Altın Koza Çukurova’dan Dünya’ya Sesleniyor: Geleceğimizi Tüketiyoruz, Çocuklarımızı Koruyalım

04 – 11 Haziran 2007 tarihleri arasında gerçekleşecek 14. Altın Koza Film Festivali’nin teması Çocuk Hakları olarak belirlendi. Türk Sineması ve Altın Koza Film Festivali “Çocuklar insan soyunun devamıdır, geleceğidir. İstismar ediliyorlar, işgücü olarak kullanılıyorlar, taciz ediliyorlar, haksız işgâllerin ve terörün kurbanı oluyorlar; geleceğimizi tüketiyoruz, çocuklarımızı koruyalım” gerekçesiyle 14. Altın Koza Film Festivali teması’nı Çocuk Hakları olarak belirledi. Festival, bu amaçla Adana’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Dünya’ya barış ve dayanışma çağrısı yapıyor.

Altın Koza Çukurova’dan Dünya’ya Sesleniyor: Geleceğimizi Tüketiyoruz, Çocuklarımızı Koruyalım yazısına devam et

Adı Anıldığında Bol Çağrışımlı Bir “Melodram” Olan “Vesikalı Yârim”e Bir Bakış

Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında adını verdiği anılarında, anlatıyor: İç göç’ü konu alan bir film yapmak tasarıları sırasında belirli bir sonuca ulaşamadığı bir dönemde, bir akşam evine dönüp bahçeye gireceği sırada aklına bir şiir takılır ve şiirden film yapmak. Şiir Orhan Veli’nin Tahattur isimli şiiridir. Romandan, öyküden, oyundan, masaldan bir senaryo, giderek bir film çıkarmak, belirli (bazen belirsiz) zorlukları başından beri taşır ama şiirden film yapmak, o daha başka bir biçimde bir değiştirmeyi gerektirir, başka zorluklar içerir… Bir öykü içeren şiirler için bile böyle bir eyleme kalkışmak, şiirselliğin sinemasallığını yakalamak… Şiire ne kadar bağlı kalacaksınız / bağlı kalmayacaksanız; kalacaksanız da ne kadar -ve ne biçimde- görselleştireceksiniz; şiiri öyküleştirip filmi mi yapacaksınız, yoksa şiirin şiirselliğini görselleştirme peşinde mi olacaksınız? Yollar ve yöntemler bitmez.

Peki Akad’ın aklına takılan şiir neydi, şu Tahattur. Şiiri film yapmak için hatırladıklarına göre, düz yazı olarak düşlersek: “(Bak, şu) alnımdaki bıçak yarası (var ya) senin yüzünden, (bu yanımdan hiç ayırmadığım) tabakam (da) senin yadigârın. (Sirkeci’den çektiğin) ‘iki elin kanda olsa, gel’ diyor (du) telgrafın. (Şimdi) Nasıl unuturum seni, ben; vesikalı yârim.”

Şiirin, öyküleştirilmesi için Burhan Arpad ile anlaşılır. Bir çalışma da yapılır ama, proje gerçekleşmez, araya başka filmler girer. Zaman ilerler, biraz gevşek dokulu, dağınık gibi duran ama tam bir Sait Faik öyküsü Menekşeli Vadi, Safa Önal tarafından sinemaya uyarlanır ve Akad Vesikalı Yarim filmini çeker. “Uyarlanır” diyorum, çünkü Safa Önal’ın deyişi ile Vesikalı Yarim, Menekşeli Vadi öyküsünden, uyarlamadan çok esinlenerek yazılmış bir senaryodur, farklılıklar içerse de Tahattur ile benzerlikler taşımaktadır. Öykü, sinemamızın çok kullandığı bir yapılanmanın yeni bir versiyonudur. Ama film hiç de öyle olmaz, bir çok filmde perdeye taşınan öykü, Akad’ın elinde kazandığı derinlikle benzerlerinden ileri çıkar ve giderek kült film olur. Bilinen dramatik yapı biraz daha ikna edici, “çok tanıdık” olması yanında, “çok tuhaf”lığı ile ayrıcalıklı, aşinası olduğumuz, bir çok kez izlediğimiz olayları ile keyfine varabileceğimiz bir seyirlik.

