Selvi Boylum Al Yazmalım’ın Master Negatifi Bulundu

Yeni Şafak’ın 28 Kasım 2008 tarihli manşet haberinden sonra konuyla ilgili özel bir araştırma ekibi oluşturan Kültür Bakanlığı, üç yıldır kayıp olan Atıf Yılmaz başyapıtının elde kalan son negatifine Doğan Medya Holding’e ait Star Televizyonu arşivlerinde ulaştı.

Düzenli okurlarımızın hemen hatırlayacağı üzere, Yeni Şafak’ın 23 Kasım 2008 Pazar tarihli nüshasında “Türk sinemasının başyapıtı kayboldu” başlığıyla bir manşet haberimiz yayımlanmıştı. Konu ise rahmetli yönetmen Atıf Yılmaz’ın 1978’de çektiği unutulmaz filmi “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın 35 mm’lik master negatif bobinlerinin arşivlerde kaybolmasıydı. Ki bu da anılan yapıtın -eldeki son video kopyaları da iş göremez duruma gelince- yeryüzünden silinip gelecek kuşaklara aktarılamaması anlamına geliyordu.

Geçen sonbahar aylarında Bakü’deki bir film festivaline konuk olduğumuz sırada bazı sinemacı dostlarımızdan öğrendiğimiz bu üzücü olayı yurda döner dönmez haberleştirmiş ve gazetemizde de bir özel haberle duyurmuştuk. Yayımlandığı gün ülkemizdeki irili ufaklı bütün sinema sitelerine alıntılanan o haber, ilerleyen günlerde etkisini göstermekte gecikmedi. Olayın sinema çevrelerinde dalga dalga yayılmasının ardından gerek Kültür Bakanlığı, gerekse sektördeki bazı sorumluluk sahibi isimlerin filmin master negatifini bulabilmek için yoğun bir çaba içine girdiklerini haber alıyordum; ancak bir noktadan sonra ise konunun taraflarıyla irtibatımı kaybettim.

Geçtiğimiz günlerde yapımcı-yönetmen dostum Sadık Deveci’den ulaşan sevindirici bir haberle, aylardır her aklıma geldiğinde canımı fena hâlde sıkan bu olayın mutlu sonla bittiğini öğrenecektim. Sağlığında rahmetli Yılmaz’ın da asistanlığını yapmış olan Deveci, yayımladığımız haberden sonra Kültür Bakanlığı’nın işi daha bir ciddiye aldığını, ayrıca büyük film arşivlerine sahip Doğan Medya Holding gibi kurumların özenli bir tarama yapılabilmesi için kapılarını kendilerine ilk kez açtığını anlattı; uzun arayışlardan sonra da “Selvi Boylum”un kayıp negatifine Star Televizyonu’nun arşivinde ulaştıklarını belirtti.

Filmin negatif bobinleri, TV yayınlarında ve uluslararası festivallerde kullanılacak yeni pozitif kopyaların çıkartılabilmesi amacıyla 2006 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi’nden ödünç alınmış, bir süre elden ele dolaşan bobinler en sonunda da bu trafik içinde sırra kadem basmıştı. Deveci ve diğer yetkililer, adı sanı belirsiz yüzlerce eski film makarasının arasında gerçekleştirdikleri sabırlı bir arayışın sonucunda, anılan televizyonun arşivindeki raflardan birinde “Selvi Boylum”a ulaşmışlar. Kendisi, o görüşmede, “Filmin master negatifini bulmamızda hakkınız çok büyük, çünkü arama çabaları sizin konuyu gazetenizde gündeme getirmenizle birlikte daha ciddi bir boyut kazandı” şeklinde bir ifade kullandı ki bu cümle, benim gibi Türk sinemasının klâsiklerinin koruma altına alınması için öteden beri mücadele eden biri için en anlamlı meslekî ödüldür. (Yukarıdaki fotoğrafta soldan sağa Atıf Yılmaz, Cengiz Aytmatov, Kadir İnanır ve iki hayran görülüyor.)

Neyse; Yeşilçam’a egemen olan böylesi bir laçka arşivleme düzeni içinde şimdiye kadar yüzlerce, binlerce önemli filmimizi yitirdik; fakat en azından herkesin bildiği ve çok sevdiği bir başyapıtı fazla zarar görmeden kurtarmış olduk. Türkiye’de film negatiflerinin koruyuculuğu görevini üstlenen Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi yeni kopyalar basılması gerekçesiyle dışarıya negatif verirken hiç kuşkusuz ki bundan böyle teslim prosedürünü çok daha sıkı tutacaktır. Çünkü tarihe kayıt düşmüş bu gibi önemli yapımlar artık şu ya da bu şahsın değil hepimizin ortak malı, gelecek kuşaklara sağ salim aktarılması gereken birer kültür mirası konumundalar…

Çilekeş köylü kızı Asya’nın sürekli lâf salatasıyla geçinen, ancak karısı ve çocuğu için parmağını bile kıpırdatmayan, fiziken hoş fakat karakter açısından bomboş İlyas’ı değil; kendisine en zor gününde sahip çıkıp kol kanat geren yiğit kamyoncu Cemşit’i hayat arkadaşı olarak seçtiği o unutulmaz finali yalnızca bugünün gençleri değil, 2050’lerin gençleri de izleyebilmeli!

Konuyla ilgili 28 Kasım 2008 tarihli haberimizin linki:
http://yenisafak.com.tr/Sinema/Default.aspx?t=23.11.2008&i=151877

Selvi Boylum Al Yazmalım filminin fotoğraflarına ulaşmak için tıklayınız.

(28 Temmuz 2009)

Ali Murat Güven
Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü

[email protected]

Kampüste Çıplak Ayaklar

Cansel Elçin’in yönettiği ve Ezgi Asaroğlu, Damla Sönmez, Türkü Hazer ile Cansel Elçin’in oynadığı Kampüste Çıplak Ayaklar, 02 Ekim 2009’da Medyavizyon Film dağıtımıyla Kiproko Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Hikâye İstanbul’daki bir Üniversite’de geçiyor. Farklı sorunları olan gençlerin bulunduğu sınıfın kapısı bir gün açılır ve içeri adı Şiva olan Hintli bir kız girer. Başta herkesin alay ettiği kız, sonradan herkesin arkadaşı olacak ve farklı inançlar ve mitolojik hikâyelerin yardımıyla onların hayatını değiştirecektir. Ancak hiç kimse Hintli kızın bir sırrı olduğunu bilmemektedir.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri ve diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kampüste Çıplak Ayaklar yazısına devam et
  • Perdeyi Kana Boyayan Çocuklar

    Histeri (The Children)
    Yönetmen-Senaryo: Tom Shankland
    Hikaye: Paul Andrew Williams
    Müzik: Stephen Hilton
    Görüntü: Nanu Segal
    Oyuncular: Eva Birthistle (Elaine), Stephen Campbell Moore (Jonah), Jeremy Sheffield (Robbie), Rachel Shelley (Chloe), Hannah Tointon (Casey), Raffiella Brooks (Leah), Jake Hathaway (Nicky), William Howes (Paulie), Eva Sayer (Miranda)
    Yapım: İngiltere (2008)

    “WΔZ” adlı irkiltici kanlı korku ve şiddet filmiyle hatırlanan İngiliz yönetmen Tom Shankland’ın “Histeri” filmi, bir Noel tatilinde çocukların saçtığı şiddeki anlatıyor. Yer yer insanı irkilten yönetmen, acaba alt metniyle bu filminde ne demek istiyordu?

