TAM üç yıl önce onu bırakıp gitmiştik.
Devamlı arka kapının önündeki paspasın üzerinde yattığı için Andree adını “Paspas” koymuştu.
Ankara’daki zor yıllar nedeniyle Cunda’ya uzun zaman gelemedik.
Aradan üç yıl geçti…
Birkaç gün önce günün ilk ışıklarıyla etrafıma baktım, her şey değişmiş Cunda’da.
Ağaçlar büyümüş, yaptığım boyalar dökülmüş, duvarın üzerinde unuttuğum makası deniz havası çürütmüş…
O sene artık hasta olan Pako’nun son su tasını rüzgâr uçurmuş, kuru otların arasında paslı paslı…
Ben değişmişim, artık daha çabuk ağlıyorum.
*
Bir tek şey tıpkı bıraktığımız gibi:
Paspas orada, paspasın üzerinde oturuyor.
Sevincinden kalkıp kendi ekseninde dönüyor, kuyruğunu sallıyor, sesler çıkartıyor, acele yine paspasın üzerine oturuyor.
Yaşlanmış sanki…
Gözleri solgun, zayıf.
Hasta olduğu belli.
Üzerine oturduğu paspas yer yer yırtılmış.
Uzun görkemli tüyleri keçeleşmiş, artık o genç ve canlı kedi değil.
*
Üç yıl…
Belli ki her sene yazlıkçılar Cunda’ya gelmeye başladığında Paspas yerinden kalkmadan bizi bekledi.
Sonra herkes gittiğinde, sonbahar yağmurları başladığında ve arkasından Cunda’nın soğuk poyrazlı kışları geldiğinde, Paspas küsmeden, bıkmadan beklemeyi sürdürdü.
Bizim Hayrettin’in arada bir uğrayıp bıraktığı, Andree’nin tüm çevredeki kediler için gönderdiği kuru mamalardan belki biraz olsun karnını doyurdu.
Paspasın üzerini terk etmedi…
*
Söyler misiniz; kaçımız üç yıl bir kapının arkasında sevdiklerimizi bekleriz?..
Kaçımızda bu sadakat var?..
Kaçımız böyle aç kalıp, hastalanıp, soğuk ve karanlık poyrazlara direnip, üç sene randevu yerini terk etmeyiz?..
Kaçımızda bu vefa?..
Yüreklerimizdeki paspasların üzerine kıvrılıp, gelmeyenlerimizi beklemeye bizler ne kadar dayanabiliriz?..
Başını okşadım Paspas’ın…
Kıvrıldım anılarımdaki paspasların üzerine…