Sinetek Avrupa Eylül 2007 Gösterimleri

Ankara Sinema Kültürü Derneği tarafından, Tüze Grup ve Radyo ODTÜ‘nün katkılarıyla gerçekleştirilen, 2002 yılının Ekim ayından bu yana aralıksız devam eden Sinetek Avrupa film gösterimleri Eylül ayında yine birbirinden güzel filmlerle devam ediyor. Ülkemizin düzenli ve yıla yayılmış tek film festivali olma özelliğini sürdüren etkinlik kapsamında her Perşembe Saat: 19:30’da Ankara Tüze Metropol Sineması‘nda nitelikli bir Avrupa filmi 35 mm ve Türkçe altyazılı olarak sinemaseverlerle buluşuyor. Etkinlikte bu ay, Ölümcül Devir (Mortal Transfer), Bunu Hak Etmek İçin Ne Yaptım? (What Have I Done To Deserve This?), Sözcüklerin Gizli Yaşamı (The Secret Life of Words), Tasio, adlı filmler gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde, Eylül 2007 Sinema Etkinlikleri

    Nazım Hikmet Kültür Merkezi‘nde Eylül ayında sinema etkinlikleri Yılmaz Güney 70 Yaşında programıyla başlıyor.
    09 Eylül Pazar günü 19:30’da Zahit Atam ve Ahmet Soner’in sunumu ile başlayacak etkinlikte 21:00’de Arkadaş filminin gösterimi yapılacak.
    Kültür merkezi, Osmanağa Mah, Bahariye Cad, Ali Suavi Sok, No: 7, Bahariye, Kadıköy, İstanbul adresinde bulunuyor. Tel: 0216 4142239.

    Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de

    Zeki Alasya’nın yönettiği ve Zeki Alasya, Derya Baykal, Şahap Sayılgan ile Yeliz Yeşilmen’in oynadığı Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de, 21 Eylül 2007’de Kenda Film dağıtımıyla Plato Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir gün kısa bir süreliğine de olsa soluk almak amacıyla gizlice firar eden Cumhurbaşkanı halkın arasına karışır. First lady ve Cumhurbaşkanı’ndan oluşan bu firar ekibine Ankara sınırlarından çıkmak üzereyken beklenmedik bir başka firari, hayat kadını Buse de katılır. Firar, küçük bir balıkçı köyünde ise bambaşka bir atmosfere dönüşür. Cumhurbaşkanı artık öteki Türkiye’de konuktur.

    Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de yazısına devam et

    Janjan’ın Afişi Hazırlandı

    Aydın Sayman’ın yönettiği ve Berk Hakman ile Selen Seyven’in başrollerini paylaştığı Janjan’ın afişi hazırlandı. 12 Ekim 2007′de Kenda Film dağıtımıyla De Yapımcılık & mpool – Energy Media & Productions tarafından vizyona çıkarılacak filmin konusu şöyle: Janjan Anadolu kasabasında yaşayan genç ve zararsız bir delidir. Evinde barındığı Murtaza Efendi, ömrünün son demlerinde köyden genç ve çok güzel bir kızı eş olarak alır. Kıza istediğini yapamayan Murtaza Efendi kasabada alay konusu olurken, tüm delikanlılar için de Güzel adlı kız bir ilgi alanı olmuştur. Onu rahatlıkla görebilen tek kişi olan Janjan’la Güzel’in arkadaşlığı aşka dönüşür.

    Sıfır Dediğimde’nin 3 Boyutlu, Katmanlı Standları Sinemalarda

    Sıfır Dediğimde’nin standı için kullanılan görsel, ön çalışmalardan farklı tasarlandı. Daha çok Hollywood filmerinin standlarında kullanılan 3 boyutlu, katmanlı stand tasarımı tekniği ile hazırlanan standlar Türk sineması için önemli çalışmalar olarak nitelendiriliyor. Sıfır Dediğimde projesi, mahkum.net sitesinden seyircilerle beraber ortaklaşa geliştirilmesi, hikâyenin ilerletilmesinden, oyuncu seçimine, test gösterimleri ile montaja etki etmeye kadar pek çok alanda seyirciye bir sinema filmini beraberce geliştirebilme firsatı verdiği için Türkiye için bir ilk. Yapılan araştırmalara göre dünyada da böyle bir çalışma örneğine rastlanmadı.

    Sinematürk, Eylül Sayısını Yeni Sezonda Türk Sinemasına Ayırdı

    Burçak Evren’in Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendiği Sinematürk Dergisi, Eylül sayısını Yeni Sezonda Türk Sineması adlı özel dosyaya ayırdı. Dergide yer alan diğer yazılar ise şunlar: Antonioni ve Bergman Üzerine İnceleme / Engin Ayça; Türk Sinemasında Şarkıcı Türkücü Filmleri – Erdoğan Tünaş’ın Ardından / Orhan Ünser; Türk Sineması’nın Değişmez İkilileri: Onlar Birbirlerine Yakışıyorlar / Berk Birinci; Şark Sinemaları A.Ş.’nin Osmanlı İdari ve Yerel Yönetimleriyle Olan Sorunları / Ali Özuyar; Film Çok Sinema Salonu Yok / Burçak Evren.

    Digital Film Academy Yeni Sinemacılar Yetiştiriyor

    New York merkezli Digital Film Academy’nin İstanbul şubesi, 17 Eylül’de eğitimlerine başlıyor. Yeni eğitim programındaki dersler arasında Senaryo Teknikleri, Prodüksiyon, Yönetmenlik, Kamera ve Işık Teknikleri, Ses Kayıt Teknikleri, Kurgu, Audio – Post Prodüksiyonu gibi derslerin yanında Oyuncu Yönetimi, Sanat Yönetmenliği, Görüntü Yönetmenliği, İleri Kurgu Teknikleri, After Effects ve Filmde Müzik Kullanımı, Video Klip Yapımı, Belgesel Yapımı gibi yeni dersler bulunuyor. Eğitmenlerin arasında Derviş Zaim, Ömer Faruk Sorak, Levent İntepe, Aşkın Sağıroğlu, Ulaş Cihan Şimşek, Ender Akay ile Gökhan Kırdar, Naz Erayda, Ahu Sun gibi yeni isimler de bulunuyor.

    Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin Açılış Filmi Ang Lee İmzalı Lust Caution

    19 -28 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin dünyaya açılan yüzü 3. Uluslararası Avrasya Film Festivali, Uzakdoğu sinemasının dev ismi, Oscar ödüllü Tayvan doğumlu yönetmen Ang Lee’nin 2007 tarihli son filmi Lust Caution (Se Jie) ile perdelerini açacak. Film, II. Dünya Savaşı sırasında Japon işgali altındaki Çin’in en büyük kenti Şangay’daki Japon güdümlü kukla hükümetin istihbarat şefi Bay Yee’ye suikast düzenlemeyi plânlayan bir grup vatansever öğrencinin etrafında gelişiyor. Lust Caution, 02 Kasım’da 35 Milim Filmcilik dağıtımıyla D Productions tarafından sinemalarımızda gösterilecek.

    Yılmaz Güney’di

    Evet di’li geçmiş ile, Yılmaz Güney’di. Aradan 23 yıl geçmiş, doğum günü hâttâ yılı tam ve net olarak bilinmiyor ama, 1984’de (09.09.1984) yitirdik O’nu.

    Umut filminin ODTÜ’de yapılacak gösterisine gittik, gösterilip gösterilmeyeceği bilinmiyordu. Bilenler bilir, ODTÜ’nün geniş alanında hangi yerde gösterileceğini bile net öğrenemedik, vakit ilerliyor, hava kararmaya başlıyor, güneş batmıştı, kuyruktan ayrılmıyor, ama hangi kuyruktan, dört beş tane kuyruk vardı. O gün filme ulaşamadık, kaç gün sonra idi bilemiyorum, ama bir sonbahar günü olmalı, fakültemizde (A. Ü. Hukuk Fakültesi) filmin gösterileceğini öğrendim. Konferans salonunda gösterim yapılacaktı, okulda bir sinema kulübü kurulmuştu (Neler mi göstermişti?: Prof. Hannibal ve Cehennemde İki Devre / Z. Fabri, Yedi Samuray / A. Kurosawa, Sevmek Zamanı / M. Erksan v. b.) işte onlar bulup buluşturmuşlar, filmi getirdiler, derslere girdiğimiz, çeşitli anma toplantılarının yapıldığı bu salonda bu kez Umut ile buluştuk. Gösterim öncesi, asistanımız olan Uğur Mumcu, Özkan Tikveş’in sinemada sansürü konu alan doktora tezinin kitabı ile gelerek, bir konuşma yaptı ve o zaman geçerli olan sansür kuralları gereğince, biraz titizlik gösterilirse, sansür edilmeyecek filmin olmadığını söyledi ve gösterim sonunda filmin, finaline ulaştık. Filmi, Umut’u anlatacak değilim. Finalde define peşindeki gurup, gömünün izini bulduğuna inandıkları Cabbar’ın (Güney) gözlerini bağlayarak, o’na doğru yürümesini isterler, bir süre yürüyen Cabbar daire çizmeye başlar ve bu daire üzerinde döner döner döner. ‘Umut’ bir kısır döngüdür, -‘umut’, akıllıca ve var olanları doğru değerlendirdiğin zaman, ileriyi görebilmene yardımcı olur ve o zaman varılacak hedef olur.- Cabbar’ın ‘umut’u ise kendi çevresinde dönmektir, yani hiç yere gitmemek, ve döner, döner, döner…. Perdenin sağ alt köşesinde UMUT yazar, bir süre sonra ise, görüntü kararır ama yazı ‘umut’ perdede kalır ve film, ‘son’ yazmadan biter. O zamanlar filmlerimizde final jeneriği bulunmazdı, bu nedenle film ‘umut’ yazısı ile biter; aslında filmler bitmez, gösterimi biter. (Sonradan sinemalarda gördüğüm gösterilerde, büyük bir olasılıkla sinemacı tarafından filme ‘son’ yazısı eklenmişti.)

    Yılmaz Güney’in sinema serüveni çok öncelerde başlar, Atıf Yılmaz ile çalışmalarından öncesi de var, Adana’da afişleri yatak yapıp üzerinde uyuduğu sinemalarda, bölge işletmelerinde çalıştığı günler, fakat sinema ile ilk kez on yaşında tanışmış olması acaba kayıp mı kazanç mı?

    Oyunculuğa başladığı günlerde / filmlerde, aynı zamanda senaryo yazımına katılıp, asistanlık da yapıyor (Atıf Yılmaz’a), ben sinemaya böyle üç koldan bir girişi başkasında hatırlamıyorum (yanılıyor olabilir miyim?)

    Sonra zaman zaman, birbirine benzese de, oynadığı filmlerin bazılarının senaryolarını yazıyor, bazı kendi seçtiği bölümleri yönetiyor, bu yönetmenliğe geçtikten sonra da (başkalarının yönettiği filmlerde) devam ediyor; deneysel çalışmaya olanak vermeyen ortamımız, piyasanın talebi ile peşi peşine benzer film üretilmesi sonucunu doğuruyor. Kendi ağırlığını koymaya başladıktan sonra, istediklerini yapabilme olanağına biraz daha kavuşuyor ama senaryo yazarlığından önce gelen yazarlığı (öykü – roman) daha tam yerine oturmuş değildir, fakat kafada mevcut bir öykünün setlerde yazılan senaryoları ile zaman zaman dağınık (Ağıt), silâh romantizmi (Acı – Umutsuzlar) ağırlıklı sonuçlar elde ediyor.

    Bu sitede daha önce de yer almış, Baba ve Zavallılar filmlerine ait yazılarda sözü edilen durumlar nedeni ile, ben Güney’in yapabileceklerinin bir kısmını çeşitli nedenlerle yapamamış olduğunu düşünüyorum. Yapılamayanlar için yakınmanın anlamı yoktur, yapılanlara bakılıp arkasını da / eksik kalanı da (yapılanamayanı da) düşününce, keşke böyle olsaydı demek de sonuç vermiyor.