    İngiliz yönetmen Tom Shankland, ilk filmi 2007 yapımı “WΔZ-WAZ” adlı korku-gerilim filmiyle hatırlanıyor. Yönetmenin, “The Children-Histeri” adlı çocuk şiddetini öne çıkaran bu filmi gerçekten çarpıcı ve kanlı-korku sinemasında iyi bir yerde. Noel tatilinde bir dağ evinde çocuklar cinnet geçirip ebeveynlerini vahşi biçimde öldürüyorlar. Her şey Miranda’yla başlıyor ve sonra diğer çocuklara sıçrıyor bu. Miranda, mistik bir güçle diğer çocukları etkiliyor ve her şeyi denetliyor sanki. Aslında her şey iyi başlıyor. Mutluluk ve sıcaklık, karların üzerinde sıcaklık saçıyor. Eva ve ailesi, Eva’nın kız kardeşi Chleo’nun dağdaki evlerine geliyorlar mutlu bir Noel geçirmek için. Jonah, küçük kızı Miranda’ya Çince öğretiyor. Çin ilâçları da kullanıyor. Filmi seyrederken, Miranda’daki tuhaflıklar Çin ilâçlarından mı, diye düşünmeye başlıyorsunuz. Miranda, neredeyse mistik yüklü bir kız çocuğu gibi. Miranda’daki şiddet virüsü sadece çocuklara bulaşıyor. Çocuklar, tuhaf biçimde ebeveynlerini öldürmeye başlıyorlar bilinçdışı bir şiddetle. Film, görünürdeki mutlu aile yansımalarıyla alttan alta sorunları da duyuruyor. Jonah, şimdi bir genç kız olan Casey’le bir türlü iletişim kuramamış. Miranda, üvey ablası Casey’i pek sevmiyor. Chleo’nun kocası Robbie, Casey’ye ilgi de duyuyor. Ama, şiddet çoğaldıktan sonra hiçbir sorunun anlamı kalmıyor hayatta kalmak dışında.

    Kan, şiddet ve psikanaliz…

    Yönetmen Shankland, bu filminde Hollywood’un eski zamanlarındaki (1970’lerdeki) korku-şiddet filmlerinin ruhunun içine dalıyor “Histeri”yle. Yönetmen, Hollywood’da bu tür filmlerdeki ön jenerik yazılarındaki gibi renk tonlarını bile kullanmış bu filminde. Aslında Shakland’ın filmine içerik olarak özgün diyebiliriz. Kimin aklına gelebilirdi ki çocukların şiddet saçması? Huzursuz, tedirgin ve öfkeli Miranda, gerçekten bir yerden sonra seyiriciyi de tedirgin etmeye başlıyor. Miranda öyle tatlı ve insanda babalık duygusu uyandırıyor ki. İşte o sevimli Miranda, filmdeki şiddeti çoğaltan minik kıza dönüşüyor. Yönetmen, çocukların yarattığı şiddeti doğrudan göstermiyor. Bir iki sahne dışında. Elbette bu doğru bir şey. Çocuklar gerçekten bir travma geçirebilirlerdi. Yönetmen Shakland’ın “Histeri” filmi, gerçekten başarılı ve gerçekten kanlı bir film. Tüm bir final bölümünün de çok sıkı olduğunu belirtmeliyiz. Filmi seyrederken kameranın arkasında birinin olduğunu hissediyorsunuz. Filmdeki oyuncu performansları da iyi. Öncelikle tüm çocuklar kameranın önünde birer usta gibiler. Minicik kız çocuğu Leah’la kardeşi Nicky’nin Elaine’i evin içinde sıkıştırdıkları sahne yürekleri hoplatıyordu. Film, estetik açıdan da etkileyici. Dış mekânlar da iç mekânlar gibi insana kasvet veriyor. İşte bu tedirgin edici filmde, yönetmen ve kamerası alabildiğine sakin. Dipte duyulan müzikler de insana yer yer tedirginlik veriyor. Aslında bu filmin alt metnini ya da psikanalitik yönünü anlamak gerekecek. Çinliler, çocuklar, şiddet, kan, hastalıklı durumlar ve aklınıza gelebilecek birçok olumsuz şey takılıveriyor akıllara. Yeni sinema mevsiminin görülmeye değer filmlerinden bu. “Histeri”nin yönetmenin ikinci filmi olduğunu da belirtmeli. Yönetmen, genelde televizyon dizileri çekiyor ülkesinde.

    Psikopat filmler…

    Yönetmen Shankland’ın “Histeri” filminin, 1970’lerde Hollywood’un korku-şiddet filmleriyle akrabalığı var. Kanlı şiddeti çoğu anda doğrudan göstermemesi “Histeri”nin az irkiltici film olduğunu göstermez. “Histeri”, kendi türünde küçük bir başyapıttır belki de. Sinema tarihinde psikopat-manyak filmler bir hayli var. Burada, uzak ve yakın tarihli birkaç psikopat filme dokunma şansımız var. Yönetmen Tobe Hooper’ın ikinci filmi olan 1974 yapımı “The Texas Chain Saw Massacre-Teksas Katliamı”, görsel anlamda vahşi şiddet yüklü bir filmdi. Filmde beş kurban, yamyam bir ailenin eline düşüyordu. Bu film zamanında yasaklanmıştı. Elinde elektrikli testereyle sürekli birilerini kovalayan aile insanları testereyle biçiyordu “Teksas Katliamı”nda. Eli Roth’un yönettiği 2005 yapımı “Hostel-Otel” filminde de seyredilmesi gerçekten zor vahşi işkence sahneleri vardı. “Otel” filminin hikayesi nedense Slovakya’da geçiyordu. Fransız yönetmen Alexandre Aja’nın 2003 yapımı “Haute Tension-Yüksek Tansiyon” filmi de yasaklanmıştı. Dean R. Koontz’un Altın Kitaplar’dan “Korku Yuvası” adıyla çıkan “Intensty” adlı romanından uyarlanan filmin şiddet düzeyi de çok sarsıcıydı. Aja’nın “Yüksek Tansiyon”unda, çift kişilikli ve çift cinsiyetli seri katil, soğukkanlılıkla bir aileyi yok ediyordu. Wes Craven’ın ilk filmi olan 1972 yapımı “The Last House on the Left-Soldaki Ev”de, bir grup katil, kızları kesip biçiyordu film boyunca. “Soldaki Ev”de, işkence, tecavüz ve şiddetin her türlüsü bir gece boyunca sürüyordu perdede. Meir Zarchi’nin 1978 yapımı “I Spit on Your Grave-Mezarınıza Tüküreceğim” için şiddet sinemasının “kült film”lerinden deniliyor. Dört adam tarafından alıkonulup tecavüze uğrayan bir kadının, olaydan sonra kaçmayıp tek tek bu adamları öldürmesi üzerine kurulu bu hikâye. Beyazperdede görülebilecek en şiddet yüklü sahneleri içeriyor film. Kadın, bu adamları silâhla tek vuruşta öldürmüyor. Elbette seyircinin midesi kaldıramıyor “Mezarınıza Tüküreceğim” filmindeki birçok sahneyi. Stanley Kubrick’in 1971’de Anthony Burgess’ın romanından uyarladığı “fütüristik” ve “distopik” filmi “A Clockwork Orange-Otomatik Portakal”, şiddeti iki taraflı gösteriyordu. Önce bireyin, sonra da devletin şiddeti yansıyordu perdeye. Her ikisi de vahşiceydi. Alex, Beethoven’ın “9. Senfonisi”ni dinleyerek şiddet saçıyordu “Otomatik Portakal”da. James Wan’ın yönettiği 2004 yapımı “Saw-Testere” filminde birbirini tanımayan iki adam, pis bir banyoda zincirlenmiş olarak uyanırlardı. Manyak bir adamın kurbanı olduklarını anlıyorlardı çok geçmeden. Ardından şiddet uç noktalara ulaşıyordu filmde. “Testere”yle ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştiren Wan, bu filminin sinema tarihinin en iyi korku filmi olduğunu da söylemişti. Bu kadarı yeter herhalde. O kadar çoklar ki, başlıbaşına bir yazının konusu bu psikopat filmler.

    (28 Temmuz 2009)

    Ali Erden

    Kurtlar Vadisi Gladio’da Star TV’de

    Kurtlar Vadisi TV dizisinin yeni sinema filmi Kurtlar Vadisi Gladio’nun televizyon yayın hakları Star TV’ye satıldı. Kurtlar Vadisi Gladio’da başrol, Kurtlar Vadisi Pusu’nun efsaneleşen karakteri İskender Büyük’ü canlandıran Musa Uzunlar’ın. Film, İskender Büyük karakterinin hayat hikâyesi ekseninde, 90’lı yılların başından bugüne, Türkiye yakın tarihinin önemli olaylarına ışık tutuyor.
    Kurtlar Vadisi Gladio’nun 21 Haziran Pazar günü başlayan çekimleri, Ağustos ayına kadar İstanbul ve Antalya’da sürecek ve yönetmenliğini Sadullah Şentürk’ün yaptığı film, 20 Kasım’da vizyona girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Sizi Seviyorum

    Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun yönettiği ve Emre Altuğ, Birce Akalay, Zeynep Beşerler ile Irmak Ünal’ın oynadığı Sizi Seviyorum, 18 Eylül 2009’da Medyavizyon Film dağıtımıyla Mia Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
    Çapkın bir adam olan Erkut, sevgilisi Eda tatildeyken onu bir başkası ile aldatmaktadır. Eda durumu öğrenince intikam almaya karar verir, hiçbirşey olmamış gibi eve döner. Erkut ertesi sabah keyifle kalkar ama yanında Eda olduğunu iddia eden başka bir kadın vardır. Erkut yeni Eda’yı tanımaya çalışırken ertesi gün bir başkası ile uyanır. Ve bir gün “Ben aynı kadını istiyorum” diye isyan eder.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sizi Seviyorum yazısına devam et
  • Renklerde Kaybolan Hayat: Fikret Mualla

    Metin Güngör’ün yönettiği ve Metin Güngör, Ali Poyrazoğlu, Bedri Baykam ile Okan Bayülgen’in oynadığı Renklerde Kaybolan Hayat: Fikret Mualla, 21 Şubat 2020′de B Kare Film dağıtımıyla MGF Prodüksiyon tarafından vizyona çıkarıldı.
    Film, çok uzun yıllar vatanından uzak kalan ünlü ressam Fikret Mualla’nın hayatını ediyor. Türk sinemasında ilk kez bir ressamın hayatının biyografik şekilde ele alındığı filmin yapımcılığını Fikret Mualla gibi ressam olan Metin Güngör üstlendi. Uzun yıllar Hollywood’daki yüksek bütçeli filmlerde sanat yönetmenliği yapan Güngör, filmin hem senaryosunu yazdı, hem yönetti, hem de ünlü ressamı oynadı.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Facebook
    • Fragman
    • IMDb

    Renklerde Kaybolan Hayat: Fikret Mualla yazısına devam et

    Tokat Sinemalarından Haberler

    Birçok filmde şehir nüfus oranın % 15’i kadar seyirci sayısını yakalayan Tokat ili merkezinde faaliyet gösteren Karizma Sineması, Eylül ayından itibaren 8 salon olarak gösterimlerini sürdürmeye hazırlanıyor. 4 salonu girişte, 4 salonu üst katta olmak üzere fuaye alanlarıyla birlikte yaklaşık 1.200 metrekare alanda hizmet veren sinemada iki katta da bay, bayan tuvaleti, büfe hizmeti ve her iki katta da sigara içenler için büyük iki balkon hizmet verecek. Salonların tamamında klima ve temiz hava kanalı, anfi oturma sistemi, kumaş duvar kaplama, Dolby Analog ses sistemi var. Tokat’ta Karizma Sineması haricinde Erbaa Sineması 2, Yurtkur Sineması da 1 salon olarak Şadi İşeri’nin işletmesinde hizmet veriyor.

  • Basın Bülteni