Tabu ya da Türbankafa

Bizde orijinal adına sadık kalıp Towelhead / Türbankafa ismiyle vizyona giremedi belki Tabu ama -üstü kapalı da olsa- mesajı yerine gönderiyor. 5 Oscarlı “American Beauty”nin senaristi ve yine bol ödüllü dizi “6 Feet Under”ın yönetmeni -aynı zamanda da yaratıcısı- Alan Ball bu kez zekâsını ve sivri dilini sinemaya uyarlamaya çalışıyor. Bildiğiniz gibi “Towelhead” aslında bir kitap uyarlaması ama Ball’ın kattığı yorumunda filme yeni bir soluk getirdiğini söylemeli…

Artık kimse “Amerikan Rüyası”na inanmıyor; herkes Amerika’nın özgürlükler ülkesi olmadığını da biliyor ama bu gerçek, durumun bir kez daha hatırlatılmasına engel değil elbet… Derslerine girdiğim bir sinema atölyesinde bu konuyu henüz konuşmuştuk. Ortaya atılan fikir “artık anlatılmayan hiçbir hikâyenin kalmadığıydı ve de farkı ancak yorum farkıyla koyabileceğimizdi…” Tüm genellemeler gibi bu da çok sağlıklı değil elbette… Yeni bir şeylerin nereden ve ne zaman çıkacağı hiç belli olmaz ama içinde olduğumuz durum böyle… Tıpkı Alan Ball’ın “Tabu”da yaptığı gibi… Amerikan banliyölerinde yaşanan ırkçılık ve cinsel taciz bilinen ve hatta sıradan sayılabilecek bir konu ama Ball’ın hikâyeye yaptığı dokunuşlar sihirli bir değnek gibi… Televizyon kökenli olmasının da verdiği -bizim ülkemizde olsa belki dezavantaj olurdu, çünkü bizdeki televizyon dizileriyle yurt dışındaki televizyon dizileri arasında gerçekten uçurum var- avantajla seyirciyi nasıl ayık tutacağını gerçekten çok iyi biliyor. Zaten filmde bir dizi-film havası da yok değil… Gerek ışık, ses ve dekorlar buram buram dizi kokuyor ama bu hava bizi bir sinema filmi izlediğimiz gerçeğinden de koparmıyor.

Tabu, Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de birçok kişiyi huzursuz ediyor hiç şüphesiz. Özellikle filmdeki kızın 13 yaşında olması nedeniyle yaşadığı cinsel deneyimler mide bulandırıcı olarak görülüyor. Galiba bu yetişkinlerin kendi çocukluklarını çok çabuk unutmalarından ileri geliyor. Yoksa o yaştaki çocukların cinselliklerinin olmadığını söylemek biraz safça olurdu. Ayrıca Ball’ın hem vatansever Amerikalı sapık komşuya, hem de kendini beyaz gibi gören, feci halde asimile olmuş Ortadoğu kökenli adama objektif bir şekilde yaklaşması ve zaaflarını gözler önüne sermesi oldukça keyif veriyor.

(20 Temmuz 2009)

Gizem Ertürk

Yak Bir Sigara

İstanbul’a giren yolda ilerleyen kamyonların görüntüleri üzerinde geçen jenerik finalinde, bir kamyonun şoför mahallinde yanında muavini, direksiyon başında şoförü görürüz, ikisi de uyuklamaktadır, önce muavin (Hayati Hamzaoğlu) uyanır, şoförün de uyuduğunu görünce, ağzına iki sigara koyar ve yakar, birini şoföre (Kadir Savun) verir, sigaraları içince toparlanırlar, İstanbul’a az kalmıştır… (Gecelerin Ötesi / Metin Erksan)

Özellikle erkeklerin kendisine ikram ettiği sigaralara karşı “yak da ver” diyen bir sosyete gülü Feride (Çolpan İlhan)… (Zümrüt / Lütfi Akad)

Aralarına sızdığı bir çeteye kendisini pısırık biri diye tanıtan bir ajan (Göksel Arsoy), kendisine silâh talimi yaptıran çete elemanının (Öztürk Serengil) ağzındaki sigarayı, kazara vurmuş gibi, özellikle düşürür… (Melekler Şahidimdir / Süha Doğan)

Yıllar sonra İstanbul’a dönünce, yeni palazlanmış bütün yeraltı dünyasının husumetini üzerine çeken bir eski kabadayı (Yılmaz Güney), çetelerle hesaplanması sonucu, hepsini telef ettikten sonra, polis sirenleri yaklaşırken, birlikte mücadele ettiği arkadaşının (Yıldırım Gencer) verdiği “sigara”yı yakar ve beklemeye başlarlar… (Canlı Hedef – Kızım İçin / Şerif Gören – Yılmaz Güney)

İlk filmlerinde stilize edilmiş Doğu Anadolu (biraz Arap ve egzotik ABD filmleri, özellikle Rudolf Valentino izleri taşıyan) kostümlü Hüseyin Peyda’nın, kentte (ve kent giysileri ile) yaptığı ilk filmlerden birinde, (adı?, hatırlayamadım) Peyda içtiği sigarayı eline alacağı zaman, serçe parmağı ile yüzük parmağı arasına alarak, tekrar ağzına götürmek üzere aşağı çekiyordu…

Kendisi için dövüşen Halil’in (İzzet Günay) önüne durunca bıçakla yaralanıp, kaldırıldığı hastanane yatan Sabiha’yı (Türkan Şoray) bekleyen Halil içtiği sigaraları masanın üzerine duran Sabiha’nın kendisine hediye ettiği tabakadan (…“tabakam senin yadigârın” – O. Veli…) alır… (Vesikalı Yârim / Lütfi Akad)

Sezer Sezin’in ağzında dumanı tüten sigara, direksiyon başında, elle yapılmış film afişindeki resim… (Şoför Nebahat / Metin Erksan)

Daha bir çok filmde sigara üzerine yapılan espriler, muhabbetler, birbirinden yakılan sigaralar, bir şeyi beklerken, bastırıldığı küllükte öbeklenmiş ve beklenilen yerde çiğnenmiş – ayakkabının ucu ile ezilmiş sigara izmaritleri, -özellikle lüks kapalı mekânlarda- söndürülmeden yere atılan sigara izmaritleri, erkekliğin kanıtlanması için özellikle gençleri, daha doğrusu yeni yetme gençlerin –“havalı”- sigara içme pozları, masum genç kızlara, hayata karşı koymanın başlangıcı imiş gibi ile önerilen içki ve sigaralar, vamp kadınların tuzağına düşürmek istediği kahramanımızın karşısında sigara içerken alınan “müteharrik” pozlar, kumar, içki masalarında üst üste içilen sigaralar, atlatılan bir badireden sonra yakılan -çoğunlukla- yarım sigaralar… Bahane mi yok, toplumumuzda yerleşmiş deyimi ile “ister zengin ol, ister fukara, her yemekten sonra yak bir sigara”. Bu deyime gerek bile yok, Yeşilçam süreci, sigara içirme bakımından hayli etkili olmuştur, toplumumuzda. (Zaman zaman bundan doğan zararları gösterilmiş olmasına rağmen, oyuncuların sigara içerken gösterdikleri keyif etkili olurken, bu nedenle -hele ilerlemiş yaşlardaki, dedelerde- gösterilen zarar o kadar etkili olmamıştır.) TV.mizde gösterildiği, tek kanal günlerinde, hayli ilgi gören dizi Dallas’da oyuncular her fırsatta, bardaklarını şişelerden doldurup içki içmişlerdir ama sigara içen hiç yoktur, oysa ABD sinemasında da sigara içilmesi az özendirilmemiştir.

