Benim Güzel Günlerim

Kader Zamanı: Gösterime hazır hale gelmiş bir film için üç değişik zaman dilimi söz konusudur. Birincisi filmin anlattığı konunun geçtiği zaman, ikincisi filmin sinemalarda ilk gösterildiği zaman, üçüncüsü ise, sinema kulübü, video, TV, gibi yerlerde gösterildiği zaman.

Filmin lâyığını bulması için mutlaka sinemalarda gösterime çıktığı ilk vizyonda seyretmeniz gerekir. Eski filmler için tren kaçmıştır, ancak bundan sonrası için bu dediğimi uygulayın. Filmi video, TV, sinema kulübü gibi yerlerde seyrettiğinizde inkâr etseniz de mutlaka bir eksiklik söz konusudur.

Sinemada “Sissi” filmlerini izlerken, 1800’lü yılların kostümleri içindeki Romy Schneider perdede salınarak dolaşsa da, gerçek hayatta bu güzel kadının Paris gibi bir yerlerde yaşadığını düşünüp mutlu olurdunuz. Ama artık Romy cennete gittiğinden, günümüzde ayni filmi TV ekranında seyrederken, gözlerinizde yaş olmadan ekrana baksanız bile, kalbinizin kırık bir köşesi sızlar durur.

Cennet Yolu: Truffaut’nun son filmi “Neşeli Pazar”da Fanny Ardant’ın iz sürerken yoluna çıkan sinemanın adı “Eden”. Bu kelimeyi James Dean’in “East of Eden” filminden biliyoruz, yani “Cennet Sineması” demek oluyor. Fransız Philippe Noiret’nin oynadığı “Cennet Sineması/Cinema Paradiso”yu ise görmeyen sinemasever kalmadı sanıyorum. Nereden nereye. “Neşeli Pazar”ın sonlarına doğru sıkıldım, oysa Truffaut’ya bayılırım.

Buluşma: Mahallenizin birkaç yıllık bakkalı, dükkânını kapatıp kasaplık yapmaya başlar, hiç yadırgamazsınız. İki gün sonra berberiniz terziliğe başlar, ona da birkaç gün sonra alışırsınız.

Ama mahallenizde yeni bir bakkal açıldığında tezgâhın arkasında sinemadan bir karakter oyuncusunu görürseniz şaşırır, bir tuhaf olursunuz. Şaşırmanız normâldir çünkü, en küçük figüran bile olsa oyuncularımızı hep perdede düşler aleminde gördüğümüzden gerçek hayatta karşımıza çıktıklarında şaşırırız. Sanatçılarımız toplumun üst katlarına lâyık olduklarından sıradan işlerde görünce insan bir tuhaf oluyor, sanıyorum biraz da hüzün basıyor.

Günaydın Hüzün: Saray Sineması’nın girişinde Mürvet Sim’in elinden piyango bileti alınca, İncirli Sineması’nın gişesinde Kenan Pars’ı görünce beni de öyle hüzün basmıştı.

15 – 20 yıl önce Küçükköy civarında “Godfather”ımla birlikte arsa araştırıyoruz. Tek tük yeni evler yapılıyor. Koca çayırlığın ortalarında, zeminden bir iki basamak yükseklikte bir bakkal dükkânı gördük, sormak için girdik. Bakkalı çalıştıran pehlivan yapılı şişman, sempatik adam, tarif için dışarı çıktı. Adamı bir yerlerden tanıyormuşum gibi, hani “gözüm bir yerlerden ısırıyor” derler ya, aynen öyle, ama bir tarafım da “yok yahu, o değildir” diyor. Sonra söyleyiverdim. Hemen içeri gidip, rol aldığı tarihi filmlerdeki fotoğraflarını göstermeye başladı. Karakter oyuncumuz Eşref Vural’ı daha sonraları bir kaç filmde daha gördüm. Herhalde bakkallığı bırakıp tekrar yuvaya döndü.

Memduh Ün’ün birinci “Üç Arkadaş”ının Mıstık’ı Semih Sezerli de ömrünün son demlerini Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinde bakkallık yaparak geçirmiştir. Ayfer Feray ile Güzin Özipek’in Bodrum’da ticarete takıldıklarını, Bilal İnci’nin de kebapçı dükkânı işlettiğini duymuştuk.

Yalan: Sanatçı hayranlarını üzüntüye garkeden yukarıda bahsettiğimiz olaylar artık geçmişte kaldı. Günümüzde benzer olaylarda hüzün basması bir tarafa, sanatseverler “yahu bizi istismar mı ediyorlar yoksa?” tereddütlerine dûçar olmaya başladılar.

“İbrahim’in otobüslerine binip, İbrahim’in salonlarında lahmacun yiyip, kendi arabamla dönüp gelirken İbrahim’in benzinliğinden doldurayım” diyen vatandaş anlamıştır ki İbrahim önüne gelene isim hakkı satıp durmaktadır.

Eskiden bakkala gittiğinde Semih’i, Eşref’i görürdün ama şimdi sen lahmacun yerken İbo kimbilir nerde keyf çatmaktadır? Doğru dimedim mi?

Sadi Çilingir