Hürrem Erman: İzlenmemiş Bir Yeşilçam Filmi.

Can Yayınları yazısına devam et

Agora Kitaplığı Yayınları

Agora Kitaplığı Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Yeni eklenenler:
Film Senaryosu Yazmak,
Sinemada Kurgu,
Sinemada Oyunculuk,
Sinemada Yönetmenlik,
Annemin Sevdiği Şarkılar,
Ten ve Hafıza: Agnes Varda,
Coen Kardeşler,
Sinema ve Anarşizm,
Peter Greenaway,
Alfred Hitchcock.

Agora Kitaplığı Yayınları yazısına devam et