Sigara içilmesi yasağının kapsamının genişletilmesi aşamasına geldiğimiz şu günlerde, sinemamızın -belirgin dönemi- Yeşilçam’ın yaptığı bir iki çağrışımı belirttim yukarıda. Yeni filmlerde yok mu, olmaz olur mu ama ben eski örneklerden bir kaç tane seçtim (hatırladım). Birde tam bir komedi olarak TV.lerdeki film ve dizilerde sigara görüntülerinin kamufle edilme çalışılması var ki, tam mizah…

Haaa, başlıktaki Yak Bir Sigara ne mi? O sinemamızda tek “örnek” olan, adında sigara kelimesi geçen, filmin adı: Yak Bir Sigara / Site Film (İlham Filmer – 1960 / Yönetmen – Senaryo: Agâh Hün / Görüntü Yönetmeni: Ali Yaver / Müzik: Nedim Otyam / Oyuncular: Muhterem Nur – Agâh Hün – Oktar Durukan – Reha Yurdakul – Muzaffer Nebioğlu – Osman Zıt (Altınay) – Cevat Kurtuluş – Hakkı Haktan – Ersun Kazançel – Konusu: Köy filmi (??!!) – (Kaynak: Özgüç – Türk Filmleri Sözlüğü, Cilt: 1)

(19 Temmuz 2009)

Orhan Ünser

Yukarıda Biri: Alain Delon

Bugün sinemada az görülen Alain Delon, geçmişte, özellikle 1960’lı yıllarda önemli filmlere yüzünü armağan etti. Sinemanın büyük yönetmenleriyle çalıştı. Önemli yönetmenlerden Henri Verneuil’ün ‘Vurgun’ filminden sonra yavaş yavaş sinemadaki yolunu da çizmiş oldu. Doğru karardı. Oynadığı birçok polisiye filmin içinde bazıları bugün sinema tarihine geçti. Jean-Pierre Melville ustanın 1970 yapımı ‘Ateş Çemberi’ filmini bir daha görünce bu büyük oyuncu üzerine yazmak istedik.

Alain Delon, yalnızca Fransız sinemasında değil, dünya sineması içerisinde de önemli bir oyuncu. 8 Kasım 1935’te Paris’in Seine Nehri kıyılarında bulunan Sceaux kasabasında doğan Delon, Cannes Film Festivali’nde keşfedildi. 1960’lı yıllarda sinemanın büyük yönetmenleriyle peş peşe filmler yaptı. Luchino Visconti, Michelangelo Antonioni, Henri Verneuil, daha sonraları Jean-Pierre Melville, Joseph Losey çalıştığı büyük sinemacılardı. Son yıllarda televizyon için çekilen “Frank Riva” adlı polisiye dizisinde oynamıştı. Sinemaya uzun süre ara veren Delon, Fransız sinemasının son dönemlerdeki medar-ı iftiharı “Asteriks” serisinden Frédéric Forestier-Thomas Langmann ikilisinin yönettiği 2008 yapımı “Astérix aux Jeux Olympiques-Asteriks Olimpiyat Oyunlarında” filminde Jules Cesar’ı canlandırdı. Sinemanın ilk renkli filmlerinden 1939 yapımı “Gone with the Wind-Rüzgar Gibi Geçti”nin ünlü yapımcısı David O. Selznick tarafından keşfedilen Delon, Fransız yönetmenlerin aklını karıştırmasıyla kariyerine Fransa’da başladı. Delon, 1950’lerin ikinci yarısından sonra sinema kariyerine Yves ve Marc Allégret kardeşlerin filmleriyle başladı. 1957’de Yves Allégret’nin yönettiği “Quand la Femme s’en Mêle-Kadınlar Dahil” suç filminde oynadı, ama başrolde değildi. “Kadınlar Dahil”, yazar John Amila’nın “Sans Attendre Godot” (Godot Beklemeden) romanından uyarlandı. Asıl adı Meckert Jean olan Fransız yazar John Amila (1910-1995), “kara seri” romanlar yazdı hep.

1950’lerde Cannes’da keşfedilen Delon, Fransız sinemasının James Dean’ı gibiydi. Delon, çocukluğunda Roma Katolik Okulu’na gönderilse de uyumsuz bir çocuktu. 14 yaşında üvey babasının kasap dükkânında çalışmaya başladı, üç yıl sonra da askere yazıldı. Askerden sonra da Cannes’da keşfedildi.

1958’de Marc Allégret’nin yönettiği “Sois Belle et Tais-Toi-Güzel Ol ve Sus” komedi filminde de Loulou karakterini oynadı, ama hâlâ başrolde değildi. Bu siyah-beyaz filmde Jean-Paul Belmondo da Pierrot’yu canlandırmıştı. 1958’de, sonradan hayatının aşkı olacak Romy Schneider’le “Christine” filminde başrolü paylaştı Delon. Filmi Pierre Gaspard-Huit yönetmişti. Bu filmin hikâyesi, 20. yüzyılın başlarında geçiyordu. Bir Avusturyalı subayla bir genç kızın trajik aşkını anlatılıyordu film. Çabucak başrole çıkan Delon, başlarda komedilerde görünse de sonraları büyük yönetmenlerin filmlerinde güçlü kompozisyonlar çizdi. Delon, sinemanın en yakışıklı aktörlerinden biriydi. Sert baktığında kaşlarının arasında iki çizgi oluşuyordu. Kaşlarını yukarı kaldırırdı. Düz ve siyah saçları rüzgârda dalgalanırdı, çevresini hep bir “hale” sarardı, dikkatleri üzerine toplardı. Hollywood’un James Dean’ı gibi Fransız sinemasının Alain Delon’u da sinema perdesinin ışığıydı sanki. Göçmenlere ve sığınmacılara karşı hoşgörülü olmayan Delon, Fransa’yı yabancılar istilâ etti diyerek 1999 yılında İsviçre yurttaşlığına geçmişti.

Büyük yönetmenlerle…

Delon, Patricia Highsmith’in “The Talented Mr Ripley” romanından 1960 yılında yönetmen René Clément tarafından uyarlanan “Plein Soleil-Kızgın Güneş”te kariyerinin ilk önemli çıkışını yaptı. Bu roman, Anthony Minghella tarafından 1999 yılında “The Talented Mr Ripley-Yetenekli Bay Ripley” adıyla bir defa daha sinemaya uyarlanmıştı. Delon’un yolu 1960 yılında Luchino Visconti’yle buluştu. Visconti’nin “Rokko ve Kardeşleri” adıyla da anılan 1960 yapımı siyah-beyaz “Rocco e i Suoi Fratelli-Düşman Kardeşler”de İtalya’nın yoksul güneyinden kuzeyin zengin şehri Milano’ya göç eden bir geniş aile anlatılıyordu. Ailenin başında da anneleri vardır. Büyük kardeş Vicenzo daha önceleri şehre taşınmış ve anne onun kendilerine yardım edeceğini düşünüyor. Alain Delon’un canlandırdığı Rocco da, abisi Vincenzo gibi boksör oluyor ve sonra da abisinin ilgi duyduğu kadınla ilgilenmeye başlıyor. Karmaşık ve birçok karakterin anlatıldığı bu filmde yoksulluğun ne demek olduğu da gösteriliyordu Visconti usta tarafından. Delon, 1961 yılında Jean Paul Belmondo’yla yine aynı filmde buluştu. Michel Boisrond’un yönettiği “Les Amours Célèbres-Şöhretli Aşk Hikâyeleri” adlı bu tarihi dönem filminde Belmondo başroldeydi. Delon, Michelangelo Antonioni’yle 1962’de “L’Eclisse-Batan Güneş” filminde buluştu. Bu siyah-beyaz filmin hikâyesi borsada geçiyordu. Film, kalbi kırık çevirmen Vittoria’yla borsa simsarı Piero arasındaki imkânsız aşkın etrafında dolaşıyordu. Antonioni, bu filminde 2. Dünya Savaşı sonrası İtalya’da yeni hayata bakarken iletişimsizlik, yabancılaşma ve boşlukta kalma durumlarını yansıtıyordu beyazperdeden. Bu filmde iki unutulmaz sahne vardı. İlki, borsadaki bir dakikalık saygı duruşu sahnesiydi. Gerçek zamanlı bu sahne seyirci için de geçmek bilmiyordu neredeyse. İkincisiyse, Piero’nun arabasını çalan hırsızın arabayla beraber suya uçmasıydı. Hırsız boğuluyordu elbette. Piero, Vittoria’ya “Arabanın motorunu kurtardığını” söylüyordu bu sahnede. “Batan Güneş”te Monica Vitti’yle Francisco Rabal da vardı. Bu filmin siyah-beyaz şiirsel görüntüleriniyse Gianni di Venanzo yaratmıştı. Bu filmde sabah uyanan Roma şehrinin yansıyışını bir kısa film tadında yaşayabilirsiniz belki. “Batan Güneş”, Antonioni’nin dörtlemesinin üçüncü filmiydi. 1960 yapımı “L’Avventura-Macera”, 1961 yapımı “La Notte-Gece” ve dörtlemenin son filmi “technicolor” çekilmiş 1964 yapımı “Il Deserto Rosso-Kızıl Çöl”dü. Monica Vitti, bu dörtlemenin hepsinde oynadı. Delon’un yolu, 1963’te Visconti’yle bir defa daha buluştu. “Il Gattopardo-Leopar”da Burt Lancaster ve Claudia Cardinale’yle başrolü paylaştı Visconti’nin “oğlum” dediği Alain Delon. Filmin muhteşem müziklerini de Nino Rota yazmıştı. Hikâye, 1860 yılında Sicilya’da geçiyordu. Bu film, bir “dekadans”ın, yani “çöküş”ün destanıydı. Markist Visconti, aristokrasinin çöküşünü anlattı “Leopar” filminde. 19. yüzyıl… Değişim çağı… Aristokrasi çökerken, burjuvazi yükseliyordu bu değişim döneminde. Aslında Visconti bu filminde yalnızca aristokrasinin burjuvalar karşısında çöküşünü anlatmıyordu, aristokrasinin kendi içinde çürüyüşünün de altını çiziyordu. “Technicolor” çekilmiş bu sinemaskop filmde görkemli saray mekânlarındaki vals dansları da öne çıkıyordu. Bu film, Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın 1958’de yayımlanmış aynı adlı romanından uyarlanmıştı.

