Greg Timmermans


Greg Timmermans (Ben X’deki Ben.)


Romain Duris (Kalbim Bir An Durdu – De Battre Mon Coeur S’Est Arrete – The Beat That My Heart Skipped’daki Thomas Seyr.)


Teoman Kumbaracıbaşı (Made in Europe’daki Halil. Hayattan Korkma’da da oynuyordu. Gözyaşı Çetesi adlı TV dizisinde çok sevilmişti.)

Çılgın Eddie Murphy ve Dolabın Arkasındaki Ülke Beyazperde’de

Ali Hakan ve Alin Taşçıyan, Beyazperde Programı’nda geçtiğimiz hafta vizyona giren Bir Çılgının İçinde ve Narnia Günlükleri: Prens Kaspiyan filmlerini yorumluyor. Ev Sineması’nda Şeytan Duymadan Önce, Ben Efsaneyim ve İçindeki Yabancı filmleri tanıtılıyor. Programda ayrıca bu hafta vizyona girecek olan Kız Kardeşim Evleniyor, Dünyanın Merkezine Yolculuk, Ölülerin Günlüğü, Yalnız Kalpler ve Mamma Mia filmlerinden ilk görüntüler ekrana geliyor. Ediz Gülten’in yönettiği, Merve Genç’in yapımcılığını üstlendiği Beyazperde 17 Temmuz Perşembe akşamı saat 22:10’da 24’te.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Çılgın Eddie Murphy ve Dolabın Arkasındaki Ülke Beyazperde’de yazısına devam et
  • Mamma Mia

    Dünyanın en çok sevilen müzikallerinden biri olan Mamma Mia’nın beyazperde macerası başladı. Mamma Mia, S. O. S., Dancing Queen, Money Money Money, Chiquitita, I Have a Dream, Does Your Mother Know?… ve daha birçok Abba şarkısını Meryl Streep ve rol arkadaşlarının gösterdikleri yüksek performans eşliğinde izleme şansı buluyoruz.

    Evlenmeden önce gerçek babasının kim olduğunu öğrenmeye çalışan Sohpie (Amanda Seyfried), ihtimal dahilindeki 3 baba adayını bir mektup yazarak düğüne çağırıyor. Tabii bu durumdan annesi Donna’nın (Meryl Steep) haberi yok. Donna’nın bir anda 3 gençlik aşkını karşısında bulmasıyla, hem müzikal hem de görsel bir şölen başlamış oluyor. O dakikadan sonra, nasıl geçtiğini anlayamayacağınız bir 108 dakika sizleri bekliyor.

    Bu üç erkekten öne çıkan isim nam-ı diğer James Bond, Pierce Brosnan. Filmde oynaması için teklif geldiğinde, dans etmesi ve şarkı söylemesi gerektiğini duyunca soğuk terler döktüğünü itiraf eden Brosnan, çekimler başlayıncaya kadar kariyerinin en sıkıntılı günlerini geçirmiş. Brosnan filmde Meryl Streep ile birlikte S. O. S. şarkısını seslendiriyor. Üstelik hiç de fena sayılmaz. Brosnan, şarkı söylemeye başladıktan sonra çok rahatladığını söylese de, kontrolü elden bırakmayan hali gözden kaçacak gibi değil. Ama bu hali rolüne sevimli bir amatör ruh katmış.

    Donna’nın hayatına giren diğer bir erkeği Colin Firth canlandırıyor. Bridget Jones’un biricik Marc Darcy’si bu filmde eski rocker Harry rolünde. Rockçı Harry yıllar içinde bir hayli değişmiş, saçları kesilmiş. Takım elbisenin içine girilmiş. Hele bir detay daha var ki yıllar yılı kadınların hayalindeki erkek profilini çizen Marc Darcy bayağı bir hayal kırıklığı yaratacak. Firth filmin erkek bloğunun en şen şakrak, biraz da saf ve naif kişisini temsil ediyor. Rockçı tiplemesinin biraz ti’ye alındığını da söylemeliyim. Ee ne de olsa dünyanın en büyük pop grubu Abba’nın ağırlık noktası olduğu bir filmdeyiz. Rockçı Harry tiplemesiyle yapılan bu gönderme de çok hoş görünüyor.

