Terminatör: Kurtuluş

McG’nin yönettiği ve Christian Bale, Anton Yelchin, Sam Worthington ile Moon Bloodgood’un oynadığı Terminatör: Kurtuluş (Terminator: Salvation), 05 Haziran 2009’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Kıyamet sonrası bir Terminatör ordusu dünyayı dolaşmakta, terk edilmiş şehirlerde ve çöllerde saklanan insanları yakalayıp öldürmektedir. Ama hayatta kalan insanlardan oluşan küçük grupların organize olarak kurduğu direniş hareketi, yeraltı sığınaklarında saklanmakta ve fırsat bulduğunda kendilerinden sayıca çok üstün düşman kuvvetlerine saldırmaktadır.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

“Terminatör: Kurtuluş” üzerine bir yorum

  1. Dikkat bu bir John Connor filmi değildir!…

    SPOİLEERRR

    Şimdi böyle bir girişten sonra ne filmi ki diye sorarsanız size en az on değişik cevap verebilirim. Bu bir Kyle Reese filmi veya bu bir Marcus Wright filmi gibisinden. Ama kesinlikle bu film bir John Connor filmi değil. Şöyle düşününce ilk serideki ilk film de aslında bir John Connor filmi değildi, gerçekten de Kyle Reese filmiydi. Belki bu kez de seriye bu şekilde başlamak istemişlerdir diyerek iyimserliğimizi korumaya çalışıyoruz ama ne fayda film ilerledikçe gittikçe batmaya başlıyor.

    Filmin en zayıf yanı maalesef senaryosu. Öyle kötü ki… Sonda Skynet büyük bombayı patlatıp, Marcus’a Connor için tuzak olduğunu açıklıyor. Da… Hani tuzak? Tuzak dediğin sadece Connor’u binanın içine tıkmak mı? Hayır, gelecekte ümüğüne ot tıkayacağını biliyorsun da bu yüzden mi bir tanecik T800’le halletmeye çalışıyorsun adamı? Girebileceği kapılara ne bir bubi tuzağı kurmak var, ne aşağıdaki bilmem kaç bin terminatörü çalıştırmak var. Bir tanesi yetecek sanki, ne zaman yetmiş ki bu büyük tuzağınızda yetsin?

    Terminatör de pek yumuşak kalpli, Connor’un gırtlağını yakaladığında parçalamak yerine bir o yana bir bu yana atıp show yapıyor. Makinesin sen sık gırtlağını bitir işi, ne diye ağdalıyorsun olayı? Marcus’a gelince bakıp zayıf noktası kalbi belirlemesini yapıyorsun da iş Connor’a gelince mi aklın sıfırlanıyor? Zaten biz o saldırıda Connor’un ölmeyeceğini biliyorduk, o kadar zıbıldatmaya ne gerek vardı? 😛 Zaten iki kere tespit ettiğin birinci dereceden yok edilmesi gereken karakter olan Kyle Reese’i turşu etmedikten sonra John için umutlanmamız gerektiğini anlamıştım.

    Ayrıca klişeden de geçilmiyordu yani. Bir silâh atışı lav, ikinci silâh atışı bu kez dondurucu gaz. Allahtan üçüncü kez ateşleyip taşlaşmış terminatörü parçalamak gibi bir gaflete düşmediler. 😛 Hatunu kötü adamlardan kurtarmak, parmağın son anda havada kalakalması, helikopterden okyanusa atlayıp denizaltıya girmek. “Kalbimi alın, feda olsun size!” 😛 Oy oyy magmalardan magma beğen. 😛 (Ha birde organın uyacağından nasıl da eminler ama di mi)

    Skynet merkez üssüne gelince neresini yazsam ki? Böyle ışıltılı parlak mekân falan, hani gelecekte geçiyor ya… Sehpası bile eksik değil. Belki makineler de oturup keyif yapıyordur? Çok merak ediyorum yaratırken çok mu kastılar bu mekânı? Bu kadar hayal gücü yoksunu bir mekân olamazdı çünkü. Sonda direniş örgütü helikopterle saldırıyor. Uçan saldırı güçlerinden bir tanesi ortalıkta görünmüyor. Hiç mi savunma sistemin yok senin?

    John Connor’a gelince pek bir kahramanlığını görmedik açıkçası. Zaten ilk serinin son filminde kahramanlığı yüklenen genç bir adamdı. Şimdi komutan bile olmayan ama her nedense pek tanınan bir lider konumunda. Keşke adamın bir iki saldırısını, liderliğini, annesinin öğrettiği bazı ufak ip uçlarıyla insanların hayatlarını kurtarışını falan görseydik. Yani ne bileyim sırf şansı sayesinde koskoca patlamadan sağ kurtuldu diye, radyo yayınları yapmayı akıl etti diye adamı kahraman bellemek bana ters geliyor.

    Filmi sırtlayan iki karakter var. Birincisi ilk serideki Kyle Reese’in yumuşak bakışlarını şefkatli ses tonuyla üstlenmiş olan Anton Yelchin. Kendisini Star Trek’te de oldukça beğenmiştim ve o kadar yıldız arasından sıyrılmasını bilecek kadar dikkat çekiciydi. Ama şimdi bu filmden sonra dikkatle takip edilesi aktörler arasına girdi benim için. İş var bu çocukta.

    İkinci karakter de elbette Marcus Wright rolündeki Sam Worthington. Hani neredeyse Bale’den bile karizmatikti hatta bariz rol çalıyordu bazı sahnelerde. Minimalist yüzü, güçlü görünen vücudu, gerektiğinde bir kahraman gerektiğinde acı dolu bir adama dönüşen oyunculuğuyla cidden çok beğendim. Şimdiden Avatar filmini merakla bekliyorum.

    Christian Bale’e gelince, güzel abim madem kendini role vermeyecektin ne diye ısrarla Connor rolünü istedin. Kirli sakal bırakıp fısıltıyla konuşunca adam olunmuyor maalesef. Böyle silinir gidersin işte. Kendini beğenmişlik akıyordu üzerinden resmen. 😀

    Ayrıca güçlü bir kadın karakter eksiği vardı. Ne ilk serideki Sarah Connor, ne de dizideki Sarah gibi şöyle sert ve güçlü bir kadın karakter fena olmazdı. Blair Williams karakteriyle bu açığı kapatmaya çalışmışlar ama yeterince iyi olmamıştı. Brys Dallas öylesine bir karakterdi resmen. Olsa da, olmasa da aramazdım yani. Bir de aklıma takılan o veteriner değil miydi? Kalbi takmaya gelince hemen zıpladı.

    Çakma da olsa Arnold abimizi de şöyle birkaç dakika görmek güzeldi. Efekte biraz zaman ayırsalardı bu güzel an daha da güzel olabilirdi. Resmen sanki mumdan yapılmış gibi görünüyordu. Bu yüzden olsa gerek hemen deriyi soydular. 😛

    10 / 7 Neden? Terminatör filmlerini salt aksiyon filmlerinden sayanların cidden zevk alabilecekleri bir film. Ama bizim gibi bu seriyle büyümüş bazı sinemaseverlerin bu filmden tad almasını pek olası görmüyorum. Sanki yönetmen bu “evreni” anlayamamış. Biz ise… Maalesef daha fazlasını bekliyorduk. Aradan geçen yıllar filmlerden kötü efektleri alıp yerine cilâlanmışları koyduğunda duygu yoğunluğu götürmesin isterdik. Çünkü Terminatör serisini “iyi” yapan bu.

Yorumlar kapalı.