Cehennemden Sıcak İntikam Yolu

“Sevgililer Günü Katliamı”(My Bloody Valentine) hepiniz hatırlarsınız! Film, 2009 yılında 3D olarak vizyona girdiğinde 100 milyon dolardan fazla hasılat yapmıştı. Dahası, birbirinden romantik filmlerin ardı arkasına patladığı Şubat ayında vizyona girerek günün anlam ve önemine yeni bir boyut kazandırmıştı. Tıpkı geçtiğimiz yıl Türkiye’nin yasal albümlü ilk punk grubu Rashit’in kült şarkısı Dinazor’un da içinde bulduğu bir mini albümü piyasaya sürmesi gibi!

Mevzuya buradan girmemizin sebebi, 25 Mart’ta vizyona girecek olan, ekibin yeni filmi İntikam Yolu (Drive Angry) … Filmin başrolünde, son zamanlarda doğaüstü olaylara iyiden iyiye kafayı takan Nicolas Cage var. Cage, yine sevdiği türün kahramanı olmayı sürdürüyor.

Filmin sürprizlerini ele vermeden konuyu özetlemeye çalışayım; Milton firari bir suçlu. Kötü bir koca olsa da iyi bir baba olmaya çalışmış. Ama pek başarılı olamamış. Kızı şeytana tapan bir grubun önce bir üyesi sonra da kurbanı olmuş. Bebek yaştaki torunu ise şeytana kurban edilmek üzere tarikat tarafından kaçırılmış. Hikâye böyle başlıyor.

Torununun kaçırıldığını duyan Milton, grubun peşine düşüyor. Bu yolculuğu sırasında da patronlarının tacizlerinden onlarca kere iş değiştiren ve evlenme hayalleri kurduğu nişanlısı tarafından aldatılan genç bir kadın “bir kere olsa kayda değer bir şey yapma hevesiyle” kahramanımızın intikamına ortak oluyor. Tabii buradan sonra öğreneceğiz birçok doğaüstü olay ve karakter de devreye giriyor. Gerisi filmde saklı!

Bir de 3D mevzusuna değinmek istiyorum. Bence olmasa da olurmuş. Üzerimize birkaç kurşun ya da arabası kapısı uçacak diye tüm film benim için çileye dönüştü. Ben 3D film izlemekten pek keyif almıyorum açıkçası. Onun yerine bir eğlence merkezinde gidip beşinci boyut bir video izlemeyi tercih ederim.

Nicolas Cage film için “tam bir gece yarısı seansı filmi” yorumunu yapıyor. Kesinlikle çok haklı… Ben sabahın köründe izlerken mısır ve içecek özlemiyle yanıp tutuştum. Çünkü film “eğlendirme” vazifesini fazlasıyla yerine getiriyor. Onun dışında altında derin bir şeyler aramanın pek mânâsı yok.

(24 Mart 2011)

Gizem Ertürk

Uçan Süpürge’nin Ödülleri Derya Alabora, Handan Kara ve Deniz Türkali’ye

Bu yıl 14. kez seyircisiyle buluşacak olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde ödüller belli oldu. 05 – 12 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da yapılacak festivalin Onur Ödülü oyuncu Derya Alabora’ya, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri ise oyuncu Deniz Türkali ile ses sanatçısı Handan Kara’ya sunulacak. Sanatçılar ödüllerini festivalin 05 Mayıs gecesi yapılacak açılış töreninde alacak. Festivalin onur ödülleri, kadınların sinemadaki emeğinin görünürlüğüne katkıda bulunmayı amaçlıyor. Bu ödülün bir özelliği de sinemada kendi duruşunu yaratmış, özgün katkısıyla oyunculuğa farklı bir soluk getirmiş kadınlara veriliyor olması.

Uçan Süpürge’nin Ödülleri Derya Alabora, Handan Kara ve Deniz Türkali’ye yazısına devam et

Son Yıldız da Gitti

Dünyadan varlığını çektiğini duyunca, her şey bir yana, bu kadar yaşama konusundaki azmine hayran kaldım. Genç yaşından beri türlü hastalık çekmiş, “National Velvet”ın çekimi sırasında attan düşüp sırtını incittiğinden beri sakatlıklardan kurtulamamıştı. Ama bugünün ölçüleriyle bile ‘ileri’ olan bir yaşa erişti. Hem de çok dolu, yoğun, olaylı bir hayat sürdüğü, türlü skandal yaşadığı halde. Annesiyle babasını dinleyip, sevdiği herkesle evlenmişti. Dostlarına hep sadık kalmıştı.