Halil, Sabiha için girdiği bir mücadelede alnından yaralanır, Sabiha, Halil’e bir sigara tabakası hediye eder, ama Akad’ın filmi, Önal’ın, Sait Faik’den esinlenerek yazdığı senaryonun sinemasıdır. Orhan Veli’nin Tahattur’u Burhan Arpad tarafından yazılarak sinemalaşamayınca romanlaştırılır ve Alnımdaki Bıçak Yarası olarak yayımlanır. Vesikalı Yârim’in yapım yılı 1968’de yayınlanan roman, arka kapağında Orhan Veli’nin şiiri taşır ve filmi seyretmem ile çok yakın bir zamanda okuduğum için, bende hep filme kaynaklık eden roman izlenimi bırakmıştır. Kaynak kitaplarda filmin kaynağını Sait Faik olarak görüp -bir süre sonra da- öyküyü okuyunca, romanın ve öykünün filmle benzerlik ve farklılıklarını düşünür oldum. Düşünülmeliydi ama, ne olursa olsun ortada bir şiir ve bir öykü ve bir roman ve bir film vardı. ŞİİR / ÖYKÜ / ROMAN / FİLM aynı öyküyü anlatsalar da hepsi bizim içindi, birbirinden çıksalar da, diğer örneklerinin yanında birbirlerine daha yakın duruyorlar, en azından benim için. Ama hepsi bu kadar değil.

“Bu kadar değil”leri daha sonraya bırakarak, başa dönersek, Tahattur’dan film çıkarmayı düşünürken, Burhan Arpad eliyle bir romana ve benzerlikler içeren bir Menekşeli Vadi’nin esinleriyle bir filme ulaşırız. Sait Faik’in öyküsü ile Orhan Veli’nin şiiri özde benzerlikler içersede yapısal ve biçimsel farklılıklar gösterirler ama bizlerde bıraktıkları etkiler ile bir yerlerde buluşurlar. Zaten sanat ürünlerini farklı kılan, anlattıkları öykülerde ziyade, biçimleri değil mi?

Sonrası, Arpad’ın romanı aynı isimle film olur: Alnımdaki Bıçak Yarası (Şahin Gök – 1987). 1971’de Nejat Okçugil Gizli Aşk ile, 1977’de Ümit Efekan Sarmaşdolaş ile Vesikalı Yârim’i yeniden çekerler. Bunlar yakalayabildiği en yakın takipçileri, başkaları veya benzerleri yoktur demiyorum. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki Sait Faik’in Menekşeli Vadi’si aynı isimle ve öyküye bağlı kalınarak TV filmi olarak da çekilmiştir; öykü yazarın gözünden anlatılmaktadır. (TV filminde de yazar, anlatıcı durumundadır.) Ve bir diğer uyarlama Sait Faik öykülerinden kolaj şeklinde yapılan Havada Bulut isimli TV filminde işlenen öyküler içinde yer almaktadır. Bu kolajda da Sait Faik (yazar), birbirine bağlanan öykü kahramanlarının, ya gözlemcisi ya da dinleyicisi olarak filmin kahramanlarından olur.

(Öykü’de, pavyona gidişinden ve orada çalışan bir kadına tutulduktan sonra bir daha evine uğramayan Bayram, yazara derdini anlatıp bir süre sonrada, evine götürmesini kendisinden ister, yazarda bu isteğini kabûl eder. Birlikte evine giderler, sonra bir yıl kadar zaman geçer yazarın yolu menekşeli vadi’ye düşer. Bayram karısı ile çalışmaktadır, yazarı tanıyamaz -Yazar tiplemesi görsel melodramımızda yok,- doğal olarak ve öykü kimseye anlatılmıyor ve kimseden “yıllarca” önce ayağını kestiği evine götürülmesi istenmiyor.)

Menekşeli Vadi’nin Bayram’ı, Vesikalı Yârim’in Halil’i, hemen hemen aynı işi yaparlar, Bayram’ların bahçeleri vardır, orada ürettiklerin satar, manavlık yaparlar, Halil de (babası ile birlikte) manavdır. Alnımdaki Bıçak Yarası’nın Kâzım’ı (Arpad) akrabasının kahvesinde çalışır ama Halil (Gök) balıkçılık yapar. Bir gece arkadaşları ile pavyona giderler. (Bir pavyona gitmek ile başlayan kaç film ürettik acaba? Kaç Şehvet Kurbanı yaptık, kaç Ben Öldükçe Yaşarım) Yine Halil’e (ve Sabiha’ya) dönersek, diğer pavyona gidenleri bırakarak: Bayram ile Halil (manav) evlidirler, çocukları bile vardır. Kâzım ve Halil (balıkçı) bekârdır. Öyküler arasında bu durakta bir farklılaşma görüyoruz. Bu, olayların gelişmesini, dramatik yapıyı (Sabiha ve kader arkadaşları yönünden önemli) etkileyecektir.

Melodram’ın tüm kalıplarını kurallarına göre kullanan ve bunun ötesine geçerek bir kült film olan Vesikalı Yârim, bir çok (aşk) film (in) de birlikte oynayan Türkân Şoray ve İzzet Günay’ında filmografilerinde farklı bir konum alırken, Gizli Aşk’ta İzzet Günay ve Feri Cansel, Sarmaşdolaş’ta Müjde Ar ve Tanju Korel, Alnımdaki Bıçak Yarası’nda Serpil Çakmaklı ve Hakan Ural oynayacaktır kahramanlarımızı.

Melodramın tüm kalıplarını, yeni kalıplarını yeniden inşa eden, bilineni anlatırken bilineni aşan Vesikalı Yârim, yazılışı ile, yönetimi ile, oyunculuğu ile, müziği ile bilinenler içinde yeni bir bütün oluştururken, benzerlerinden farklılaşıyor. Yazılan bir metnin farklı ellerde görselleştirmesi veya daha önce görselleştirilmiş bir metnin (veya görselleştirilenin / filmin) yeniden yapılması her zaman aynı sonucu doğurmamaktadır, onun için Vesikalı Yârim, “çok tuhaf çok tanıdık” olabiliyor ve yapısı analiz edilebiliyor ve Halil tarafından bıçaklanan Sabiha, “ben yaptım” diyerek, Halil’i devre dışı bırakınca, söylenen “asıl şimdi yıktı, beni” sözü, melodramımızı sonuçlandırmasının yanında trajediye de taşıyor. Halil’in bıçağı Sabiha’yı yaralamıştır, Sabiha, bu olaydan sonra Halil’in ulaşılamayacak, kayıp nesnesi olacaktır. (*) Nesnesini kaybeden Halil evine dönecektir. (Ama Sabiha unutulmayacaktır.) [Filmde bir sahne var: Tanıştıktan süre sonra, gece pavyondan birlikte çıkan ve gün ağarana kadar dolaştıktan sonra, Halil evine bırakırken -evinin kapısında- kadın, “Sabiha” der, “gerçek adım”. Artık, pavyon kişiliğini -isim olarak da- çıkartmaktadır. (Daha trajediye varmamıza zaman vardır.)]

Sözünü ettiğimiz tüm filmler içinde, Vesikalı Yârim daha bilinen olmakla beraber, zaman içinde bizden uzaklaşıyor. Melodram formatı da değişikliğe uğradı, klâsik anlatım kalıplarında kalınsa bile, artık klişe Yeşilçam tiplerinin dışına çıkılabiliyor, bunlar zamanın getirdiği değişimler, kaçınılmaz. Bugün artık bir Vesikalı Yârim beklemek gerekmiyor, piyasaya çıkan bir çok iddialı filmin yanında hiç de büyük sözler söylemeyen, iddia taşımayan ama anlattığı öyküyü -yine bir melodram- kalıplarına uyduran ve iddiasızlığına rağmen sıradan olmayan bir başka anlatı var önümüzde: Hayatımın Kadınısın (Uğur Yücel – 2007) Gündelik deyişle mini melodram.

(*) Filmi bir çok noktadan çözümlemesi yanında, “asıl şimdi yıktı, beni” sözü üzerinde yapılan derinlemesine çözümlemeleri ile, melodramın trajedileşmesini öne çıkaran araştırmalar için: Çok Tuhaf Çok Tanıdık / Nilgül Abisel – Umut Tümay Arslan – Pembe Behçetoğulları – Semire Ruken Öztürk – Nejat Ulusay (Semih Sökmen) – Metis Yayınları.

(28 Mayıs 2007)

Orhan Ünser

10. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali

10. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali, 03 -07 Ekim 2007 tarihleri arasında Belgesel Sinemacılar Birliği tarafından İstanbul’da gerçekleştiriliyor. Festival, dokuz yıldan bu yana Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce belgesel filme ev sahipliği yaptı. Çok sayıda belgeselciyi ve belgesel kuramcısını seyirciyle buluşturdu. Sinema sanatının evrenselliğini önde tutarak, belgesel sinema aracılığıyla farklı toplumların birbirlerini tanımalarının ve anlamalarının da önünü açarak sıcak bir ortam oluşturdu. Geçen dokuz yıla bir göz atıldığında Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali, başladığı 1997 yılından bu yana, 877 filme ev sahipliği yaptı, dünyanın 51 ülkesinden, yüzlerce belgeselciyi ağırladı.

10. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali yazısına devam et