Antalya Festivali’nin Ardından
Antalya Festivalinde sinemamızın çocuk oyuncularının hatırlanması çok takdir edildi. Ancak hafızamızı şöyle bir yokladığımızda anılar arasından ses veren diğer çocuk oyuncularımız şunlardır: Rüya Gümüşata (Kırık Çanaklar), Menderes Utku (Afacan), Tuncay Akça (Hababam Sınıfı), Billûr Kalkavan (Ayrı Dünyalar), Zeynep Değirmencioğlu (Ayşecik), Gülşah Soydan (Gülşah), Ömer Dönmez (Ayşecik ile Ömercik), Kahraman Kral (Canım Kardeşim), Begüm Örnek (Bez Bebek), Ozan Bilen (Uçurtmayı Vurmasınlar), Kerem Alışık (Kocamın Nişanlısı), Emin Sivas (Piano Piano Bacaksız). Fısıltı gazetesine göre ödül verilmesi önerilen Ayşecik ve Gülşah anne olduklarından, Ömercik ise bir gözünü kaybettiği o elim kazanın ezikliğini atamadığından hayranlarının karşısına çıkmak istememişler. Diğer çocuklarımız ise büyük ihtimâlle hatırlanmamışlardır. Bu vesile ile, “böyle özel seçimlerde ‘ilk akla gelenler’ sistemiyle seçim yapılmaması, ‘bir bilen’e danışılması gerektiğini” belirtelim. Sorsaydınız söylerdik herhalde, SİYAD olarak.
Ömer Kavur’un 1979 Kasım ayında sinemalarımızda gösterilen “Yusuf ile Kenan” adlı filminin -dünya sinemasında bile örneği zor bulunan- en önemli özelliği tüm oyuncularının çocuk olmasıdır. Konu ile ilgili yaptığım araştırmada çocuk oyuncular arasında ilginç iki isme rastladım. Antalya’ya “Melekler Evi” ile katılan Hande Ataizi’nin TV dizisi “Ruhsar”daki rol arkadaşı Cem Davran 21 yıl önce bu filmle perdelerimizde çocuk oyuncu olarak gözükmüştür. İlginç olan diğer isim Şevket Avşar ise internet reklâmında kokoreççi olarak ünlendi, o kadar ki sonunda Banu Alkan’la birlikte başrole bile çıkmış oldu.
Halit Akçatepe benzer toplantılarda olduğu gibi “üç kuşaktır sanatçı olduğundan, devletin sanatçıya sahip çıkmadığından, sahne tozu yuttuk, iyi günde de, kötü günde de sahneye çıktık, vs.den” bahsetti. Doğrudur, sanatçılarımızın mutlaka başımızın üstünde yeri vardır. Lâkin iyi günlerinde çuvalla para kazanıp, zevk, sefa ederlerken hiç: “Devlet sanatçısına sahip çıkıyor, minnettarız.” demezler. Hem efendim sürünmek zorunda değilsiniz ki, bırakıp başka meslek seçebilirsiniz. Toz meselesine de bakarsak, avukat duruşma salonunda, inşaat mühendisi bina tepesinde, elektrik teknisyeni dağ başında yüksek gerilim direği dibinde, fırın işçisi har har yanan fırın önünde envai çeşit toz yutuyor. Şimdiye kadar hiç birinden: “Efendim biz… toz efendim… yutuyoruz efendim… bize devlet… niye efendim… sahip çıkmıyor efendim” diye bir şikâyet de duymadık. Halit Refiğ, Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sını filme çektiğinde Devlet Devrim’e de rol verecek mi aceba devletlum? Hee? Deve tellâl pire berber iken?
Dedektif Madigan
Dedek-1: Geçtiğimiz aylarda yayınlanan büyük gazetelerimizdeki yedi değerli yazarımızın yazılarında ortak bir özellik vardı. Kürşat Başar’ın Star’daki 27 Ekim tarihli yazısının “‘Ben, bizzat, kendim’ partisi” olan başlığı Umut Sanat’ın gösterdiği “Ben Şahsen Bizzat Kendim” ve Özen Film’in gösterdiği “Ben Kendim Sevgilim” filmlerinin adlarını çağrıştırıyordu. Derya Sazak 31 Ekim’deki yazısına başlık olarak Tom Cruise ve Demi Moore’un “Birkaç İyi Adam” filminin adını koymuştu. Aynı gün Yalçın Doğan’ın yazısının “‘Sazlı Damın Kahpeleri’ ve…” olan ara başlığı, “Sazlı Damın Kahpesi” adlı yerli filmi çağrıştırıyordu, ki bu filmin sanat yönetmeni Stavro Yuanidis’e Sinema-Tarih Buluşması’nda onur ödülü verildi. Kanal 6’da haber sunmaya başladıktan sonra iki-üç günde bir “Kanal 6’nın başarılı bir kanal olduğunu” duyurmayı üstüne vazife edinmiş havası veren Can Ataklı Sabah’taki köşesinde o günlerde yazdığı bir haberde -mutad olduğu üzere- şöyle diyordu: “Kanal 6’da bu akşam yepyeni bir program başlıyor. ‘Yaşamın Kıyısında’ programında pekçok konu ele alınıyor.” Nicholas Cage’in cankurtaran şoförünü canlandırdığı ve “Acaba melekler erkek mi?” dedirten oyun verdiği UIP filmine Türkçe “Yaşamın Kıyısında” adı konmuştu. 7 Kasım’da Milliyet’te Sami Kohen, geçen sezon gösterilen Julianne Moore, Ralph Fiennes’in “Zor Tercih” filminin adını başlık yapmıştı. Aynı gün Yalçın Doğan’ın yazısının başlığı da “Başkanın Adamları” idi, o da bir kaç sezon önce gösterilen ve Robert De Niro ile Dustin Hoffman’lı “What the Dog?”un Türkçe adı idi. Sık sık Ayşe Teyzenin borsa maceralarını anlatan Ali Rıza Kardüz de yeni başladığı Amerika maceralarının 10 Aralık’taki bölümünü Martin Scorsese’in “New York New York” adlı filminin adı ile sundu. Aralık ayı sonunda yapılan cezaevi operasyonlarını Radikal “Derin Karanlık”, Milliyet “Hayat Güzeldir” başlıkları ile verdi. Biliyorsunuz birincisi A & P Filimcilik tarafından, ikincisi Film Pop tarafından gösterime çıkarılmış iki filmdir. Gani Müjde 24 Aralık’ta Paris’teki meşhur düğünü mizahi dille ele almış, başlık olarak ise sinemamızın en güzel aşk ve komedi filmlerinden Hülya Koçyiğit’li “Kezban Paris’te”nin adını kullanmış.
Değerli yazar ve gazetelerimizin sinema filmlerinin adlarını kullanmaları bir sinemasever olarak bendenizi çok memnun ediyor; binaenaleyh fekvalâde, fevlâkade, fevkalâde -her neyse işte- zevkle okuyorum. Hâttâ yazıların aile içi methiyeler haline gelmelerini bile affediyorum. Sadece sinemaya uzak okurları “bu kadar güzel başlıklar nasıl bulunmuş” deye merak ederler düşüncesiyle bu upuzuuuuuuun açıklamayı yapmak lüzumunu hissettim.
Dedek-2: Filmler genellikle polisiye film, tarihi film, fantastik film, bilim-kurgu filmi, gerilim filmi, komedi filmi, kovboy filmi, vs. gibi sınıflara ayrılır. 24 Kasım’da “Gençlik Ateşi” ve “Charlie’nin Melekleri”, 8 Aralık’ta “Çıtır Kızlar” ve “Melekler Çetesi” adlı filmlerde bir sürü güzel kız görünce bendenizin mucitlik damarı -afedersiniz- kabardı ve “fıstık filmi” adında yeni bir film türü keşfede yazdım. Eski sezonlardan bu türe ilâve edilecek filmleri hatırlarsak Geena Davis’li “Kızlar Sahada”yı da listeye dahil edebiliriz.
Dedek-3: CNBC-E TV 23 Kasım’da gösterdiği Coppola filmi, Milliyet’te “Dışındakiler”, Star’da “Yabancılar” adıyla duyuruldu. Oysa Tom Cruise’ün ilk filmlerinden olan “The Outsiders” orijinal adlı film 1986 Ekim’inde sinemalarımızda “Sokaktakiler” adıyla gösterilmişti. Yine aynı gün TRT 2’de “Sporcunun Hayatı” adlı Richard Harris’li film “This Sporting Life”ı sinemalarımızda “Bir Sporcunun Hayatı” adıyla izlemiştik.
Dedek-4: Tarık Akan, Mehmet Dinler yönetiminde çevirdiği ilk filmi “Solan Bir Yaprak Gibi”den sonra uzun yıllar “bebek yüzlü jön” olarak anıldı. Daha sonraları ise sinemamızın önemli filmlerinde oynayarak oyun gücünü gösterdi. Brad Pitt de aynı şekilde önceleri güzel oğlan olarak tanındı. Geçen sezon “Dövüş Kulübü” ile özel hayranlar edinen sanatçı “Kapışma”da canlandırdığı delişmen çingene boksör rolü ile güzel adamların da iyi oyuncu olabileceğini gösteriyor.
Bursa’nın Ufak Tefek Taşları
Beşiktaş: Türsak tarafından organize edilen Sinema-Tarih Buluşması bu yıl Türk Sinemasının 86. yaş günü olan 14 Kasım’ın içinde bulunduğu haftaya rastlatıldı. Buluşma’nın açılış ve kapanışında bir cümleyle de olsa konudan bahsedilmediği için: “Koskoca yılda başka hafta yokmuş gibi buluşmayı neden bu haftada gerçekleştirdiniz?” deye sormakta fayda var.