Elizabeth Taylor artık yok.

Arkasından yazılan yazılarda, “Hollywood stüdyo sisteminin son starı da gitti,” demişler. Eh, kalmıştır belki bir-iki kişi ama Liz Taylor kadar her anlamıyla ‘star’ olanları bulmak zaten zor. Emsâlsiz güzelliğinin yanına, zaman zaman inkâr edilse bile, iyi oyunculuğunu koymayı bilmişti. Özel hayatı çeşitli aşklarla, iniş çıkışlarla, yedi eşle olabildiğince hareketliydi. Şöyle bir bakıyorum da, hayattayken de, öldükten sonra da onu tanımlamaya çalışanlar hep “Menekşe gözlü”, sonra “siyah saçlı” ve “beyaz tenli” demişler.

Bu da genç yaştaki kızları çıldırtmaya yeter de artardı bile. Elizabeth Taylor, benden on yaş büyüktü. Ama bizim çocukluğumuz ve gençliğimizde filmler de neredeyse o kadar sene sonra burada gösterime giriyordu. Bu yüzden de ben ve yaşıtlarım (kızları kastediyorum) karşımızda hep menekşe gözlü, neredeyse bizim yaşımızda bir cimcime bulmak durumunda kaldık. Yani, tuhaf renkte gözleriyle şöyle bir bakar, kamera zum yapar, herkes erir. Köpeklerle, atlarla arkadaşlık eder. Yere-göğe koyamazlar, Liz aşağı, Liz yukarı. Ancak, çabuk büyümek zorunda kalan bir çocuk olduğu için (bunun sıkıntısını çektiğini hep söylemiştir), neredeyse aynı zamanda onun Hilton’un mahdumu ile evliliğine, boşanmasına, ‘büyük’ olarak çevirdiği filmlere ilişkin haberleri de dergilerle gazetelerden izliyorduk.

İyi tarafı ise Liz’in her türlü mukayeseyi kökünden kesecek kadar güzel olmasıydı. Yıllarca bu ‘menekşe göz’ hikâyesinin hurafe olduğu umuduyla dolaştım. Liz gibi gözleri olduğu söylenen insanlar da sonunda ya yeşil, ya mavi gözlü çıkardı. Ne yazık ki bir gün Kabataş’ta fiilen menekşe gözlü bir hanım gördüm. Umutlarım o zaman söndü. Ama zaten Liz de artık 40’ını aşmıştı.

Marilyn Monroe kadar meşhurdu, ama Marilyn dayanamadı, o dayandı. Belki de çocuktan başlamış olmanın faydasını görmüştür. Ancak genç yaşta çok meşhur olmak, Marlon Brando ve Michael Jackson gibi onun hayatında da etkilerini göstermişti. Bu yüzden ikisiyle de iyi arkadaş olmuştur. Hele Michael’ı sonuna kadar savunmuş, hep seveceğini söylemiştir. Brando ile de anlaşırlardı. Sadık kaldığı bir başka arkadaşı da, Rock Hudson’du. Onun AİDS’den ölümünün ardından kendini tamamiyle AİDS araştırmalarına vermiş, hatta bu sayede iki Oscar ödülüne bir de Jean Hersholt İnsancıl Çalışmalar Ödülü eklemişti. Artık oyunculuğu suni bulduğunu, çünkü gerçekten acı çeken insanlar gördüğünü söylerdi. Çok sevdiği Montgomery Clift’e de hep destek olmuş, daha ilk filminde beraber oynadığı, ona hayran olan Roddy McDowall’ı da yanından ayırmamıştır.

Çok acı çekti. On iki yaşındayken attan düşüp sırtını incitmesinin etkileri yıllarca sürdü. Genç yaşından beri türlü hastalık çekmiş, sakatlığa uğramış, pek çok ameliyat olmuştur. Sonunda ölümünde neden olan kalbi onu hep rahatsız etti. BUtterfield 8’i (1960) çekerken de öyle ağır bir zatürree olmuştu ki, öldüğü ilân edilmişti. Nefes borusuna müdahale edildi, Oscar töreninde elmaslara alışkın boynundaki yara izi çok belli Liz bu filmle Oscar alınca, kendi de “The Apartment”la aday olan ve sonradan çok yakın dost oldukları Shirley MacLaine, “Ödülü bir trakeotomiye kaptırdım,” diyecekti. Olsun, Liz de daha önce “Raintree County” ile iki Tennessee Williams uyarlaması: “Cat on a Hot Tin Roof / Kızgın Damdaki Kedi” ve “Suddenly, Last Summer” ile aday olmuş, ancak beğenilmeyen “BUtterfield 8” ile heykelciği elde etmişti.

Elizabeth Taylor her şeye rağmen ‘yaşlı’ denebilecek bir yaşa erişti. Çok dolu, yoğun, olaylı bir hayat sürdü. Dostlarına hep sadık kaldı. Neşeli, sözünü esirgemeyen, sevilen bir insan olduğunu söylerler. Eşlerinin içinde en meşhuru, “Cleopatra”yı çevirirken tanıştıkları, iki kez evlenip boşandığı Richard Burton, onun sorunlarını, erken yaşta gelen büyük şöhrete bağlardı. Fazla güzellik de hazımsızlık yapmıştır belki. Ama gerçekten çok güzeldi, Alain Delon’un ilk gençliğinde olduğu kadar güzel. Açıkçası bize de, “Son nefesimde bile diyorum ki meheldi / Molière dahi ise Christian güzeldi,” diyen Cyrano de Bergerac gibi kadere boyun eğmek düşmüştü.

Burton ile kavgalı-dövüşlü (sadece başkalarının yanında kavga ettiklerini söylerlerdi) ve fırtınalı evlilikleri, sonradan “Burton-Taylor Elması” adı verilen 1 küsur milyon dolarlık hediye elmasın da desteğiyle, en çok akılda kalan evliliği olmuştur. Oysa yaşı tutanlar onun asıl, kızı Liza’nın babası prodüktör Michael Todd’a âşık olduğunu bilir. Bir önceki kocası İngiliz aktör Michael Wilding gibi, Todd da Liz’den çok büyüktü (ilki 20, ikincisi 23 yaş). Ama Wilding’e hayatı zehir eden Taylor, üçüncü kocasına çok âşık olmuş onun uçak kazasındaki ölümünden sonra ne yapacağını şaşırmıştı. Ben, aile dostu Debbie Reynolds-Eddie Fisher çiftine önce sığınmasını, sonra Eddie’yi ayartmasını da bu üzüntü ve şaşkınlığa bağlıyorum. İlk kocası, şimdi pek asil şekilde Conrad Hilton Jr. diye anılan Nicky ile olan kısacık evlilik de bir gençlik hatasıydı herhalde. Sekiz evliliğinden ikisini yaptığı Burton’dan sonra da iki kez evlendi, bir senatörle, bir inşaat işçisiyle. Dedim ya, annesiyle babası birini severse onunla evlenmesini nasihat etmiş.

Ne yazık ki, güzelliği ve özel hayatı, hep oyunculuğunun önüne geçme eğilimi göstermiştir. Oysa ilk kez üç yaşında balerin olarak seyirci karşısına çıkan ve o sıralar prenses olan şimdiki İngiltere Kraliçesi Elizabeth karşısında dans eden bu İngiliz ana-babalı, ama İngiltere doğumlu kız, çocuk oyunculuktan büyük oyunculuğa başarıyla geçiş yapan az sayıda kişiden biri olacaktır. Taylor, özellikle ona ikinci Oscar’ını getiren “Whose Afraid of Virginia Woolf / Kim Korkar Hain Kurttan”daki yaşlı, şirret kadın karakteriyle güzelliğe ihtiyacı olmadığını göstermişti.

Ne diyelim? Bu dünyada varlığını hissetmemek bizde bir eksiklik duygusu yaratıyor. Gençliğimizi paylaştığımız kişiler böyle olur işte. Onu sevgiyle yolcu ediyoruz. Neyse ki sureti halen bizimle, hep de bizimle olacak.

(24 Mart 2011)

Sevin Okyay

İstanbul Film Festivali Gişeleri 30. Kez Açılıyor: Biletler 19 Mart Cumartesi Günü Satışta

Festival sponsorluğunu Akbank’ın üstlendiği 30. İstanbul Film Festivali’nin biletleri 19 Mart Cumartesi günü satışa çıkıyor. Sinemaseverler festival biletlerini saat 10:00’dan itibaren, Biletix satış noktaları, Biletix çağrı merkezi (0216 556 98 00) ve www.biletix.com ve Atlas Sineması, Beyoğlu Sineması ve Rexx Sineması’nda açılacak ana gişelerden alabilecek. 30. İstanbul Film Festivali’nde bilet fiyatları tam 12 TL, öğrenci ile 65 yaş ve üstü için 8 TL olacak. Akbank Galaları ve 3 boyutlu filmlerin biletleri ise 15 TL. Festival boyunca, hafta içi gündüz seansları da yalnızca 4 TL olarak belirlendi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • İstanbul Lisesi 8. Liselerarası Kısa Film Yarışması

    İstanbul Lisesi, 7 sene önce düzenlemeye başladığı Liselerarası Kısa Film Yarışması’nı bu sene de kaldığı yerden tüm hızıyla devam ettiriyor. Yarışma Türkiye’de düzenlenen ilk liselerarası kısa film yarışması olma özelliğine sahip. Geçtiğimiz sene Türkiye’nin dört bir yanından toplam 124 filme ev sahipliği yapan yarışma, bu sene daha çok gence ulaşmayı amaçlıyor. Yarışma, öğrencileri genç yaşta sinemaya yöneltiyor ve onlara sinema sevgisi kazandırmayı hedefliyor, bu sayede Türk sinemasının geleceğine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Yarışmaya son katılım tarihi 06 Mayıs 2011 olarak tesbit edildi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, bağlantı ve yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Lisesi 8. Liselerarası Kısa Film Yarışması yazısına devam et
  • Yeşilçam Haftası, Beyoğlu’nda Başlıyor

    Beyoğlu Belediyesi ve TÜRSAK işbirliğiyle, Turkcell’in ana sponsorluğunda bu yıl dördüncü kez sahiplerini bulacak Yeşilçam Ödülleri gecesi öncesi Beyoğlu’nda Yeşilçam Haftası düzenlenecek. 21 – 28 Mart 2011 tarihleri arasında düzenlenecek hafta boyunca Türk sinemasının kalbinin attığı Beyoğlu’nda Yeşilçam’ın unutulmaz filmleri, sergiler, konserler, yarışmalar, paneller İstanbullularla buluşacak. Yeşilçam’ın duayenleri Kasımpaşa Beyoğlu Belediyesi Turabibaba Kütüphanesi’nde düzenlenecek “Nostaljik Türk Filmleri Gösterimleri” ile İstanbullularla buluşacak. Gösterimler her gün 15:30 – 17:00 saatleri arasında gerçekleştirilecek.

  • Basın Bülteni
  • Görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeşilçam Haftası, Beyoğlu’nda Başlıyor yazısına devam et
  • 22. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış Töreni’yle Başlıyor

    Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından, HALKBANK ana sponsorluğunda gerçekleşen 22. Ankara Uluslararası Film Festivali, 17 Mart Perşembe günü saat 19:30’da, MEB Şura Salonu’nda düzenlenecek açılış töreniyle başlıyor. Ayça Varlıer’in sunacağı açılış töreni, yapılacak açılış konuşmasının ardından Vakıf Özel Ödülleri’nin sunumuyla devam edecek. Gecede, Aziz Nesin Emek Ödülü, Sezer Sezin’e, Kitle İletişim Ödülü, Kalan Müzik adına, Hasan Saltık’a ve Sanat Çınarı Ödülü Suna Kan’a takdim edilecek. Tören, Teklopolis (Teciopolis) kısa filmin gösterimi ile sona erecek.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    22. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış Töreni’yle Başlıyor yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu