Kırküçüncü kez düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni geride bıraktığımız şu günlerde akıllarımızda kalan çok şey var elbette. Meselâ beklenen konukların gelmeyişi ve bundan doğan hayal kırıklıkları, açılış ve kapanış gecelerinde yaşanan aksaklıklar, sunucuların yetersiz duruşları, neredeyse bir öğrenci filmi havasını yansıtan ve tekrar tekrar seanslar öncesinde seyretmek zorunda bırakıldığımız tanıtım filmi, hava şartlarının iyi gitmemesi ve yaşanan talihsizlikler, ödüllerin haklı mı haksız mı dağıtıldığı tartışmaları ya da jüriye rest çekenler… Bütün bunlar aslında bardağın hangi tarafını gördüğünüzle ilgili biraz da. Bardağın boş tarafını görelim diyorsanız yukarıda saydığım eksilere daha yüzlercesini ekleyebilirim. Ancak bunun aksine ben bardağın dolu tarafını görmek isteyenlerdenim ve ne olursa olsun bu açıdan bakarak kaleme alabileceğim keyifli gelişmeler olduğuna inanıyorum.
Türk filmleri geliyor
Bardağın dolu tarafını görmeye devam edecek olursak bu yılki festivalin ardından aklımızda kalan en olumlu olay Türk sinemasının yükselen çizgisine şahit olmamızdı elbette. Kısa metrajların ve belgesellerin de dikkat çekmesi bir yana, özellikle ulusal uzun metraj yarışma bölümündeki filmler sevindiriciydi. Kaldı ki bu filmler yalnızca festivale yetişenler, elbette dahası da gelecek. Ekim ayından itibaren çok sayıda Türk filminin vizyona gireceği yolundaki ipuçları festival sırasında verildi.
Antalya’da gösterim şansını yakalayan ulusal uzun metrajları anımsayacak olursak: İklimler (Nuri Bilge Ceylan), Cenneti Beklerken (Derviş Zaim), Takva (Özer Kızıltan), Eve Dönüş (Ömer Uğur), Kader (Zeki Demirkubuz), 2 Süper Film Birden (Murat Seker), Araf (Biray Dalkıran), Aura (Orhan Oğuz), Kardan Adamlar (Aytan Gönülşen). Bu filmler seanslar arasında, festival sonrasında ve halen daha olumlu ya da olumsuz eleştiri bombardımanına tutulmakta. Hepsini tek tek anlatmak istemiyorum, ancak tadı hâlâ damağımda kalan bir film var ki, o da galasına katılma şansını yakaladığım Nuri Bilge Ceylan’ın tarzından vazgeçmeyerek doyasıya sadelikle işlediği İklimler’i.
İklimler üzerine
İklimler, İsa ve Bahar adlı iki karakterin bitmiş ilişkileri üzerine bir film. Karakterlerin iç dünyaları sürekli basit nedenlerle değişmektedir, tıpkı iklimler gibi… Hem iç dünyalarının hem de gerçek dünyanın iklimlerinde savrulan karakterlerin öyküsü yönetmenin yine o vazgeçilmez durağan plânları, son derece basit ama bir o kadar da kolay kolay bükülemeyecek bir sağlamlıkla kullandığı diliyle bizlere sunuldu. Ceylan, Koza adlı kısa metraj çalışmasıyla başlattığı sinema kariyerini Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve son olarak Uzak ile başarıya taşımıştı. Şimdi tüm bunların ardından gelen İklimler, kanımca yönetmenin en iyi filmi. Ceylan, yine görüntü üzerinde tüm marifetini sergilemiş, minimum diyalogla bu işin de üstesinden gelmiş, seçkin bir film yaratmış. Kimileri için “uyunası” bir film olarak algılanabilir ama İklimler, hem tekniği hem de içeriği açısından çok zengin bir işleyişe sahip. Gala gecesinde yönetmenin söylediği birkaç cümle var ki o da içimi burktu. Şöyle ifade etti Ceylan: “Böylesine dolu bir salon görmek ne güzel, ancak vizyona girdiğinde filmimin seyirci toplayabileceğini sanmıyorum.” Ne kadar da doğru cümleler kurdu yönetmen. Karamsar değildi, gerçekleri söyledi. Zaten daha önce başına gelenler de hep böyle olmamış mıydı? Uzak, Cannes’daki başarısının ardından Avrupa ülkelerinde akın akın ilgi görmüştü ama ya kendi ülkemizde? Salonlarımız dolmuş muydu? Seyredenlerin kaç tanesi katılabilmişti Ceylan’ın o muhteşem görsel şölenine? Kim neyi anlayabilmişti? Yönetmenin bu sözleri bir duygu sömürüsü değildi, sadece gerçeklerdi. Vizyona girdiğinde kaçırılmaması gerekir diyorum.
Ödüller kimin?
Antalya’nın ardından aktarabileceğimi son şey ise ödüllerin kimlere verildiği. Bir şekilde paylaştırıldı ödüller, haklı ya da haksız… Nasıl bir politika izlendi? Bilinmez. Ama sonuç olarak iyi ki ödüller verildi, en azından yaratan insanların bundan sonraki üretimlerine birer katkı olacak, orası kesin. Ve işte ödüller sahiplerini buldu:
En iyi film dalında büyük ödülü Kader filmiyle Zeki Demirkubuz alırken, ikinciliği Özer Kızıltan’ın Takva’sı aldı. Takva ayrıca En İyi Erkek Oyuncu, Senaryo, Görüntü Yönetmeni, dahil olmak üzere toplam dokuz ödülün sahibi oldu. Takva’nın başrolünde seyrettiğimiz Erkan Can’ın Gemide’den sonra bir kez daha muhteşem bir performans sergileyerek ödülü hak ettiğine inanıyorum. Aldıkları ödüllere şaşıranlar da oldu. Örneğin Nuri Bilge Ceylan İklimler filmine En İyi Kurgu dalında ödül verilmesine karşı duyduğu hayreti dile getirdi. Bir başkası da Sibel Kekilli idi. Kekilli, soru dolu ifadesi ve bakışları içerisinde Eve Dönüş filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. Festivalde dikkati çeken bir başka film ise Cenneti Beklerken idi. Derviş Zaim’in yönetmenliğini yaptığı film En İyi Görsel Efekt dalında ödüle lâyık görüldü.
Denizden esen ılık rüzgar eşliğinde festival sona erdi, Antalya şimdi sessiz ve sakin… Ama Antalya’da kaçırdıklarınız için endişelenmeyin, çünkü bu filmlerin bir kısmı “Filmekimi” kapsamında Emek sinemasında da gösterime girecek. Ayrıca Türk filmleri de Ekim ayından itibaren vizyonda olacak. Festivalde görmüş olsanız bile ödüllü Türk filmlerini vizyonda bir kez daha seyretmek keyifli olacak.
(30 Eylül 2006)
Âlâ Sivas