Yolunu çizmek…

Delon, 1920’de Türkiye’de doğan ve 11 Ocak 2002’de Fransa’da ölen Ermeni yönetmen Henri Verneuil’le 1963 yılında, TRT’nin “Yeraltı Melodisi” olarak gösterdiği “Mélodie en Sous-Sol-Vurgun” filmini yaptı. Delon, siyah-beyaz ve sinemaskop bu soygun filminde sinemanın büyük oyuncularından Jean Gabin’le başrolü paylaştı. Yaşlı kurt Charles, hapishanede tanıştığı genç Francis’le son bir vurgun yapmak istiyor. Fransız Rivierası’nda büyük bir kumarhane soygunu gerçekleştiriyorlar. Ama, bazı şeyler plânlandığı gibi gitmiyor. Çünkü Francis, züppenin biri ve sürekli açıklar veriyor. Filmde, Delon ve Gabin’in karşılıklı bilardo oynadıkları sahne elbette akılda kalıcıydı. Ama, final bölümü sinemanın en iyi kapanışlarındandı. Bu filmin DVD için renklendirilmiş versiyonu da var, ama siyah-beyaz olanı, yani aslolanını tercih etmeli. Asıl adı Achod Malakian olan Henri Verneuil’ün, suç sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olduğunu da belirtmeli. Delon, 1964 yılında René Clément’la “Les Félins-Aşk Kafesi” suç filminde oynadı. Başrolü de Jane Fonda ve Lola Albright’la paylaştı. Bu filmin en muhteşem üç şeyi vardı: Çarpıcı sinemaskop siyah-beyaz görüntüleri çeken Henri Decaë, Lalo Schifrin’in müzikleri ve Lola Albright… Güzeller güzeli Lola Albright, Barbara rolündeydi bu filmde. Lola Albright’la Alain Delon’un arabadaki öpüşme sahnesi sinema tarihine geçmiş olabilir. Sinemaseverlerin, 1938 yapımı “Pygmalion” filmiyle hatırladıkları İngiliz yönetmen Anthony Asquith’in son filmi 1964 yapımı “The Yellow Rolls-Royce-Sarı Otomobil”de de oynadı Delon. TRT’nin “Sarı Rols Roys” adıyla gösterdiği bu filmde değişmeyen tek şey sarı otomobildi. Filmde, üç kadının farklı zamanlarda yaşadığı aşk maceraları anlatılıyordu. Bu aşkların da tek tanığıysa bu sarı otomobildi. Filmin üç güzeli Ingrid Bergman, Shirley MacLaine ve Jeanne Moreau’ydu. 1965 yılında Delon, Ralph Nelson’ın suç-gerilim filmi “Once a Thief-Doğru Yoldan Ayrılanlar”da Eddie Pedak karakterindeydi. Filmde, Ann-Margret ve Jack Palance’la oynadı. Film, Zekial Marko’nun kendi romanından yazdığı senaryoyla sinemaya uyarlandı. Gecenin bir yerinde arabasıyla eve sarhoş dönen Eddie, evde kardeşi Walter’ı (Jack Palance) ve birkaç adamı görür, kavga başlar. Herhalde Quentin Tarantino bu sahnedeki kavgadan ve kavga sonrasından ilham almıştır filmleri için. Filmin fonunda da caz tınıları duyuluyordu. Elbette muhteşem Lalo Schifrin’in müzikleri de. Hikâyesi San Fransisko’da geçen sinemaskop ve siyah-beyaz bu filmde, bir zamanlar hırsız olan Eddie’nin evlenip çoluk çocuğa karışınca dürüst bir hayata dönüşü ve mutsuz evliliği anlatılıyordu. Delon, 1966 yılında René Clément’ın “Paris brûle-t-il?-Paris Yanıyor” filminde oynadı. Sinemaskop, renkli ve siyah-beyaz bu film aslında yıldızlar geçidiydi: Alain Delon, Jean Paul Belmondo, Leslie Caron, Charles Boyer, Jean-Pierre Cassel, Kirk Douglas, Glenn Ford, Yves Montand, Anthony Perkins, Michel Piccoli, Jean-Louis Trintignant, Simone Signoret, Orson Welles ve birçok oyuncu vardı. Bu 2. Dünya Savaşı filminde belgesel görüntüler de yansıyordu. Film, Larry Collins ve Dominique LaPierre’in kitaplarından uyarlandı. Filmin senaryo yazarları arasında Francis Ford Coppola da vardı. Üç önemli yönetmenin 1968’de bir araya gelip “Histoires Extraordinaires-Şeytanın Kurbanları” adlı üç bölümlü mistik-korku filmi yapmışlardı. Bu üç bölümlü filmin yönetmenleri Federico Fellini, Louis Malle ve Roger Vadim’di. Hikâyeler de polisiye romanı yaratan Edgar Allan Poe’dandı. Delon, Louis Malle’in “William Wilson” bölümünde oynadı. Delon, 1968’de İngiliz oyuncu-şarkıcı Marianne Faithfull’la “The Girl on a Motorcycle-Motosikletli Kız” filminde de bir araya geldi. Filmi, kameramanlıktan gelen Jack Cardiff yönetmişti. Cardiff, kameraman olarak Michael Powell-Emeric Pressburger ikilisinin “Red Shoes-Kırmızı Papuçlar” müzikaliyle hatırlanabilir. Cardiff’in kameraman olarak çalıştığı, Alfred Hitchcock’un 1949 yapımı “Under Capricorn-Kapri Aşıkları” ve John Huston’ın 1951 yapımı “The African Queen-Afrika Kraliçesi” hemen akla gelen ünlü filmler. “Motosikletli Kız”, 68 kuşağının tam ortasına düşmüş bir film gibi. Yine 1968’de Jacques Deray’le “La Piscine-Sen Benimsin” suç filmini yaptı Delon. Bu film, Deray-Delon ikilisini sinema yolunda buluşturan bir filmdi de. Delon, bu filmde Romy Schneider’le bir defa daha karşı karşıya geldi. Filmin senaryosunu Jean-Claude Carrière ve Jean-Emmanuel Conil beraber yazmışlardı. Müziklerse Michel Legrand’a aitti. Bu suç-gerilim filmin hikâyesi St. Tropez’de bir yazlık villada geçiyordu. Villanın yüzme havuzu da gerilimi üst noktaya çıkartıyordu.

