Türk asıllı yazar Akif Pirinçi’nin romanından uyarlanan “Kapı”, Anna Saul yönetmenliğinde geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Şansı hak eden bir Alman gerilimi olan “Kapı”nın en büyük tercih sebebi, klişe Hollywood gerilimlerine hiç mi hiç yüz vermiyor olması…
Peki “Kapı”dan içeri girince bizi neler bekliyor? Konu şöyle, mutluluğu kapı komşusunun kollarında arayan, garip ressam David, -çünkü yaptığı resimler de kendisi gibi pek bir acayip kahramanımızın- ailesinin kıymetini bilmemekte… Güzel karısını aldatmakta, küçük kızına ilgi göstermemekte…
Ama insan bir şeylerin değerini kaybedince anlar ya, David’in başına gelen de böyle bir şey… Kızına göz kulak olması gerekirken, komşusuyla kaçamak yapmayı tercih eden David, bir anlık ihmalinin bedelini çok ağır ödüyor. Bağcıkları açık bir vaziyette, kelebek peşinde koşan küçük kızı, Azraile davetiye çıkarınca acı son kaçınılmaz oluyor. Kız, evlerinin havuzunda boğuluveriyor. Sonrası büyük bir yıkım…
Bence bir insanın yaşayabileceği en büyük hayal kırıklığı, pişmanlıktır. “Kapı”da işte bu büyük hayal kırıklığı ve akabindeki pişmanlığın öyküsü. Hayatta her şey bir gün unutulsa da, -ölüm bile- pişmanlıklar yaşam boyu yakanızdan düşmez. Bazen kaybolmuş gibi görünse de asla yok olup gitmez, fırsatını bulunca da hortlar.
Filmin sorguladığı bir diğer mevzu ise “Bir şansımız daha olsaydı her şey farklı olur muydu?” sorusu… Pek tabi aklı başında her insan hatalarından ders çıkarır. Peki, aklı başında değilken yaptığı hataları ne kadar telâfi edebilir, orası kocaman bir soru işareti.
“Kapı” sert bir iç hesaplaşma… Bir insanın dibe vuruşunun derinlerinden ve vicdan azabının doruklarına çıkan ilginç bir deneme. Sıkı başlayan, gelişme bölümünde biraz yoldan sapsa da, finale giden yolda toparlayan ve gerçekten başarılı bir finalle görülmeyi hak eden bir film…
(24 Ağustos 2010)
Gizem Ertürk
Açıkçası bu yorumdan sonra filme büyük bir merak duydum. Gizem hanım, filmi bir an önce izlemek için sabırsızlanıyorum.