    Üçüncü erkek Stellan Skarsgard. Genelde gösterişli kostümler ve koyu makyajlar eşliğinde gördüğümüz başarılı aktörü Skarsgard’ı çiçekli Havai gömleği ve terlikleriyle görmek de çok keyifiydi. Filmdeki ismiyle Bill, eski hippi ruhundan pek de bir şey kaybetmemiş. Ama diğerlerinden farkı evli, çocuklu ve biraz da göbekli bir adam olması. Ama Bill için bu detaylar bu pek de önemli değilmiş gibi görünüyor.

    Mamma Mia’nın son erkeği Sophie’nin beyaz atlı prensinin canladıran Dominic Cooper. Bebek yüzlü aktör, 30’lu yaşlarının başında olmasına karşın, yeni yetme bir genci canlandırdığı Sky karakterine çok yakışmış. Filmde onu çok fazla görmüyoruz. Sophie ile birlikte kumsalda söyledikleri Lay All Your Love on Me isimli romantik bir şarkıları var. Performansı Pierce Brosnan’ın performansını andırıyor.

    Ve filmin asıl karakterleri kadınlar… Bu durum ile ilgili Stellan Skarsgard’ın çok güzel bir tespiti var. “Filmin konseptinin kadın ağırlıklı olması nedeniyle biz erkek oyuncular bu filmde sanki yardımcı oyuncu konumuna düştük. Böylece erkek ağırlıklı filmlerde kadınların neler hissettiğini anlamış oldum. Hiç kimse biz erkeklerin psikolojisiyle ilgilenmiyordu. Kısacası biz üç erkek bu filmin ‘sürtükleri’ gibiydik” diyor. Gerçekten de öyle. Zavallı erkekler gittikleri her yerden kovuluyor, itilip – kakılıyorlar.

    Donna’nın gençlik yıllarındaki Donna and the Dynamos adlı müzik grubundan arkadaşlarını Julie Walters (Rossie) ve Christine Baranski (Tanya) canlandırıyor. Kızlardan Rossie yıllar içinde ünlü bir yazar olmuş. Yemek kitapları yazıyor. Eski çılgın ruhundan o da pek bir şey kaybetmemiş. Filmin sonlarına doğru Stellan Skarsgard ile birlikte gösterdikleri performansa bayıldım. İkili çok sevimli görünüyordu. Diğer kız Tanya erkek grubu Harry’si gibi. Tanya, estetikle kafayı bozmuş durumda. Bir de adaya geldiği andan itibaren, peşinde dolanan çikolata renkli küçük bir çocuk var. O çocuğa hitaben söylediği Does Your Mother Know? adlı şarkısı çok eğlenceli.

    Filmin yıldızı tabiki Merly Streep… Onun için söylenecek çok fazla bir şey yok. Kendi adıma Streep gibi muhteşem bir oyuncuyu izleme şansı bulabildiğim için çok sevinçliyim. Çünkü şu sıralar 20’li yaşlarını süren sinemaseverlerin izleme şansı bulduğu nadir oyunculardan. İlk defa bir müzikalde oynayan ve teklifi duyar duymaz kabul eden Streep’in ne kadar iyi olduğunu söylemeye gerek yok. 60 yaşına yaklaşan aktristi yaşına meydan okuyan dansı ve şarkılarıyla izlemenin keyfi bambaşka.

    Donna’nın kızı Sophie’yi canlandıran Amanda Seyfried, hem rolüne hem de beyazperdeye çok yakışmış.

    Mamma Mia gerçek insanların, gerçek hayatların filmi. Kuşaktan kuşağa süregelen ve hiç bir zaman değişmeyen aşk, pişmanlık, özlem, yaşlanma gibi duyguları, popun efsane grubu Abba’nın sımsıcak şarkıları eşliğinde fısıldıyor bizlere. 70’li ve 80’li yıllarda gençliğini geçirmiş olanlar için daha dokunaklı olacağı kesin. Hala genç olanlar içinse hayatlarını kontrol altına almaları ve içlerinden geldiği gibi yaşamaları konusunda çok iyi bir referans. Kısacası, her yaştan izleyicinin bir şeyler bulabileceği bir film Mamma Mia.

    Bir müzikalin, gerçek hayatı nasıl bu kadar iyi anlattığına ve müzikaller hakkında ön yargıları olanlar için Karanlıkta Dans (Dancer in the Dark) filminden bir diyalog:

    Jeff: – Ama insanlar gerçek hayatta durup dururken dans etmezler ki. (Peter Stormare)
    Selma: – Doğru Jeff, sen etmezsin. (Bjork)

    Bir de küçük dipnot: Mamma Mia müzikali Ekim ayında İstanbul’a gelecekmiş, ajandalarınıza not etmeyi unutmayın.

    (20 Temmuz 2008)

    Gizem Ertürk

    Süper Ajan K9

    Bülent İşbilen’in yönettiği ve Melih Ekener, Cengiz Küçükayvaz, Didem Erol ile Salih Kalyon’un oynadığı Süper Ajan K9, 26 Eylül 2008′de Medyavizyon Film dağıtımıyla Elita Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
    Deşifre, dünyadaki terör örgütlerinin mal varlıklarını kontrol eden zengin, uluslararası bir teröristtir. Üzerinde çalıştığı kimyasal silâh başarılı sonuçlar vermiş ve artık kullanılmayı beklemektedir. İstanbul’da düzenlenecek olan Nato zirvesi Deşifre’nin plânını uygulamak için mükemmel bir fırsattır. Yoğun güvenlik önlemleri arasında başlayan zirve Deşifre’nin haince plânları yüzünden bir anda kâbusa döner.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • Diğer basın bültenlerine ve haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Süper Ajan K9 yazısına devam et
  • Gökten 3 Elma Düştü

    Raşit Çelikezer’in yönettiği ve Köksal Engür, Bennu Yıldırımlar, Kürşat Alnıaçık ile İsmail Hacıoğlu’nun oynadığı Gökten 3 Elma Düştü, 06 Mart 2009′da Tiglon Film dağıtımıyla Defne Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Küçük çapta bir hırsız olan genç Ali evden kaçmıştır. İstanbul’daki dedesine gitmek üzere yola çıkar. Ali’nin dedesi emekli asker Recep, tek başına yaşayan huysuz bir ihtiyardır. Recep’in üst kat komşusu Nilgün ise yalnız yaşayan, üniversite mezunu, modern bir fahişedir.
    Onlar artık geri dönülemez bir beraberlik yaşamaya mecburdurlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gökten 3 Elma Düştü yazısına devam et
  • Yaşamının Yolculuğunda Kendisine Eşlik Eden Yönetmene, Bilge Kişiye!

    Koza’nın içinde başladı hikâye, Kasaba’da gitmek için bavulu hazırdı, sonra Mayıs Sıkıntısı başladı, ardından Uzak’lara gitti, İklimler’in kendisine eşlik edeceğini düşünde gördü, sonra Üç Maymun nasıl olunurdu ki; çünkü tutkuyla bağlı olduğu yalnız ve güzel ülkesi vardı, her insanı dönemine uyarak yalnız bırakıyordu, üç maymunu oynamanın zamanıydı, yoksa insan gittikçe yalnızlaşarak anlaşılamıyordu! Aslında ne de olsa insan maymundan yaratılmamış mıydı?

    Bir kasaba yolculuğu ile başladı hikâye, tıpkı benim hikâyemde olduğu gibi fonda da kasabanın görüntüsü vardı küçücük bir dünyadan başka bir dünyaya açılan bir kız çocuğu kanatlandı, anlayamadığı dünya üzerine anlaşılabilir beni anlatan hikâyeler başladı böylece… Öyle bir şey istedi ki hayatında bazı dönemlerde konuşamadı şehrin kalabalığında olur da anlaşılmaz cümleler kurarım da haddi mi aşarım diye! Sonrasında fark etti ki konuşmadan da anlaşılabilirdi ya da çok şey anlatırdı insan. Birileri onu anlatırsa eğer rahat nefes alabilecek ve umuda yolculuk tazelenecekti yollarında… Zamanla sıkıntısı geçerdi nasıl olsa!

    Sonra “Bilge” kişi içinden geçen hikâyeleri anlatmaya başladı, içinde kendisini gördüğü filmler de böylece başlamış oldu. Koza’dan ona kalan duygu; doğa kendini yeniler ama insan yenilenmek istemez çünkü içinde kalmıştır koza’nın tıpkı ipekböcekleri gibi. Oysa ipekböceği koza olduktan sonra kelebek olur uçar hayatın içinde ve bu yenilenmeden en değerli şeyi doğurur. Bazen ama ilişkiler yenilir doğaya her insan kendine kalır aslında. Yenen ya da yenilen yoktur sadece yenilenmek vardır zamanda!

    “Ev üç katlı ahşap bir bina. En alt katı giriş ama orada insanların dışında yüne sarılı küçük böcekler, orta katında yaşlı iki insan, en üst katında annesi – babası ve bebek yaşıyor. Acaba bu dünyada insanların dışında bir de yüne sarılı böcekler mi yaşıyor diye düşündü uzun süre bebek. Hatta kendisini doyuran annesi arada sırada o böcekleri de doyuruyordu. Ben doğarken mi getirdim böcekleri diye düşündü. Niye dünyaya gelirken bir sürü böceği beraberinde getirir ki insan anlayamadı. Zamanla kozanın içine girdi böcekler. Belki de kendisi de büyüyünce bir şeyin içine girecekti ama neye sığacağını bebek olduğu için anlayamadı.” Yıllar sonra gözlemledikleri o dönemler bilmediği Kafka’nın dönüşümüne eşlik ediyordu, belki zamanla bu yolculuğu da anlayacaktı…

    Koza’nın içinden çıkmayı başarmıştır artık O ve Kasaba’dan kelebek olup uçma vaktidir. Uzun yol vardır gideceği geriye dönüp bakar kuşaklara onlar gibi olmak istememektedir. Kasaba huzurdur ama bir o kadar yetmeyecektir kendisine belki de her mayıs da sıkıntı çöker içine tabir yerindeyse ya kurtaramazsa paçayı ve olduğu yerde hiçlikte kalırsa? Başka türlü geri dönmek ister doğduğu yere, hayalleri de topraktan beslenir, içi içine sığmamaktadır. Anneannesinin dediği gibi “çıplak ayakla toprağa bas sana güç verir toprak, öyle sağlam dur ki kimse yıkamasın uzak’larda seni!” Sırt çevirmeden dönmelidir özüne, kurtarmalıdır bir yerde neyi kurtaracağını bilemese de… Yıllar sonra dönüşü sıkıntılı da olsa O artık bir şey olmuştur, olmaya çalışmaktadır. Özündeki yalnızlık daha da büyümeye devam etmektedir oysa. Küçülüp Koza’nın içine girebilir mi acaba istediği zamanlarda, korunaklı bir dünya yaratabilir mi kendine? Geriye dönüş hiçbir zaman yoktur, zaman ilerler ve bir şeyleri değiştirir. Uzak’ta kalmıştır her şey ve rahat nefes alma vaktidir O bir şey olmuştur ama ne olmak istediği Koza’nın içinde şekillenmelidir yoksa yabancılaşma başlayacaktır zamanla aralarda gelgitler baş gösterir. Yalnızlık her şekilde iyi gelir ruhuna! Uzak’ta kalan uzaklara gitmiştir.

    İklimler’e göre değişen bir ruh barındırır zamanla kendisinde, Mayıs’da başlayan sıkıntıları artık çiçekler açan şenlik olmuştur içinde, bir ruh eşine rastlama zamanıdır. Fonda grinin yoğunlukta olduğu bir gökyüzü vardır Kasaba’daki bereketli yağmurun işareti içindeki hüzne ve üşümeye işaret etmektedir şimdi. Doğa kadar acımasız sahici bir yalnızlıkla baş edemediği gibi bu kadar gerçek bir erkek doğasıyla da karşılaşmaya hazır değildir henüz. Ne çok ağlamıştı iklimlerin ardından bir dönem yazdığı şu cümleler geldi aklına sonra; “Kamburdu aşkının duruşu… Tıpkı bu ülkede belini bir türlü doğrultamayan insan yığınları gibi. Sana her dik dur dediğimde arkasında duramıyordun kendinin. Bir türlü veremiyordun ellerime yaşamını, anlattığın anda çöküyordu savaşın…”

    İklimler gibi değişen ilişkilere ayak uydurmak için belki de Bilge kişinin son hikâyesini beklemesi gerekir. Oysa İklimlerin ardında düşünmeye başlamıştır algıda seçicilikleri; Görmek, duymak, dokunmak, koklamak, tatmak, hissetmek ya da Üç Maymun’u oynamak!