Kabataş: Etkinlikte tamı tamına 87 adet filmi ücretsiz izledik; kitabını niye parayla sattılar?” diyenlere benim bulduğum cevap: “Kapanış gecesinde belirtildiğine göre filmleri 40.000 kişi izlemiş; kırk bin tane kitabı ücretsiz dağıtacak babayiğidin adını söyleyin de seneye onu sponsor yapalım.”
Dikilitaş: Buluşmanın sponsorları arasında Korhan Abay’ın şirketi de vardı. Kendisi de sunuculuk yaptığına göre iki kez mi destek vermiş oluyor?
Çemberlitaş: Gerçi o günlerde basında Nilüfer Açıkalın’ın tiyatro sahnesinde soyunduğu şeklinde haberlere rastlamaktaydık ama “Kara Kentin Çocukları” herhangi bir duyuru olmaksızın aniden Beyoğlu’nda bir sinemada vizyona çıkıverdi. Bu vizyon şekli daha önce Canan Gerede’nin “Parçalanma”sında da başımıza gelmişti. Her filmin bir müşterisi vardır ve ataların dediğine göre müşteri velinimettir; velinimete saygısızlık yapmayın. Bir filmi 35 meme formatta çektiyseniz sinemada göstereceğinizi önceden biryerlerde duyurun. Filmlerinizi TV.ye satmak için yapıyorsanız o zaman “TV filmi” diye anılan filmlerden yapın. Değil mi efendim?
Nişantaş: Sanat filmlerinin genel seyirci tarafından ilgi görmemesi, sınırlı salonda gösterilmesi fanatik sinemaseverleri ve sinema yazarlarını üzer. Gel gelelim iyi filmler için Anadolu’da hafta düzenleyenlerden “Sen de Gitme” adlı filmin bir günlük gösterimi için 600 milyon lira istendiğini öğrenirseniz şaşarsınız. Çünkü bu, iki milyonluk biletli girişte 300 kişiye tekabül eder. Adam özel gösteri için bir günde 500-600 kişiyi nereden bulacak? Medarı maişet motorunu nasıl döndürecek?
Maçka Taşlık?: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde verilen dersler için “Hoca derse girip kitaptan okutuyor, bunun adına ders diyorlar.” diye bir söylenti var; öğrencilerin bazıları diğer okullardaki eğitimlere imreniyorlarmış.
Yaşamın İçinden
Ramazanda bir Pazar günü saat 13,30 civarında iftarlık alışveriş için Ergenekon caddesine çıktım, kestane almak için manava girdim. Baktım kestanelerin içinde etiket var fekat üzerinde bir şey yazmıyor. Atayım dedim: “Etikette bir şey yazmıyor; kestane beleş mi?” Önce afalladı sonra uyandı: “He, he, he; etiket ters dönmüş abi.” dedikten sonra o da kendi çapında espri yaptı: “Kestane kebaaap, ecele cevaaap.” Kestanecimize: “Sen herhalde güneydoğudansın.” deyince, şaşırdı: “Nerden anladın abi?” dedi. İzah etmeden, çok bilmiş bir tavırla fişimi aldım çıktım.
Şanverdi Eşrafından Ahmet Efendinin Maceraları
İftarımızı açmışız, tesadüfen Ahmet Bey’in odasına uğramış bulundum. “Gel, gel, sen benim yazımı yazdın, sana paket kahve VEREYİM.” dedi. “Kahve VERESİN diye yazmadık ki.” diye cevap VERİNCE ne dese beğenirsiniz: “Kahve VERMEYEYİM de ne VEREYİM yahu?” Bendeniz de cevap olarak mecburen: “Ahmet’çiğim, vazife ne gerektirmişse o yapılmıştır; ille de bir şey VERESİN diye yapılmamıştır.” demişimdir. Atalarımız “dervişin fikri neyse zikri de odur” derler. Çok cömert olan ve hep VEREN Ahmet’le ilişkilerimizde o atasözünü doğrular mahiyette atışmalarımız da olur ve Mersin eşrafından Bekri Bey arada sırada: “Bunu da yaz Sadi Bey.” diye beni kışkırtır. Geçen gün durup dururken maziyi hatırladım, “Yahu Bekri Bey, bizim gençliğimizde yanımızdan bir afeti devran geçtiğinde iç çekerek bakar ve ‘Üff aaamete bak, aaamete’ derdik, bilmem hatırlar mısın?” dediğimde inan olsun eşraftan Ahmet Bey anında lap diye atıldı: “Doğru, doğru hakikaten öyle denirdi.” Dergimizin özel yapılanması nedeniyle çalışmalarımız sırasında başka tuhaf atışmalar ve çatışmalar da olmaktadır. İlginç bir örnek Yazı İşleri Müdürümüz ile olan ilişkimizdir. Dergide alt makamımda bulunan sevgili yazı işleri müdürümüz şirketimizdeki konumu itibarıyla üst makamım olduğundan bazen içinden çıkılmaz durumlara gark olmaktayız. Dergideki bazı durumlar gözden kaçmış gibi oluyorsa ondandır; ya yazı işleri müdürümüz kaçırmıştır, ya ben kaçırmışımdır; bilesiniz.
Sadi Çilingir