Unutulmaz filmler…

Delon, polisiye sinemanın büyük ustası Jean Pierre Melville’le (1917-1973) yolu üç defa buluştu. Melville’in 1967 yapımı “Le Samouraï-Kiralık Katil” filmi, bugün çağdaş polisiye sinemanın klâsiklerinden kabûl ediliyor. Film, şapkalı ve trençkotlu kiralık katil Jef Costello’nun samuraylar kadar yalnız hayatının bir bölümüne tanıklık ediyordu. Jef’in dairesinde özenle beslediği kuşu da kendi kafesinde yapayalnızdı. Kuş, Jef’i öyle seviyordu ki, “kötü adamları” ve polisleri gördüğünde tüylerini bile döküyordu neredeyse. Soğuk, ıslak ve gri Paris’te Jef, dairesini kafesteki kuşuyla paylaşıyor. Filmin ön jeneriği de sinemaya bir armağan gibiydi. Jef, kameraya arkası dönük oturduğu koltukta sigarasını içiyordu. İşte bu Jef, iş disiplini olan, dakik, yüzünde soğuk maske olan bir kiralık katil. Jef’in işleri tersine dönüyor. Peşinde “kötü adamlar” ve polis var çünkü. Soğuk, yağmurlu, gri bir Paris’te geçen bu klâsik polisiyenin görüntüleri de dingin ve şiirseldi. Kadın yazar Joan McLeod’un “The Ronin” romanından uyarlanan filmde kameraman Henri Decaë de bu şiirsel görüntülerin yansımasına katkıda bulunmuştu. Fransız “Yeni Dalga” akımınının kameramanlarından Decaë, Melville sinemasının dingin anlatımının ruhunun içinden görüntüler yakalayabiliyordu bu filmde. Decaë (1915-1987), başta Melville olmak üzere François Truffaut, Louis Malle, Claude Chabrol, René Clément, Henri Verneuil gibi yönetmenlerle çalıştı. Melville’le 1970 yapımı “Le Cercle Rouge-Ateş Çemberi” filminde de ikinci defa buluştu Delon. Mücevher soygunu için hapiste bir gardiyandan yardım alan Corey (Delon), hapisten çıkar ve o sırada başka bir hapishaneye kedisever komiser Mattei (Bourvil) gözeteminde trenle tahliye olan Vogel (Gian Maria Volontè), kaçmayı başarır, yolu Corey’le buluşur. İkisi mücevher soygununu plânlarken, Vogel’in tanıdığı eski polis Jansen’den (Yves Montand) yardım alırlar. 1977’de gösterime çıkan “Ateş Çemberi”nde tüm bir Melville sinemasının ruhuna dokunabiliyorsunuz. O dingin anlatım, bazı anlarda (tüm bir soygun sekansında) insanı koltuğunda rahat oturtmuyor. Finali zayıf gibi algılansa da birçok Melville filmindeki trajediyle buluşuyordu bu final. Melville, Delon’la çalıştığı filmlerde kış atmosferini kullandı hep. Yağmurlar, ıslak sokaklar, sakin bir müzik ve kamera öne çıkmıştı bu filmlerde. “Ateş Çemberi”nde Corey’in uzun yolculuğu, Corey’le Vogel’in karşılaşmaları, Jansen’in kâbusları, Corey’in bilârdo salonundaki anları, tüm bir soygun sekansı unutulmaz bölümlerdendi. Melville’in ölümünden önceki son filmi 1972 yapımı “Un Flic-Gecelerin Adamı”ydı. Delon da bir ustaya veda etmiş oldu bu filmle. “Gecelerin Adamı”, senaryosunu Melville’in yazdığı ve bir soyguncu çeteyi anlattığı bir filmdi. 1977’de gösterime giren “Gecelerin Adamı”nda yarım saati aşkın uzun bir sekans vardı. Sonradan “Rambo”nun komutanı olan Richard Crenna’nın canlandırdığı çetebaşı Simon’un hızla yol alan trene helikopterden iple inişi gerçekten unutulmazdı. Gece mesaisi yapan komiser Edouard Coleman, soygunlar yapan bu çetenin peşine düşüyordu. Filmin finali de gerçek anlamda melodram yüklü ve trajikti. Bu filmde Catherine Deneuve de Cathy rolündeydi. “Gecelerin Adamı”nda Michel Colombier’nin müzikleri de unutulmazdı. Filmde, Charles Aznavour’un sözlerini yazdığı, Michel Colombier’nin bestelediği ve Isabelle Aubret’nin seslendirdiği “C’est Ainsi que les Choses Arrivent” şarkısı da akılda kalıyordu. Delon’un ağzında sigarayla Simon’un gece kulübünde piyano çalma sahnesi de sinemaya bir armağandı sanki. Soğuk gri mavimsi renk tonlarının kuşattığı filmin girişi de çarpıcıydı. Çete, fırtınalı ve yağmurlu günde, sakince gelir, bankayı soyar ve gider. Ama, bu filmin bir sürprizi daha vardı seyirciye. Polis Coleman, suç mahallinde gezinirken gözü isimler yazılmış duvara ilişir. Duvarda Jef Costello yazıyordu. Jef Costello, Melville ustanın “Le Samouraï-Kiralık Katil” filmindeki antikahramandı. Bu antikahramanı da Alain Delon canlandırmıştı. Melville, Delon’la yaptığı bu üç filminin girişinde de alıntılar yapmıştı: “Ateş Çemberi”nde Buda Siddhartha Gautama’nın (M.Ö. 563-483) “kızıl çember” üzerine sözlerini, “Kiralık Katil”de samuraylar üzerine ve “Gecelerin Adamı”nda Fransa’da kriminolojiyi geliştiren Vidocq’un (1775-1857) sözlerini kullanmıştı. Vidocq şöyle demiş: “Poliste iki şey yoktur. Çift anlamlılık ve mizah duygusu…”

Henri Verneuil’ün 1969 yapımı “Le Clan des Siciliens-Sicilyalılar Çetesi” filmi, Alain Delon’la Jean Gabin’i yine bir araya getirdi. Mart 1972’de gösterime çıkan bu film, 1960’lı yılların suç dünyasını en iyi anlatan polisiyelerden biri olarak gösteriliyor. Yıllardan beri hapishanede cezasını çeken bir suçlu Roger Sartet, hapishanede geçirdiği zaman içerisinde bir galerinin güvenlik sisteminden sorumlu hapishane arkadaşından aldığı bilgilerle, çıktığında o galeriyi soymayı kafasına koyar. Cezası sona erdiğinde dışarıda “Sicilia Clan” adlı suç örgütünün lideri Vittorio Manalese’yle tanışır ve bu fikir için birlikte çalışmaya başlarlar. Auguste Le Breton’un romanından senaryosunu yönetmen Verneuil’le beraber Jose Giovanni’nin yazdığı “Sicilyalılar Çetesi”, gerçekten Avrupa tarzı polisiye-suç sinemasının önemli yapıtlarından biridir. Filmin muhteşem sinemaskop görüntüleri Henri Decaë’ye aitti. Filmde galerinin arabasında Delon’un “ön çalışma sahnesi” muhteşemdi. Unutulmaz müzikleriyse Ennio Morricone bestelemişti. Gerçekten Morricone’nin bu film için yazdığı besteler, sinemada duyacağınız en güzel tınılardı. “Sicilyalılar Çetesi”nin hikâyesi Paris, Roma ve New York’ta geçiyordu. Ayrıca üç büyük oyuncunun karşılıklı performansları da mükemmeldi. Müfettiş Le Golf karakteriyle Lino Ventura muhteşem bir oyun ortaya koyuyordu.

Senaryo yazarları arasında büyük senarist Jean-Claude Carrière’le büyük yönetmenlerden Claude Sautet’nin de bulunduğu ve Jacques Deray’in yönettiği 1970 yapımı “Borsalino” adlı mafya filminde Jean Paul Belmondo’yla Alain Delon yine bir araya geldiler. Aralık 1971’de gösterime çıkan bu filmin yapımcıları “Borsalino”nun çok büyük ilgi göreceğini tahmin etmediklerinden olmalı, filmin finalinde Belmondo’nun oynadığı François Capella ölüyordu. 1974’te “Borsalino & Co.-Borsalino ve Çetesi” adıyla devam filmi de çekildi. Yönetmen yine Deray’di. “Borsalino”, bir suç filmi ama, yine de sevgi, dostluk, güven gibi duygular perdeden yansıyordu. Filmin finali melodram yüklü olsa da yine de unutulmazdı. Belki de en iyi ölüm sahnelerinden biriydi bu. Film, François Capella ve Roch Siffredi’nin sağlam dostluğu üzerineydi sanki. Devam filminde Roch Siffredi, François Capella’nın intikamını alıyordu. Devam filmi “Borsalino ve Çetesi”nde “kötü adamlar”ın Roch Siffredi’ye huniyle içki içirme sahnesi gerçekten iyiydi. “Borsalino ve Çetesi”, 1977’de gösterime girmişti.

Delon’un yolu Amerikalı yönetmen Joseph Losey’le de buluştu. Senatör McCarthy’nin “cadı kazanı”na düşmemek için Avrupa’ya gelen Losey, İngiltere ve Fransa’da sinema hayatını sürdürdü. Bir Troçkist olan Losey, Stalin’in 1940’ta Meksika’daki Troçki suikastını, 1972 yapımı “The Assassination of Trotsky-Troçki: Meksika’da Cinayet” filmiyle anlattı. Filmde Richard Burton, Alain Delon ve Romy Schneider oynadı. Francesco Rosi ve Luchino Visconti filmleriyle hatırlanan kameraman Pasqualino de Santis’in “technicolor” görüntüleriyle yansıyan filmde cinayet anı gerçekten vahşi ve ürkütücüydü. 1976’da gösterime giren bu filmde, Leon Troçki cinayetini işleyen Frank Jackson, sinik ve korkak biri gibiydi. Ama, bu sinsi biri eline baltayı alıyor ve Troçki’nin kafasına indiriyordu. Losey’le Delon’un bir başka işbirliği de 1976 yapımı “Monsieur Klein-Kaderi Arayan Adam” filmiydi. Filmin hikâyesi, 1942 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nda geçiyordu. Paris, Nazilerin işgali altında. Tablo resim toplayıcısı Robert Klein, isim benzerliği yüzünden Nazilerin kendisini Yahudi sanmasından dolayı başı derde giriyordu. Nazilerden kaçan Bay Klein, Nazilerin ne olduğunu da fark ediyordu böylece. Çünkü o, krizi fırsata dönüştürmüş bir simsardı, yani bir komisyoncuydu. Ama, belâ kendine dokununca gerçeklerle yüz yüze geliyordu zorunluluktan. Hikâyesine ünlü yönetmen Costa-Gavras’ın da katkı sunduğu filmin senaryosunu Franco Solinas yazmıştı. Solinas (1927-1982), İtalyan solcu yönetmen Gillo Pontecorvo’nun filmlerine senaryolar da yazdı. En ünlü filmleriyse 1966 yapımı “La Battaglia di Algeri-Cezayir Savaşı”ydı. Bu filmi, Fransa tüm dünyada yasaklamak için elinden geleni yaptı ve Pontecorvo’yu da neredeyse açlığa mahkûm etti. Ünlü senarist Solinas’ın yolu Costa-Gavras’la da buluşmuştu. Costa-Gavras’la Solinas işbirliğinden 1972 yapımı “État de Siège-Sıkıyönetim” ve 1983 yapımı “Hanna K.” gibi politik filmler çıktı ortaya. Losey’in “Kaderi Arayan Adam”ı, Brechtyen tarzda bir filmdi. Mart 1978’de gösterime çıkan bu filmi iki defa seyredince derinliğine girilebiliyordu. Losey, bu filminde birçok şeyi, diyaloglar da dahil, en başından göstermiyordu. Kamera, bir konuşmanın ortasına dalıyor ve ne olduğunu anlayamadan başka bir sahneye taşınıyordu. Her şey yarım yarım gibiydi. Seyirci her şeyi Bay Klein’ın bakışıyla algılıyordu çünkü. Bu film, Kafkaesk olarak da değerlendirilmişti. Robert Klein’la Kafka’nın “Değişim” romanındaki Gregor Samsa arasında benzerlikler de kurulmuştu. Filmin kurgusu, zincirlemeli geçişleri, kamera kullanımları gerçekten çarpıcıydı. Filmde, işgâl altındaki Paris’teki Yahudilerin günlük hayatları da Paris’in dönem atmosferiyle yansıyordu perdeye.

Delon, Jacques Deray’in TRT’de “Öldürmek Hırsı” adıyla gösterilen 1975 yapımı “Flic Story-Öldürmek Arzusu”nda muhteşem bir performans ortaya koydu. 1977’de gösterime giren bu film, Roger Borniche’in kendi özyaşamından uyarlanmıştı. Roger, hapisten kaçan öldürme hastası bir katil Emile Buisson’un peşindeydi. Ağzından sigara eksik olmazdı. Roger’in, Paris’in çatılarında elinden kaçırdığı psikopat katil Emile’i yakalamak için saplantılı bir tutkuya düşüyordu. Filmin estetiği yönetmenin “Borsalino” filmindeki gibi çarpıcıydı. Elbette Delon’un karşısında oynayan Jean-Louis Trintignant’ın da performansı övgüyü hak ediyordu. Alain Delon ve Burt Lancaster, Hollywood’da çalışan İngiliz yönetmen Michael Winner’ın 1973 yapımı “Scorpio-Akrep” adlı suç filminde bir defa daha karşı karşıya geldiler. Kasım 1973’te gösterime giren “Akrep” filmi, emekliliği gelmiş bir CIA ajanıyla bir CIA tetikçisi arasındaki mücadeleyi anlatıyordu. Filmde, Delon-Lancaster kavgası iyiydi. Filmin finali de çarpıcıydı. Delon, José Giovanni’yle de üç filmde çalıştı. İlki, 1973 yapımı “Deux Hommes dans la Ville-Şehirde İki Adam” filmiydi. Ekim 1974’te gösterime giren filmde, adalet sistemi ve idam eleştiriliyordu. Filmde Delon, Jean Gabin’le son defa buluştu bu filmle. Eski polis Germain Cazeneuve’le mafyadan mahkum Gino Strabliggi arasında geçen bu filmin finalinde giyotinin aşağıya düşüşü irkilticiydi. Giyotin sanki seyircinin üzerine geliyormuş gibiydi. Bu filmde genç bir Gérard Depardieu de vardı. Giovanni-Delon işbirliğinin diğer filmi 1975 yapımı “Le Gitan-Çingene”ydi. 1976’da gösterime giren filmde, karavanlarda yaşayan çingenelerin hayatı gerçekçi yansırken, suçlar da anlatılıyordu. Bu filmi, yönetmen kendi romanından uyarlamıştı. Posbıyıklı çingene Hugo, zengini soyar, fakir çingenelere dağıtırdı ganimetleri. Robin Hood gibiydi o. Bu film, çingenelerin yoksul hayatlarına da sosyal bir bakış yapıyordu. Giovanni-Delon’un son buluşmaları 1976 yapımı “Comme un Boomerang-Geri Tepen Silah”tı. 1976’da gösterime giren filmde, oğlu yanlışlıkla bir polisi vuran işadamının, oğlunu cezaevinden kurtarma çabalarını anlatıyor. Hukuk yolları kapanınca da oğlunu hapisten kaçırıyordu. Ama, bu baba-oğlu İtalya sınırında trajedi bekliyordu. Baba-oğulun yan yana yavaş çekimde koşuşu insana sıcaklık gönderiyordu perdeden.

Pierre Granier-Deferre’le de yolu buluşan Delon, 1971 yılında “La Veuve Couderc-Kaçak” filminde büyük oyuncu Simone Signoret’yle oynadı. Kasım 1973’te gösterime çıkan Granier-Deferre’in bu filminde bir suçlu bir köye sığınır. Yaşlı dul kadın bu genç adamı evinde saklar. Ama, bir zaman sonra jandarma köye baskın yapar ve son yine trajik olur. Filmin çekimleri gerçekten çarpıcıydı. Öncelikle havadan yapılan çekimler. Ama, final bölümündeki çarpışma sekansı da iyiydi. “Kaçak” filmi, önemli polisiye roman yazarı Georges Simenon’un romanından uyarlandı. İtalyan yönetmen Valerio Zurlini’nin 1972 yapımı “La Prima Notte di Quiete-İlk Gecenin Sıcaklığı”nda kumarbaz ve ataist bir edebiyat profesörüydü Daniele Dominici karakteriyle Delon. 1975 yılında gösterime çıkan bu filme soğuk, acımasız, melânkolik ve trajik deniliyor. Daniele’nin yapayalnız bir kış gününde kederli yürüyüşü ve fonda kemanların çalması hâlâ akıllarda. Gerçekten Mario Nascimbene’nin fonda duyulan özgün müzikleri de muhteşemdi. Filmin mekânları Federico Fellini’nin şehri Rimini’dendi. Filmde Alida Valli, Giancarlo Giannini ve Renato Salvatori de önemli rollerdeydi. Film, orijinal adı gibi gerçekten “sakin” anlatımlıydı.

Fransız sinemasının büyük kadın oyuncularından Simone Signoret’yle 1973 yapımı “Les Granges Brulées-Ve Duvarlar Çatladı” filmiyle yine bir araya geldi Delon. Filmi Jean Chapot yönetmişti. Chapot, televizyon dizileri çeken bir yönetmendi. 1998’de ölen yönetmenin “Ve Duvarlar Çatladı” ikinci ve son filmiydi. Filmin müziklerini de Jean-Michel Jarre yapmıştı. Filmin kameramanı da çok ünlüydü. Sacha Vierny’yi Peter Greenaway’in 1988 yapımı “Drowning by Numbers-Sayılarda Boğulmak”, 1989 yapımı “The Cook, the Thief his Wife and her Lover-Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı” ve 1999 yapımı “8½ Women-Sekiz Buçuk Kadın” filmlerindeki görüntü çalışmalarından hatırlayabilirsiniz. Soğuk ve karlı bir kış günü genç bir kadının cesedi bulunuyor. Filmde Delon yargıç Pierre’i canlandırıyordu. Pierre, köyden tecrit edilmiş çiftlik evinde soruşturma yapıyordu. Çok karakterin olmasına rağmen sakin anlatımlı bir polisiyeydi bu film. Karların kuşattığı köy atmosferi insana gerçekten kasvet duygusu yaşatıyordu. Eylül 1978’de gösterime çıktı “Ve Duvarlar Çatladı” filmi. Ocak 1975′te Türkiye’de gösterime giren İtalyan yönetmen Duccio Tessari’nin 1973 yapımı “Tony Arzenta-Büyük Silâh”ı için, Fransız ve İtalyan arabalarıyla silâhlarının çarpışması diyebiliriz. Delon’un da en sert filmlerinden biriydi sanki bu. 1977’de gösterime çıkan Pierre Granier-Deferre’in 1974 yapımı “La Race des ‘Seigneurs’-Soylu Kan-Gölgedeki Aşk”, bir politikacının kariyeri ve aşkı arasında kalışını anlatıyordu. Şubat 1978’de Türkiye’de gösterime giren Georges Lautner’in 1974 yapımı “Les Seins de Glace-Buzdan Göğüsler” suç filmi Amerikalı yazar Richard Matheson’ın romanından uyarlanmıştı. Belki de bu yazarı, Francis Lawrence’ın Will Smith’i başrolde oynattığı 2007 yapımı “I am Legend-Ben Efsaneyim” filminden hatırlayabilirsiniz. “Buzdan Göğüsler”in hikâyesi de entrika doluydu. Seyirci de kimin iyi, kimin kötü olduğunu karıştırıp duruyordu bu kara filmde. Psikolojiik gerilimin öne çıktığı bu filmin ilk yarısında Hitchcock filmlerinin tadı var gibiydi. Ama, filmin ikinci yarısında entrikalar perdeyi istilâ ediyordu. Şubat 1978’de gösterime girmişti “Buzdan Göğüsler” filmi. Kanadalı yazar Johnston McCulley’in (1883-1958) yarattığı “Zorro”, birçok defa sinemaya uyarlandı. 1975 yılında Duccio Tessari’nin yönettiği “Zorro”da Alain Delon, Don Diego karakterine büründü. Hollywoodlu yapımcı Ilya Salkind, bu filmden ilham aldı ve 1978 yılında “Superman the Movie-Süpermen” filminin yapımcısı oldu. “Süpermen”i Richard Donner yönetmiş, başrollerde de Marlon Brando ve Christopher Reeve oynamıştı. Aralık 1977’de gösterime giren Edouard Molinaro’nun 1977 yapımı “L’homme Pressé-Yaşamak Hırsı”nda Alain Delon, kalp hastası ve her şeyi hızlı yaşayan antikacı Pierre Niox karakterindeydi. Film, Paul Morand’ın (1888-1976) romanından uyarlandı. Ekim 1978’de gösterime giren Georges Lautner’in 1977 yapımı “Mort d’un Pourri-Aranan Hedef”, Alain Delon’u finansman olarak da zorlayan bir film oldu. Delon, “Aranan Hedef”in çekilebilmesi için kariyerini ortaya koydu. Raf Vallet’nin politik-gerilim romanından uyarlanan filmde Ornella Muti ve Stéphane Audran da rol aldı. 1983’te gösterime girebilen Pierre Granier-Deferre’in 1979 yapımı “Le Toubib-Doktor”u, “fütüristik” bir filmdi ve 3. Dünya Savaşı’nı anlatıyordu. Film, Jean Freustié’nin “Harmonie ou les Horreurs de la Guerre” (Savaştan Korkmak ya da Uyum Sağlamak) “distopik” romanından uyarlandı. Şubat 1980’de gösterime giren ve TRT’nin “Çete” adıyla gösterdiği 1977 yapımı “Le Gang-Gang”, soyguncu gangsterleri anlatıyordu. Jacques Deray’in yönettiği filmde kıvırcık saçlı Robert (Delon) eşliğinde çete her yeri soyar. Ganimetlerini de bisküvi kutularında saklarlar. Filmin sonu trajik ve sinemanın unutulmaz anlarından biriydi. Soygundan sonra Robert, bir kuyumcuya girer ve vurulur. Robert’in vurulma anında görüntü birden donar. François Truffaut’nun 1959 yapımı ilk filmi “Les Quatre Cents Coups-Dört Yüz Darbe”nin son sahnesi gibi etkileyiciydi.

Devir değişirken…

Ekim 1981’de gösterime çıkan Jacques Deray’in 1980 yapımı “3 Hommes à Abattre-3 Adam Ölecek”, Jean-Patrick Manchette’in “Le Petit Bleu de la Côte Ouest” (Batı Tarafında Küçük Mavi Yer) adlı suç-geriliminden uyarlandı. Filmde, bir kaza sonucu bir profesyonel pokercinin “kötü adamlar”la başının derde girmesi anlatılıyordu. Türkiye’de “Bir Aynasızın Postu İçin” adıyla bilinen ve Alain Delon’un kendini yönettiği 1981 yapımı “Pour la Peau d’un Flic-Örnek Mücadele”, Jean-Patrick Manchette’in “Que d’Os” suç romanından uyarlanmıştı. Özel dedektif Choucas, insanların uyarılarını dinlemiyor ve kayıp kör kızı aramayı sürdüyor. Polis ve kötü adamların peşinde olduğu Choucas, gerçeği ortaya çıkarıyordu. Aralık 1982’de gösterime çıkan ve yine bir Jean-Patrick Manchette romanından uyarlanmış 1982 yapımı “Le Choc-Şok”u Robin Davis yönetmişti. Delon bu filmde Catherine Deuneuve’le karşılıklı oynadı. Ekim 1983’te gösterime giren 1983 yapımı “Le Battant-Gizli Silâh”ı da Delon yönetti. Bu film, André Caroff’un romanından uyarlanmıştı. Delon, bu dönemde Anne Parillaud’yla sıkça beraber göründü filmlerde. “Şok” filminde Delon, Robin Davis’in yanında yardımcıyken, bu filmde de Davis, Delon’un yardımcılığını yapmıştı.

Delon, Alman yönetmen Volker Schlöndorf’un 1984 yapımı “Un Amour de Swann-Swann’ın Aşkı”nda eşcinsel Baron de Charlus rolündeydi. Marcel Proust’un romanından uyarlanan filmin hikâyesi, fahişe Odette’le (Ornella Muti) son aristokratlardan Charles Swann arasında geçiyordu. Hikâye, öğleden sonra başlıyor ve bir gece sürüyordu. Sonra hikâye yıllar sonrasına gidiyor. Yıllar sonra, Charles’la Charlus, yaşlanmışlar ve Champs-Elise’de değişen dünyayı konuşurlar bankta yan yana. Sanayi devrimi olmuş ve burjuvalar artık hayatı kuşatıyor. Bu filmin kameramanıysa Sven Nykvist’ti. Bu kameramanı Ingmar Bergman filmlerinden hatırlayabilirsiniz. Ocak 1986’da gösterime çıkan Delon’un 1980’lerdeki iyi filmlerinden biri de Bertrand Blier’nin yönettiği 1984 yapımı “Notre Histoire-Ayrı Odalar”dı. Robert adlı bir alkoliği oynayan Delon, kendini satan gizemli bir kadınla trende karşılaşır. “Ayrı Odalar”, Blier sinemasının da iyi filmlerindendi. Bu, trende birinci sınıf seyahat eden alkolik ve yalnız bir adamın hikâyesi. Bu aynı zamanda, tren garlarına musallat olan, kendini gelip geçen erkeklere sunan, güzel olduğu kadar gizemli bir kadının da hikâyesi. Robert ve Donatienne trende tanışırlar. Robert, kadından öyle etkilenmiştir ki… Eşsiz hiciv ustası Bertrand Blier’in bu filmi tuhafla gülünç arasında gidip gelirken, son ana kadar da sırlarını saklıyor. Mart 1987’de gösterime giren 1985 yapımı suç filmi “Parole de Flic-Katillere Af Yok”u José Pinheiro yönetmişti. Bu film, seyirciler tarafından beğenilmişti. Şiddet yüklü bu filmde diyaloglar da azdı. Filmin hikâyesi, Lyon ve varoşlarında geçiyordu. Belki de en büyük sürpriz, 1990 yılında gerçekleşti. Sinemada birbirine iki “düşman”, Jean-Luc Godard’la Alain Delon, “Nouvelle Vague-Yeni Dalga”yla bir araya geldiler. Delon, 1997 yılında Fransız filozof-yazar Bernard-Henri Lévy’nin “Le Jour et la Nuit-Gündüz ve Gece” filminde başrolü Lauren Bacall’le paylaştı. Bu filmde Ernest Hemingwayesk bir yazarın Meksika’daki günleri anlatılıyordu. Elbette, Godard’ın “Yeni Dalga”sı gibi entelektüel bir filmdi bu. 1948’de Cezayir’de doğan Yahudi filozof, yazar, yönetmen Bernard-Henri Lévy, bu dünyadaki tüm “izm”lere karşı biri. Komünizme, faşizme, anti-semitizme ve birçok şeye karşı olan Lévy’nin Türkçede “Sartre Yüzyılı: Felsefi Bir Soruşturma”, “Charles Baudelaire’in Son Günleri” ve Françoise Giroud’yla ortak yazdığı “Erkekler ve Kadınlar” kitapları yayımlandı. Filozof Lévy kendini, “anti anti-Amerikan” olarak da tanımlıyor. Ama, İsrail’in Filistin katliamlarına da gerekçeler arayıp duruyor hep. Aşağıdaki filmografi listesinde Alain Delon’un oynadığı birçok film yer alıyor.

Alain Delon filmografisi:

2008 Astérix aux Jeux Olympiques-Asteriks Olimpiyat Oyunları’nda
2004 Frank Riva (dizi 2. sezon)
2003 Frank Riva (dizi 1. sezon)
2000 Les Acteurs-Aktörler
1997 Une Chance sur Deux-Yarım Şans
1997 Le Jour et la Nuit-Gündüz ve Gece
1994 Les Cent et une Nuits-Yüz Bir Gece
1993 L’Ours en Peluche-Oyuncak Ayı
1992 Un Crime-Bir Suç
1992 Le Retour de Casanova-Kazanova’nın Dönüşü
1990 Nouvelle Vague-Yeni Dalga
1990 Dancing Machine-Dans Makinesi
1988 Ne Réveillez pas un Flic qui Dort-Uyuyan Polisi Uyandırma
1985 Parole de Flic-Katillere Af Yok
1984 Notre Histoire-Ayrı Odalar
1984 Le Passage-Geçit
1983 Le Battant-Gizli Silâh
1983 Un Amour de Swann-Swann’ın Aşkı
1982 Le Choc-Şok
1981 Pour la Peau d’un Flic-Örnek Mücadele
1980 3 Hommes à Abattre-3 Adam Ölecek
1980 Teheran 43. Nid d’Espions-Casus Yuvası
1979 Le Toubib-Doktor
1979 The Concorde-Airport ’79
1978 Attention, Les Enfants Regardent-Dikkat, Çocuklar Bakıyor
1977 Le Gang-Gang
1977 Mort d’un Pourri-Aranan Hedef
1976 Monsieur Klein-Kaderi Arayan Adam
1976 Armaguedon-Armagedon
1976 Comme un Boomerang-Geri Tepen Silâh
1976 L’Homme Pressé-Yaşamak Hırsı
1975 Flic Story-Öldürmek Arzusu
1975 Le Gitan-Çingene
1974 Zorro
1974 Les Seins de Glace-Buzdan Göğüsler
1974 Borsalino & Co.-Borsalino ve Çetesi
1973 Deux Hommes dans la Ville-Şehirde İki Adam
1973 La Race des “Seigneurs”-Soylu Kan-Gölgedeki Aşk
1973 Scorpio-Akrep
1973 Les Granges Brulées-Ve Duvarlar Çatladı
1973 Tony Arzenta-Büyük Silâh
1973 Traitement de Choc-Şok
1972 Prima Notte di Quiete-İlk Gecenin Sıcaklığı
1972 Un Flic-Gecelerin Adamı
1972 The Assassination of Trotsky-Meksika’da Cinayet
1971 La Veuve Couderc-Kaçak
1971 Soleil Rouge-Kırmızı Güneş
1971 Il était une Fois un Flic-Bir Zamanlar Polisti
1971 Doucement les Basses-Sus
1970 Le Cercle Rouge-Ateş Çemberi
1970 Borsalino
1969 Le Clan des Siciliens-Sicilyalılar Çetesi
1969 Madly-Delicesine
1969 Jeff-Jeff
1968 La Piscine-Sen Benimsin
1968 The Girl on a Motorcycle-Motosikletli Kız
1968 Adieu l’Ami-Elveda Dostum
1968 Histoires Extraordinaires-Şeytanın Kurbanları
1967 Le Samouraï-Kiralık Katil
1967 Diaboliquement Vôtre-Şeytan Ruhlu Kadın
1966 Les Aventuriers-Macera Peşinde
1966 Lost Command-Zafer Yolları
1965 Paris brûle-t-il?-Paris Yanıyor
1965 Once a Thief-Doğru Yoldan Ayrılanlar
1965 The Yellow Rolls-Royce-Sarı Otomobil
1964 Les Félins-Aşk Kafesi
1963 La Tulipe Noire-Siyâh Lale
1963 Il Gattopardo-Leopar
1963 Mélodie en Sous-Sol-Vurgun
1962 Le Diable et les Dix Commandements-Şeytan ve On Emir
1962 Carambolages-Karambol
1962 L’Eclisse-Batan Güneş
1962 L’Amour à la Mer-Aşk Denizi
1961 Les Amours Celebres-Şöhretli Aşk Hikâyeleri
1961 Quelle Joie de Vivre-Yaşamak Sevinci
1960 Plein Soleil-Kızgın Güneş
1960 Rocco e i Suoi Fratelli-Düşman Kardeşler
1959 Le chemin des écoliers-Okul Yolu
1959 Faibles Femmes-3 Sevgili
1958 Christine
1958 Sois Belle et Tais-Toi-Güzel Ol ve Sus
1957 Quand la Femme s’en Mêle-Kadınlar Dahil

(18 Temmuz 2009)

Ali Erden

Tüm Şirketler

Tüm Şirketler,
03 – 09 Temmuz 2009 Haftalık (Weekly),
02 Ocak – 09 Temmuz 2009 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

10. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali

Bu yıl 10.su düzenlenecek olan Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali, adına yakışır şekilde, 24 – 26 Eylül 2009 tarihleri arasında uluslararası nitelikte organize edilecek. Unesco tarafından Dünya Mirası ilân edilen ve dünyanın en iyi korunan 20 kentinden biri olan Safranbolu, Türkiye’nin Belgesel Oscarları olmaya aday ödüllerin verileceği festivaliyle, Belgeselciliğe verilen emekleri onore etmeye hazırlanıyor. Her geçen gün gelişen belgeselciliğin ve “korumacılığın” merkezi olmaya aday Safranbolu, Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali ile 24 – 26 Eylül tarihleri arasında ilgi duyan herkesi davet ediyor.

  • Basın Bülteni
  • Program
  • Web Sitesi
  • Diğer haberler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali yazısına devam et
  • Bodrum Film Festivali

    Büyük illere önderlik eden ve bir gelenek oluşturduğunu düşündüğüm Bodrum Film Festivali’nin bu yıl yapılamayacağını üzülerek öğrendim. 6 yıldır Bodrum’da yaşayan bir İstanbul’lu olarak, beni en çok sevindiren etkinlik buydu. Gerek organizasyonda çalışan ekibin dostluğu, titizliği gerek seçilen filmlerdeki yüksek kalite bizi çok mutlu ediyordu. Belki bedava olması nedeniyle yüce halkımız çok ilgi göstermiyordu ama ben bile bazı müdavimleri olduğunu görebiliyordum.

    Festivalin yapılamayış nedeni, “Belediye başkanının değişmiş olması mıdır” diye düşünmeden edemiyorum!

    Bu yıl ekonomik kriz gerekçesiyle ertelenen pek çok şey olmasına alıştık, ancak Bodrum deyince akla sadece “içelim, dağıtalım, zincirlerimizden boşanalım” fikrinin gelmesini engelleyecek en önemli etkinlikten vaz geçildiğini düşünüyorum. Bence sanattan vazgeçmeye başlarsak, toplumuzdaki ayrışma ve şiddetin önüne geçmemiz iyice güçleşir.

    Bodrum’da bir Güzel Sanatlar Fakültesi var ve şimdi de yeni bir okul binası hizmete girdi. Bodrum’daki üniversite öğrencilerinin yaşamlarına sinemanın değmesinin ilerisi için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bodrum gençliğini özendireceğimiz işler “bar, otel, disko işletmek; sezonda insanları kazıklayıp, 9 ay yan gelip yatmak” mı olmalı? Sulu filmler ve abuk TV dizileri dışında, koskoca bir yaratı dünyasının olduğunu, belgeselin tadını öğrenmeleri için bundan daha iyi bir fırsat olabilir mi?

    Tamam para bulamıyoruz diyeceksiniz. Ekonomik zorluğun üstesinden gelmek için benim naçizane önerim:

    1- Diğer festivallerde olduğu gibi sembolik bir fiyata da olsa bilet satılması,

    2- Festivalin yabancılara daha iyi duyurulması.

    Bundan önceki festivallerde emeği geçen herkese tekrar teşekkür ediyorum.

    Motive bir ekip oluşturmak ve gönüllü çalışanlar bulmak bu çağda çok güç. Elinizde böyle bir ekip varken, bu fırsatı kaçırmamak gerek.

    Sevgi ve selâmlar.

    (17 Temmuz 2009)

    İlknur Birsel

    Kız Kardeşimin Hikâyesi

    Nick Cassavetes’in yönettiği ve Cameron Diaz, Abigail Breslin, Alec Baldwin ile Jason Patric’in oynadığı Kız Kardeşimin Hikâyesi (My Sister’s Keeper), 14 Ağustos 2009’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Sara ve Brian çiftinin hayatı, Kate’in lösemi hastası olduğunu öğrendiklerinde sonsuza kadar değişir. Ebeveynlerin tek umudu, yeni bir çocuk daha doğurmaktır. Anna doğduktan sonra kızlar ilgi odağı olur ve tek oğulları Jesse neredeyse unutulur. Tıbbi açıdan özgürlük isteyen Anna 11 yaşına geldiğinde, bir avukat tutarak Kate’in tükenen vücudunu kaderin ellerine teslim edebilecek bir dava açar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirilerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kız Kardeşimin Hikâyesi yazısına devam et
  • Son Durak 4

    David R. Ellis’in yönettiği ve Krista Allen, Nick Zano, Mykelti Williamson ile Bobby Campo’nun oynadığı Son Durak 4 (The Final Destination 4), 28 Ağustos 2009’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Nick ve arkadaşları haftasonunda araba yarışı izlemeye giderler. Nick yarışın yapıldığı stadyumun izleyicilerin üzerine yıkıldığını görür. Bu gördüklerinin birazdan yaşayacakları bir felâket olduğunu farkederek, 12 kişiyi stadyumdan çıkmaya ikna eder ve kazadan kurtulurlar. Ama stadyum kazasından kurtulanları çok daha korkunç kazalar beklemektedir.

    Son Durak 4 yazısına devam et

    3. Kristal Klaket Kısa Film Yarışması

    Fatih Üniversitesi tarafından düzenlenen Kristal Klaket Kısa Film Yarışması’nın üçüncüsü için geri sayım başladı. Amatör ve profesyonellerin katılımına açık olan yarışmaya son başvuru tarihi 16 Ekim 2009. Kısa film sektörüne katkı sağlamak amacıyla düzenlenen yarışmada, Son 2 yıl içinde çekilmiş ve süresi 20 dakikayı geçmeyen DVD formatında filmler yarışacak.
    Önceki yıllarda sadece Kurmaca dalında ödül dağıtan yarışmada, bu yıl Belgesel ve Animasyon kategorilerinde de ödül verilecek. Katılım formu ve tüm detaylar yarışmanın web sitesinden edinilebilir.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haberler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    3. Kristal Klaket Kısa Film Yarışması yazısına devam et
  • Sinemalife Dergisi, Kristal Klaket’e Sponsor Oldu

    Sinemalife Dergisi, Fatih Üniversitesi’nin organize ettiği ve bu yıl üçüncüsünün yapılacağı Kristal Klaket Kısa Film Yarışması’na sponsor oldu. Geçtiğimiz yıllarda sadece Kurmaca dalında ödül dağıtan yarışma bu yıl, Belgesel ve Animasyon kategorilerinde de ödül verecek. Ayrıca bu yıl tüm kategori birincileri New York Film Academy’de 8 haftalık ücretsiz sinema eğitimi kazanacak. Son 2 yıl içinde çekilmiş ve süresi 20 dakikayı aşmayan eserler DVD formatında yarışmaya katılabilecek. Son başvuru tarihi 16 Ekim 2009. Yarışmada Sinemalife Dergisi de, sponsor olarak bu organizasyona desteğini verecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yarışma hakkında geniş bilgi için tıklayınız.