    (19 Temmuz 2008)

    Mutlu Hesapçı

    Ruhuma Asla

    Peter Basco’nun yönettiği ve Julia Ubrankovics, Ferenc Hujber, Attila Toth ile Gergo Kaszas’ın oynadığı Ruhuma Asla (Majdnem Szüz – Virtually a Virgin), 22 Ağustos 2008′de Tiglon Film dağıtımıyla A+ Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    Boroka Arva, henüz 18 yaşına girmiştir. En büyük hayali yaş gününü beş yıldızlı bir otelde kutlamaktır. Erkek arkadaşı Janos, otelde yaşlı ve zengin erkeklerin Boroka’ya nasıl baktıklarını farkedince kendisine olan sevgisini kullanarak bir pezevenke satar. O artık küçük bir hayat kadınıdır.
    Boroka aşk ve emek arasındaki hayati tercihini kimden yana kullanacaktır?

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirilerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ruhuma Asla yazısına devam et
  • Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    04 – 10 Temmuz 2008 Haftalık (Weekly),
    04 Ocak – 10 Temmuz 2008 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

    Serra Yılmaz’la Temel İçgüdü’nün Konuğu Ayten Gökçer

    Sinemamızın usta oyuncusu Serra Yılmaz, her pazar TürkMax ekranlarına gelen Temel İçgüdü adlı programında ünlü konukları ağırlamayı da ihmal etmiyor. Fakat programa gelen konukların ‘farklı’ bir görevleri oluyor. Programdan önce alışveriş yapan konuklar, yanlarında içi dolu bir sepetle geliyorlar ve yemek hazırlanırken sepetlerindeki malzemelerle Serra Yılmaz’a yardımcı olmaya çalışıyorlar. Serra Yılmaz bu hafta, 13 Temmuz Pazar günü 11:10’da yayınlanacak programında ünlü oyuncu Ayten Gökçer’le sohbet edecek.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Serra Yılmaz’la Temel İçgüdü’nün Konuğu Ayten Gökçer yazısına devam et
  • İşsizlik Korkusu Ölümden Beter

    Günlerdir, aylardır hatta yıllardır duyuyoruz… Tuzla’da yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bir gün birisi ölüyor, diğer gün bir başkası, sonra bir başkası… Sonra hayat kaldığı yerden devam ediyor. Hiçbir şey olmamışçasına… Yaşamak kadar doğal karşılanıyor ölüm. Bir ölünün yerine başka bir ölü adayı geçiveriyor. Üstelik göz göre göre. İşsiz kalmaktansa ölmeyi yeğleyen insanlar.

    Kimisi memleketine gitmek için para biriktiriyor, kimisi çocuğunun karnını o gün de doyurabilmek için orda. Kimisi üniversitedeki kardeşleri için alın teri döküyor kimisi ise zaten üniversite öğrencisi harçlığını çıkarıyor… Yarın ölürlerse o çocuk hep kalacak, belki kardeşleri üniversiteyi bırakmak zorunda kalacak… Bunlar düşünülmüyor, çünkü sistemin adı taşeronluk. Taşeronluk size günü kurtarmayı vaad ediyor. Artık ne kadar kurtulursa. Orada her şey bir “an” için yapılıyor. Zaten her şey de bir anda olup bitiveriyor. Tuzla’da yaşamda bir “an” ölümde…

    Defalarca duymuşsunuzdur 4857’yi… 4857 bir iş kanunu, iş güvencesi. Yani yasal bir hak. Ancak madalyonun diğer yüzünde tanımı kölelik yasası, taşeronluk yasası… Petra Holzer ve arkadaşları da bu duruma daha fazla seyirci kalamamışlar.

    Bu onların ne ilk ne de son çalışması. İş kazaları üzerine ciddi çalışmalar yapıyorlar. Tamamen kolektif ve gönüllü çalışmalarla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Holzer’e göre bu belgesel bitmez çünkü hayat devam ediyor.

    Tuzla Tersanesi’ni belgeleme fikri nasıl oluştu?

    Bunun hikâyesi aslında çok ilginç. İş kazaları ile ilgili bir komisyon kurulmuştu. Kurul bir sunum hazırlıyormuş. Bulgularını desteklemek için de görsellere ihtiyaçları varmış. Kuruldan Aslı Odman bizden görsel talebinde bulundu. Biz de gidip yerinde çekmenin çok daha etkili olacağını düşündük. Önce küçük bir film hazırladık ve seyirciyi çok etkiledi. Bizim durumumuz da oldukça vahimmiş dediler. Trajikomik yani. Ama ölümlerden çok bizi oradaki hayat şartları etkiledi. Yani ölüm değil hayat üzerine bir film yaptık.

    Çekim iznini nasıl aldınız?

