Histeri (The Children)
Yönetmen-Senaryo: Tom Shankland
Hikaye: Paul Andrew Williams
Müzik: Stephen Hilton
Görüntü: Nanu Segal
Oyuncular: Eva Birthistle (Elaine), Stephen Campbell Moore (Jonah), Jeremy Sheffield (Robbie), Rachel Shelley (Chloe), Hannah Tointon (Casey), Raffiella Brooks (Leah), Jake Hathaway (Nicky), William Howes (Paulie), Eva Sayer (Miranda)
Yapım: İngiltere (2008)
“WΔZ” adlı irkiltici kanlı korku ve şiddet filmiyle hatırlanan İngiliz yönetmen Tom Shankland’ın “Histeri” filmi, bir Noel tatilinde çocukların saçtığı şiddeki anlatıyor. Yer yer insanı irkilten yönetmen, acaba alt metniyle bu filminde ne demek istiyordu?
İngiliz yönetmen Tom Shankland, ilk filmi 2007 yapımı “WΔZ-WAZ” adlı korku-gerilim filmiyle hatırlanıyor. Yönetmenin, “The Children-Histeri” adlı çocuk şiddetini öne çıkaran bu filmi gerçekten çarpıcı ve kanlı-korku sinemasında iyi bir yerde. Noel tatilinde bir dağ evinde çocuklar cinnet geçirip ebeveynlerini vahşi biçimde öldürüyorlar. Her şey Miranda’yla başlıyor ve sonra diğer çocuklara sıçrıyor bu. Miranda, mistik bir güçle diğer çocukları etkiliyor ve her şeyi denetliyor sanki. Aslında her şey iyi başlıyor. Mutluluk ve sıcaklık, karların üzerinde sıcaklık saçıyor. Eva ve ailesi, Eva’nın kız kardeşi Chleo’nun dağdaki evlerine geliyorlar mutlu bir Noel geçirmek için. Jonah, küçük kızı Miranda’ya Çince öğretiyor. Çin ilâçları da kullanıyor. Filmi seyrederken, Miranda’daki tuhaflıklar Çin ilâçlarından mı, diye düşünmeye başlıyorsunuz. Miranda, neredeyse mistik yüklü bir kız çocuğu gibi. Miranda’daki şiddet virüsü sadece çocuklara bulaşıyor. Çocuklar, tuhaf biçimde ebeveynlerini öldürmeye başlıyorlar bilinçdışı bir şiddetle. Film, görünürdeki mutlu aile yansımalarıyla alttan alta sorunları da duyuruyor. Jonah, şimdi bir genç kız olan Casey’le bir türlü iletişim kuramamış. Miranda, üvey ablası Casey’i pek sevmiyor. Chleo’nun kocası Robbie, Casey’ye ilgi de duyuyor. Ama, şiddet çoğaldıktan sonra hiçbir sorunun anlamı kalmıyor hayatta kalmak dışında.
Kan, şiddet ve psikanaliz…
Yönetmen Shankland, bu filminde Hollywood’un eski zamanlarındaki (1970’lerdeki) korku-şiddet filmlerinin ruhunun içine dalıyor “Histeri”yle. Yönetmen, Hollywood’da bu tür filmlerdeki ön jenerik yazılarındaki gibi renk tonlarını bile kullanmış bu filminde. Aslında Shakland’ın filmine içerik olarak özgün diyebiliriz. Kimin aklına gelebilirdi ki çocukların şiddet saçması? Huzursuz, tedirgin ve öfkeli Miranda, gerçekten bir yerden sonra seyiriciyi de tedirgin etmeye başlıyor. Miranda öyle tatlı ve insanda babalık duygusu uyandırıyor ki. İşte o sevimli Miranda, filmdeki şiddeti çoğaltan minik kıza dönüşüyor. Yönetmen, çocukların yarattığı şiddeti doğrudan göstermiyor. Bir iki sahne dışında. Elbette bu doğru bir şey. Çocuklar gerçekten bir travma geçirebilirlerdi. Yönetmen Shakland’ın “Histeri” filmi, gerçekten başarılı ve gerçekten kanlı bir film. Tüm bir final bölümünün de çok sıkı olduğunu belirtmeliyiz. Filmi seyrederken kameranın arkasında birinin olduğunu hissediyorsunuz. Filmdeki oyuncu performansları da iyi. Öncelikle tüm çocuklar kameranın önünde birer usta gibiler. Minicik kız çocuğu Leah’la kardeşi Nicky’nin Elaine’i evin içinde sıkıştırdıkları sahne yürekleri hoplatıyordu. Film, estetik açıdan da etkileyici. Dış mekânlar da iç mekânlar gibi insana kasvet veriyor. İşte bu tedirgin edici filmde, yönetmen ve kamerası alabildiğine sakin. Dipte duyulan müzikler de insana yer yer tedirginlik veriyor. Aslında bu filmin alt metnini ya da psikanalitik yönünü anlamak gerekecek. Çinliler, çocuklar, şiddet, kan, hastalıklı durumlar ve aklınıza gelebilecek birçok olumsuz şey takılıveriyor akıllara. Yeni sinema mevsiminin görülmeye değer filmlerinden bu. “Histeri”nin yönetmenin ikinci filmi olduğunu da belirtmeli. Yönetmen, genelde televizyon dizileri çekiyor ülkesinde.
Psikopat filmler…
Yönetmen Shankland’ın “Histeri” filminin, 1970’lerde Hollywood’un korku-şiddet filmleriyle akrabalığı var. Kanlı şiddeti çoğu anda doğrudan göstermemesi “Histeri”nin az irkiltici film olduğunu göstermez. “Histeri”, kendi türünde küçük bir başyapıttır belki de. Sinema tarihinde psikopat-manyak filmler bir hayli var. Burada, uzak ve yakın tarihli birkaç psikopat filme dokunma şansımız var. Yönetmen Tobe Hooper’ın ikinci filmi olan 1974 yapımı “The Texas Chain Saw Massacre-Teksas Katliamı”, görsel anlamda vahşi şiddet yüklü bir filmdi. Filmde beş kurban, yamyam bir ailenin eline düşüyordu. Bu film zamanında yasaklanmıştı. Elinde elektrikli testereyle sürekli birilerini kovalayan aile insanları testereyle biçiyordu “Teksas Katliamı”nda. Eli Roth’un yönettiği 2005 yapımı “Hostel-Otel” filminde de seyredilmesi gerçekten zor vahşi işkence sahneleri vardı. “Otel” filminin hikayesi nedense Slovakya’da geçiyordu. Fransız yönetmen Alexandre Aja’nın 2003 yapımı “Haute Tension-Yüksek Tansiyon” filmi de yasaklanmıştı. Dean R. Koontz’un Altın Kitaplar’dan “Korku Yuvası” adıyla çıkan “Intensty” adlı romanından uyarlanan filmin şiddet düzeyi de çok sarsıcıydı. Aja’nın “Yüksek Tansiyon”unda, çift kişilikli ve çift cinsiyetli seri katil, soğukkanlılıkla bir aileyi yok ediyordu. Wes Craven’ın ilk filmi olan 1972 yapımı “The Last House on the Left-Soldaki Ev”de, bir grup katil, kızları kesip biçiyordu film boyunca. “Soldaki Ev”de, işkence, tecavüz ve şiddetin her türlüsü bir gece boyunca sürüyordu perdede. Meir Zarchi’nin 1978 yapımı “I Spit on Your Grave-Mezarınıza Tüküreceğim” için şiddet sinemasının “kült film”lerinden deniliyor. Dört adam tarafından alıkonulup tecavüze uğrayan bir kadının, olaydan sonra kaçmayıp tek tek bu adamları öldürmesi üzerine kurulu bu hikâye. Beyazperdede görülebilecek en şiddet yüklü sahneleri içeriyor film. Kadın, bu adamları silâhla tek vuruşta öldürmüyor. Elbette seyircinin midesi kaldıramıyor “Mezarınıza Tüküreceğim” filmindeki birçok sahneyi. Stanley Kubrick’in 1971’de Anthony Burgess’ın romanından uyarladığı “fütüristik” ve “distopik” filmi “A Clockwork Orange-Otomatik Portakal”, şiddeti iki taraflı gösteriyordu. Önce bireyin, sonra da devletin şiddeti yansıyordu perdeye. Her ikisi de vahşiceydi. Alex, Beethoven’ın “9. Senfonisi”ni dinleyerek şiddet saçıyordu “Otomatik Portakal”da. James Wan’ın yönettiği 2004 yapımı “Saw-Testere” filminde birbirini tanımayan iki adam, pis bir banyoda zincirlenmiş olarak uyanırlardı. Manyak bir adamın kurbanı olduklarını anlıyorlardı çok geçmeden. Ardından şiddet uç noktalara ulaşıyordu filmde. “Testere”yle ilk yönetmenlik deneyimini gerçekleştiren Wan, bu filminin sinema tarihinin en iyi korku filmi olduğunu da söylemişti. Bu kadarı yeter herhalde. O kadar çoklar ki, başlıbaşına bir yazının konusu bu psikopat filmler.
(28 Temmuz 2009)
Ali Erden