2012
Yönetmen: Roland Emmerich
Senaryo: Roland Emmerich, Harald Kloser
Müzik: Harald Kloser, Thomas Wanker
Görüntü: Dean Semler
Kurgu: David Brenner-Peter S. Elliot
Oyuncular: John Cusack (Jackson), Amanda Peet (Kate), Chiwetel Ejiofor (Adrian), Thandie Newton (Laura), Oliver Platt (Carl), Woody Harrelson (Charlie), Danny Glover (Başkan Wilson), Liam James (Noah), Morgan Lily (Lilly), Thomas McCarthy (Gordon), Zlatko Buric (Karpov)
Yapım: Columbia (2009)
Maya uygarlığının takviminden yola çıkan Roland Emmerich’in “2012” mahşer bilimkurgusu, aslında küresel ısınma yüzünden insanlığa uzak bir mahşer değil. Emmerich, mahşeri yaşatırken, filminde hikâyeler de anlatıyor.
Maya uygarlığının takviminden yola çıkan “2012” bilimkurgu filmi, sinema perdesinde çok etkileyici mahşer görüntüleri yaratıyor. 1955 yılında Stuttgart’ta doğan Alman yönetmen Roland Emmerich’in 2004 yapımı “The Day After Tomorrow-Yarından Sonra” bilimkurgusunu görenler, “2012”den de etkilenecekler. Maya uygarlığı, M. Ö. 600’de yükselişe geçmiş, M. S. 250-600 arasında klâsik dönemini yaşamış, M. S. 900’e dek uygarlığı geniş bir alana yayılmış ve Kristof Kolomb’un işgâliyle sonları gelmiş. Maya uygarlığı astronomi, matematik, mimari ve sanat alanlarında çok gelişmişler. Mayalar, “güneş takvimi” kullanıyorlardı ve bizim kullandığımız “Gregoryen” takvime yakındı. Yılı 365,2422 gün olarak hesaplamışlar. Bizim kullandığımız takvimse 365,2420 gün. Arada sadece 17 saniye var. Mayalar, güneşten kaynaklanan manyetik değişiklikleri de hesaplamışlar. İşte bu hesaplamalar, Aralık 2012’yi gösteriyor. Elbette, filmde de gösterildiği gibi mahşer dünyayı ve içindekileri tümden yok etmiyor. Maya inanışına göre de öyle. Kıtalar kayacak ve yeni uygarlıklar oluşacak. Dünyanın tepesi Himalayalar değil, Afrika olacak. Ama, bunlar olurken dünya gerçek bir mahşeri yaşayacak. Yerler yarılacak ve her şey çökecek. Oynanuslar yükselecek. Tsunamiler oluşacak. “Tsunami”, Japonca “liman dalgası” anlamına geliyor ve “sunami” diye de okunuyor. Okyanus, “dünyanın tepesi” Himayalar’ı bile yutuyor. Ama, bu mahşerde de “Nuh’un Gemisi” olacak.
Güneşten gelen felâket…
Film, 2009 yılında Hindistan’da açılıyor. Jeolog Adrian Helmsley Hindistan’a gidiyor. Bakır madenlerini kontrol ederken jeolojik değişimlerin farkına varılıyor. Güneşteki patlamalar dünyayı etkilemeye başlıyor. Elbette Maya takvimi akla geliyor hemen. Bu takvimde, güneşteki değişimler hesaplanarak 21 Aralık 2012’de dünyanın sonu geleceği hesaplanmış. Film, bu takvimin mahşerini yaratıyor perdede. Filmde küresel ısınmaya dair bir şeyler söylenmiyor. Bir ihtimalden yola çıkılıyor. Astronomide ve matematikte ileri bir uygarlığın hesapları ya doğru çıkarsa? İşte film bu korkudan yola çıkarak küresel felâketi perdeden yansıtıyor. Özel efektler, öncelikle bilgisayarla oluşturulan atmosferler yer yer insanı o mahşerin içine alıyor. Depremlerle oluşan sarsıntılar, yükselen denizler, tsunamiler ve birçok şey. Bunlar olurken elbette filmde hikâyeler de var. En öndeki hikâye de Curtis ailesinin. Kitapları çok satmayan yazar Jackson Curtis, pek para kazanamadığı için bir Rus milyarder Yuri Karpov’un lumizin şoförlüğünü yapıyor. Yazmaya çok yoğunlaştığı için karısı Kate’i bile kendinden uzaklaştırmayı başarmış Jackson. Kate, Gordon Silberman’la yaşıyor artık. Jackson’ın oğlu ve kızı, Noah ve Lilly baba figürü olarak Gordon’ı yakınlarında görüyorlar. Ama, küresel felâket gerçek babaya yaklaştırıyor çocukları. Başkalarının da hikâyeleri yansıyor filmde. Jeolog ve başkanın yeni bilimsel danışmanı Adrian Helmsley ve başkanın kızı Laura Wilson’ın da hikâyeleri öne çıkıyor filmde. Hangi felâket olursa olsun sonunda kazanan daima aile ve aşk oluyor. İşte bütün bunlar filmdeki melodramı çoğaltıyor ve dünyanın trajedisinin içinde insani duyguları yansıtıyor. Yönetmen Emmerich’in kültürel genlerinden gelen karamsarlık da hissediliyor filmde. Her ne kadar finalde umut olsa da. Bu filmde bir şey daha fark ediliyor: Dünya yerle bir olsa da paran varsa kurtulursun… Yönetmen bu adaletsizliğe eleştiri de getirmiş. Filmde, Fritz Lang ustanın ruhuna da dokunuyorsunuz. Filmde, Çin’de inşası süren devasa gemide çalışan binlerce insanı görünce ustanın 1927 yapımı “Metropolis” bilimkurgusunu hatırlıyorsunuz. Hem görsellik hem de içerik anlamında. Emmerich, bu filminde bir şeyi daha unutmamış. Tsunami, Amerikan ordusuna ait John F. Kennedy savaş gemisini Beyaz Saray’ın üzerine bırakıyor. 1963 yılında suikasta giden Kennedy, Amerika’nın 35. başkanıydı. Filmde unutulmaz bir karakter de var. Woody Harrelson’ın hayat verdiği Charlie Frost, Montana ve Idoha eyaletleri arasında kalmış Yellowstone’daki ulusal parkta insanlığı uyandırmaya çabalayan Yunan mitolojisinden düşmüş bir Cassandra sanki. Charlie’nin varlığıyla seyirci bir an “Cassandra Sendromu”nu da yaşıyor. Yellowstone’un altında bir yanardağ var. Çok geçmeden o yanardağ patlıyor ve felâket daha da hızlanıyor. Filmde, küresel felâket her yere dokunuyor, ama sadece bir yere dokunmaya gücü yetmiyor. Orası da Müslümanların yoğun yaşadığı topraklar elbette. Yönetmen de zaten itiraf etmişti. Filmdeki İslâmofobi kendini iyiden iyiye hissettirmiş.
(11 Kasım 2009)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com