    İlk başlarda hiçbir tersane konuya sıcak bakmadı ve izin vermedi. Biz de eskiden çekilmiş olan görüntülerle bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Tabii bu sırada oradaki işçilerin durumunu yakından takip ediyorduk. Sonra bir gün Desan Tersanesi çekim izni verdiklerini, ölümleri görmezden gelmenin imkânsız olduğunu ve yapılması gereken ne varsa yapmaya hazır olduklarını söyledi. Böylelikle hem komisyona hem de bize kapılar açılmış oldu. Ancak diğer tersaneler kabul etmediler hala da durum değişmiş değil. Bu anlamda Desan Tersanesi’ne duyarlıktan dolayı minnet duyuyoruz.

    Neleri gözlemlediniz çalışmalarınız boyunca?

    6 ay önce bu işe başladığımızda 84 ölü varmış ve şu an ölü sayısı 97’ye çıktı. Yaralıları saymıyorum bile… İnsanlarda garip bir kabullenmişlik var. Tabii bunların da çok güçlü sebepleri de var. İşçiler de alışmışlar sanki bu duruma. “Bugün belki ölebilirim, belki eve sağ dönebilirim” diyorlar. İşini kaybetmektense ölmeyi göze almış insanlar mevcut. “Bugün ben gitmesem yerime bir başkası geçecek öyle ise neden bırakayım” diye düşünüyorlar. Evlerini geçindirmek zorundalar. İşverenler ise konuşmak istemediler. Ancak basına yansıyan kısmını hepimiz biliyoruz. “Ölümler olabilir, bunlar çok normal” diyorlar.

    İşçilerin sendikalara yaklaşımları nasıl?

    Çoğu haklarının farkında değil. İşverenler tarafından sömürülüyor. Sigortalı olanlar bile bir gün bir bakıyorlar ki çalıştığının yarısı kadar bile ödenmemiş. Bunları sürekli takip de edemiyorlar. Sendikalılaşmaya gelince; Örgütlenmek ve sendikalılaşmak konusunda çok büyük engelleri var. En büyüğü de işlerini kaybetme korkusu. Ayrıca bu sebepten işlerinden çıkarılırsa başka bir yere de alınmıyorlar. Kara listeye giriyorlar yani.

    Tüm bunların en büyük kaynağı da taşeronluk sistemi mi?

    Evet, bir tersanede yaklaşık 50-60 taşeron şirket var. Gemi yapım sürecinin asıl iş alanı olan çelik profil ve sac işleme işinin İş Yasası’na aykırı olarak çeşitli tanımlar altında taşerona verilmesi kayıt dışılığa neden oluyor. Bu durumun kesinlikle engellenmesi gerekiyor. Normal şartlarda işçilerin günde 7,5 saat çalışması gerekiyor. Yani haftada 37,5 saat. Ancak bu sistemde mesaiye kalınca ek para verildiği için işçiler bazen gece yarılarına kadar çalışıyor. Günlük yevmiye 50 YTL ise mesaiye kalınca bir 50 YTL daha alıyorlar. Böyle olunca kazalarda kaçınılmaz oluyor. Meselâ bir iş için 2 haftalığına işçi lâzım; “öyle ise niye ben 2 hafta için sigortalı işçi çalıştırayım?” düşüncesi var.

    Üstelik taşeronluk sistemi başka alanlara da yayılıyor değil mi?

    Maalesef öyle. Artık hastanelerde bile taşeron hasta bakıcı bulunduruyorlar. Bu ne kadar korkunç bir şey düşünebiliyor musunuz? Belgesel gösterimde Hava – İş’ten bir arkadaşımızın konuşmalarını hepimiz dehşetle dinledik. Isparta’da düşen uçağın personeli taşeron şirketten getirilmiş. Yani bana ne deyip geçmemek lâzım. Yarın bundan herkes görebilir. Bu gidişe herkes tepki koymalı.

    4857 diğer insanlara nasıl ulaşacak? Bu çok önemli bir çalışma ve mutlaka diğer insanlara da ulaşmalı; bunun için bir gösterim programı var mı?

    Bu tamamen kolektif ve gönüllü bir çalışma. Bizim çok büyük reklâmlar yapma gibi şansımız yok. Ancak bunun gibi etkinliklerle, üniversitelerle yaptığımız çalışmalarla, festival gösterimleriyle elimizden geldiğince çok insana ulaştırmaya çalışıyoruz. Yani bu belgeseller kendi yolunu buluyor.

    Üzerinde çalıştığınız başka konular var mı?

    Öncelikle bu belgesel henüz bitmedi. Yani hala bir çözüme ulaşılmış değil. Bu film bitmez. Belgesel hayatın kanıtı, hayat devam ettiği sürece bunlarda devam edecek. Kot taşlama işlemi sırasında yaşanan ölümler dikkatimizi çekiyor. Hiç kimse benim giydiğim kotu yaparken ölmek zorunda değil. Hepimiz emekçiyiz, hepimizin yaşamaya hakkı var.

    4857

    Yönetmen: Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
    Kamera: Selçuk Erzurumlu, Ömer Öztürk, Ethem Özgüven
    Montaj : Selçuk Erzurumlu, Ömer Öztürk, Petra Holzer
    Konu: Tuzla Mezarlığı, Tersaneler Bölgesi’ni kuşbakışı görür. Mezarlığın olduğu tepeden aşağı doğru inmeye başlayın. İşte solda geniş askeriye arazisi. Yemyeşil ve insandan arındırılmış. Sonra bıçakla kesilmişçesine betonarme apartmanlar başlar. Tuzla Havzası’nda çalışan işçilerin evleri, sabah yediden itibaren “dışarıda”, tersanelerde, deri sanayide, yan sanayide çalışanlar tarafından boşaltılır. Aile evlerinin arasına, ailelerin özlemi ve yataklarla doldurulmuş bekâr odaları karışır. Tepe aşağı devam edin, geminin ufacık parçalarını üreten atölyeler, E5 İçmeler Köprüsü’nün dinmeyen gürültüsü, dört yol ağzındaki hiç boşalmayan amele pazarı, banliyö treninin sesi. İçmeler İstasyonu’nu geçin, işte neredeyse Türkiye’nin bütün tersaneleriyle bezeli Aydınlı Koyu. Kırk sekiz ayrı kapıdan her gün geçen işçiler, yüz insan boyu vinçler, saclar, onları birleştiren hız ve terdir. Tersanelerin zaman birimi yere düşen izmarit, endişesi ölüm ve geçim, umudu ve derdi, hepimizin umudu ve derdidir. Tuzla Mezarlığı, Tersaneler Bölgesi’nin kuşbakışı görür. (Bu röportaj Aylık Mirror Dergisi’nin Temmuz sayısında yayınlanmıştır.)

    (18 Temmuz 2008)

    Gizem Ertürk

    Sinematürk’ün Temmuz – Ağustos Sayısı Çıktı

    Sinematürk Dergisi’nin Temmuz – Ağustos sayısında Agâh Özgüç, 2008 sezonunun ilk yarısını değerlendirirken, Yapım Aşamasındaki Türk Filmleri dosyası ise önümüzdeki aylardaki Türk Sinemasına ışık tutuyor. Ayrıca dergide, Alican Sekmeç’in, Vedat Örfi Bengü hakkında kapsamlı bir araştırması ve Ali Özuyar’ın Türk Sinemasında Bodrum ve Sinema Yıldızı Dergisi üzerine araştırmalarıyla, Orhan Ünser’in sinemamızda aynı rollerde oynayan farklı oyuncuların yer aldığı filmlere, rollere ve söz konusu oyunculara yer verdiği incelemesi yer alıyor.

  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sinematürk’ün Temmuz – Ağustos Sayısı Çıktı yazısına devam et
  • Yeşilçam’da İstanbul’a Saygı Duruşu

    Üç sezondur Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen Ustalara Saygı etkinlikleri, yaz boyunca Beşiktaş Belediyesi Abbasağa Parkı’nda usta konukları ve ilginç konularıyla devam ediyor. Etkinliklerin ilki, 14 Temmuz Pazartesi akşamı 21:00’de Yeşilçam’da İstanbul’a Saygı Duruşu başlığı altında yapılıyor. Gecede Yeni Lale Film’in sahibi, koleksiyoncu Necip Sarıcı’nın hazırladığı, Türk Sinemasında İstanbul belgeseli sunulacak. Sinema eleştirmeni ve yazar Agâh Özgüç, Necip Sarıcı ve arşivci Yahya Karadaş ise görüntülerden yola çıkarak bir zamanların İstanbul’unu sohbetleriyle günümüze taşıyacaklar.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeşilçam’da İstanbul’a Saygı Duruşu yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu