26 Aralık 2008 Haftası

“Taşıyıcı 3”, oyunu sert oynayan adamların kendilerini ve arabalarını inanılmaz zorladıkları aksiyonu bekleyen seyirciye, parasının tam karşılığını -günümüz sorumluluğuna uygun şekilde çevre ile ilgili tehlikelere dikkat çekmeyi de ihmal etmeyerek- veriyor!

“Şeytanın Pabucu”nun yapımcısı, bana göre Türk Sineması’nın en iyi korku filmi “Musallat”a da imza atmış Mia Film’in yetkililerinin dikkatini çekiyorum: Bu ikinci filminiz bir güldürü; eğlendirme amaçlı çekilmiş. Malzemesi yeterince işlenmemiş olsa da, oyuncuların kişisel atraksiyonları sayesinde güldürüyor da… Ancak filmin omurgasını oluşturan entrika, yani “yaşlı kadının eski evinin bodrum katını müzik çalışmaları yapmak amacıyla kiralayıp, buradan biraz ilerideki kumarhaneye soygun amacıyla tünel kazan soyguncuların beceriksizlikleriyle, ev sahibesinin uyanıklığından kaynaklanan gülünç öykü”, 2004 tarihli, Tom Hanks’in başrolünde yer aldığı, Coen Kardeşler’in “The Ladykillers”ına ve aslında, bu filmin de uyarlandığı, 1955 tarihli İngiliz yapımı “The Ladykillers”a aittir. Bu bir esinlenme değildir. Fatih Ürek’in canlandırdığı kumarbaz tipin, ablasının kılığına girerek mahalleyi kandırması, örneğin “Mrs. Doubtfire”dan esinlenmiş olabilir. Tabii ki, her film başka bir takım filmlerden bol bol esinlenebilir. Ama “yaşlı kadın, eski ev, bodrum, sahtekâr müzisyenler, soygun, tünel, kumarhane vs.” bire bir alınmıştır (jeneriklerde de orijinal senaryoya bir vurgu göremedim). Muhakkak ki, danışmanlarınız, Türkiye’nin de içinde bulunduğu uluslararası hukuka göre bunun ne olduğunu yorumlarlar. Bu bizim haddimize değil. Ama ben, “Musallat” gibi çok sevdiğim bir filmin ardından, daha ‘özgün bir güldürü’ beklerdim. Düş kırıklığına uğradım.

“Bolt”, bir ‘yıldız’ köpek, bir sokak kedisi, sıçangillerden bir hamster arasında oluşan dostluk ve bu dostluğun doludizgin serüvenleri aracılığıyla, insan denilen türün bencilliği – vefasızlığına vurgu yapan, Walt Disney’in ilk 3 boyutlu animasyonu: Sinema ile ilginiz hangi düzeyde olursa olsun, dijital teknolojinin bu son aşamasını ağzınız açık izleyeceksiniz!

“Avustralya”, yaklaşık dört yüz yıldır, ‘Aborjinlerin Ülkesi’ne esaret kavramını, gasp etmeyi, savaşı, ölümü getiren beyaz insanların bu topraklardaki serüvenlerinin tarihindeki önemli bir zaman dilimine, 2. Dünya Savaşı’na girildiği yıllara ve bir ‘melez erkek çocuğun’ anlatımı – katılımıyla (artık çok geçtir; ‘piç’, yeni bir ırk doğmuştur), beyaz Avrupalı kadın ile sığır çobanı erkeğin ‘epik’ öyküsüne odaklanıyor… 1939 yılının hemen öncesi ve 39’da geçen filmde, o yılın en görkemli Hollywood örneklerinden “The Wizard of Oz – Oz Büyücüsü”ne sıkça ‘gönderme’ yapılırken, sinemanın altın çağını canlandıran bir klâsik anlatım seçilerek, “Gone with the Wind – Rüzgâr Gibi Geçti”den (1939), John Ford ‘western’lerine kadar birçok filme saygılar sunuluyor. “Avustralya”, uçsuz bucaksız bir kıtaya yakışır biçimde, ‘büyük’ bir film olarak göz kamaştırmakta… 2008 yılında resmen özür dilenmiş yerli halkın varlığına, onların spiritüel gücüne de saygı göstererek.

(24 Aralık 2008)

Ali Ulvi Uyanık

aliuyanik@superonline.com