    Her ölüm erkendir derler, bazılarının ölümü daha mı erken?

    Sinemaya giriş filmleri (Bu Vatanın Çocukları / Alageyik), giriş biçimi ile ilgi topluyorsa da, zorunlu ara vermesi (Boynu Bükük Öldüler’in yazıldığı cezaevine günleri) ile, araya zaman girmesi ile çabuk unutulması, geri döndüğünde hatırlanmaması, ancak dar bütçeli yapımlarda, kimi zaman sırf gelir için, ama zaman zaman kişisel tavrını (biçimini) koyarak bir Anadolu seferine çıkıyor, sonuç kendisine bir kitle bağlıyor, bir lâkap ediniyor: (‘Çirkin Kral’). Bu lâkabını korurken, sinemasınında düzeyini -kendi biçimi ile- kotarabildiği kadar yükseltme çabası… Geç tanıştığı sinemanın, görselliğini çabuk çözümlemesi, bu konuda kısa ama sinemasal doruklara ulaşması, şimşek gibi çakıyor. (Bana göre) Umut’ta bir özel arabanın çarpması sonucu ölen atını Çukurova’da kırsal araziye götürüp bırakma sahnesi, çocuklarının tren rayları arasında kömür toplarken oynadıkları oyun sahnesi…, birinci sahnenin destansı görselliği ardında, arabanın atına çarpması, karakolda haksız çıkması, filmde (filmlerinde) zaman zaman vurgulanacak, sınıf (sosyal katman) farklılığının belirtildiği içerik ile birleşir. Görselliği ve doğallığı ağırlık taşıyan ikinci sahne ise Baba’nın ilk bölümündeki çocukların tavuk kovalaması sahnesinin habercisidir. Daha öğrenmedikleri bir ayrılığın öncesindeki çocuklar acımasızca tavuğu kovalarlarken, kendileri de tavuk kadar çaresizdirler: (yaşam ne sürprizler hazırlar). Filmlerinde, öykü dışında, çevre gözlemleri yaparken -asıl / görsel sinemasını yaparken-, çocuklara yaklaşımı dikkate değer, çocuklar doğallıkları içinde, gerçek durumları ile görüntülenir. Son filmi Le Mur (Duvar) çocukları daha büyük yaşlarında ‘delikanlılıklarında’ ve cezaevi ortamında ele alırken, yaşamın daha katılaşan gerçekleri ile verilir.

    Beyazperdeden, ince uzun bacakları üzerinde, dar siyah veya beyaz pantolonu ile yaylana yaylana geçerken, çirkin ama ‘onun’ yüzünde hiç de çirkin durmayan burnu, gözleri ile birlikteki gülüşü ile geçen Güney, aramızdan yirmi üç yıl önce ayrılmıştı, yurt dışında idi, vatandaşlıktan dışlanmıştı, yapabildikleri ile bile sinemamızda bir döneme damgasını vurmuştu. Sonuçta sinemanın her geçen gün gelişen teknolojisi ile -belki- yeni yetme seyircinin bu gün ‘gülebildiği’ filmler yaptı, ama yukarıda da kısmen değindiğim gibi, yapabildikleri düşündüklerinin az bir kısmı idi. İstediğini yapabilecek noktaya hiç bir zaman gelemedi ama kısmen ağırlığı koyduğu ve o günün tekniği ile yaptığı, en sıradan filmlerine serpiştirdiği politik göndermeleri ile olsun, zaman zaman sinemasının şiirselleştiği daha ağırlıklı politik filmlerinde olsun, fikirlerine katılın veya katılmayın, başından sonuna kadar hep bir ‘sinema adamı’ olmayı hak etti. Sinemamızdan geldi geçti, Yılmaz Güney’di.

    (07 Eylül 2007)

    Orhan Ünser