Büyük Usta Fred Zinnemann’dan İki Başyapıt: Kahraman Şerif ve İnsanlar Yaşadıkça

Gerilimden kara filme, westernden dramaya kadar birçok film yöneten Fred Zinnemann usta hatırlanmayı her daim hak ediyor “Kahraman Şerif” ve “İnsanlar Yaşadıkça” sinema tarihine altın harflerle yazıldı. Ustanın, hatırlanması ve görülmesi gereken filmleri var.

Fred Zinnemann, 29 Nisan 1907’de Viyana’da doğdu. Avusturya kökenli yönetmen Amerikan vatandaşlığına geçti. Zinnemann, 14 Mart 1997’de Londra’da vefat etti. Ustanın son filmini, 1982 yapımı “Five Days One Summer-Geçen Yaz 5 Gün” vasiyet filmini sinema perdesinde görmüştük. Bu film 1984 kışında vizyona çıkmıştı. 1930 yapımı “Menschen Sonntag am-Pazar İnsanları” sessiz filminde adı geçmese de filmde çalıştı ve bu onun sinemaya da girişiydi. Filmde Kurt Siodmak’ın da adı geçmiyor ön jenerikte. Hatta Rochus Gliese’nin de. Bir bakıma onlar yardımcı yönetmen olarak değerlendirilmiş olabilir. Filmin ön jeneriğinde yönetmen olarak Robert Siodmak ve Edgar G. Ulmer’in adı geçiyor. Berlin’de beş insanın bir gününü anlatan bu filmin senaryo yazarları arasında sonradan büyük yönetmenlerden olacak Billy Wilder da vardı. Hikâyeyi de Kurt Siodmak yazmıştı. Film, oyuncusu olmayan bir film diye başlıyor. Hayatlarında ilk defa kamera karşısında olan insanlar çekimler sonrasında kendi hayatlarına dönmüşler. Filmin kameramanı Eugen Schüfftan (1893 – 1977), sinemanın gelişimine çok büyük yararları dokundu. Özel efektlerde sıçrama yaptırdı. “BlueScreen” tekniğini bulmuştu. Arka plân denemeleri sinemanın bulunuşundan beri araştırılan bir teknikti. Schüfftan bunu geliştirdi ve sinema onun geliştirdiklerini kullanmaya başladı. Daha sonraları “GreenScreen” gelişti. “BlueScreen” tekniğinde, araba gidiyormuş izlenimi yaratılıyor, arka plânda da yol ve manzara görüntüleri yansıtılıyordu. En azından Christopher Reeve’in Clark Kent olduğu klâsik “Superman – Süpermen” serisini düşünün. Günümüz sinemasında “GreenScreen” kullanılıyor ve arka plânın farkına bile varılamıyor. Bu büyük kameraman, Fritz Lang’ın 1927 yapımı bilimkurgusu “Metropolis”in kameramanıydı her şeyden önce. Bu sessiz filmde taksi şoförü (Erwin Splettstösser), plâk satıcısı (Brigitte Borchert), şarap satıcısı (Wolfgang von Waltershausen), filmlerde çalışan biri (Christl Ehlers) ve nevrasteniğe düşmüş, yani vücudunda aşırı yorgunluk hisseden manken (Annie Schreyer) hikâyeleri yansıyor. Zinnemann, 1937’den 1942’ye kadar çoğunluğu Hollywood’un büyük stüdyolarından Metro-Goldwyn-Mayer’de (MGM) kısa filmler yaptı.

Kendisine ait ilk uzun filmini 1942’de çekti Zinnemann. “Kid Glove Killer” (Çocuk Eldivenli Katil) suç filmine kriminolojik açıdan ilham verici deniliyor. Elbette film MGM’de yapıldı. Bu film ülkemize uğramadı. 1952 yapımı “High Noon-Kahraman Şerif” ülkemizde vizyona çıkan ilk filmiydi. 1953 yapımı “From Here to Eternity-İnsanlar Yaşadıkça” savaş filmi, ustanın ülkemizde vizyona çıkan ikinci filmiydi. İlk renkli ve sinemaskop filmini “Oklahoma!” adındaki western-müzikaliyle gerçekleştirdi. 1959’daki “The Nun’s Story-İnsanlık Uğruna”, 1960’taki “The Sundowners-Gün Batışı”, 1964’teki “Behold a Pale Horse-İntikam Ateşi”, 1966’daki “A Man for All Seasons-Her Devrin Adamı”, 1973’teki “The Day of the Jackal-Çakalın Günü”, 1977’deki “Julia” filmleri de vizyona çıkabildi ülkemizde.

“Kahraman Şerif…”

United Artists’in sunduğu 1952 yapımı “High Noon-Kahraman Şerif” western filmi, yazar John W. Cunningham’ın “The Tin Star” (Teneke Yıldız) romanından uyarlandı. Teneke yıldız, şerif rozeti anlamına geliyor. Filmin senaryosunu Carl Foreman yazdı. Müzikleri Dimitri Tiomkin besteledi. Stilize muhteşem siyah-beyaz fotoğraflarsa Floyd Crosby’nindi. Filmin süresi 85 dakika. Saat, filmdeki önemli oyunculardan. Film, ağırlıklı olarak gerçek zamanlı. “High Noon”un anlamı, “Tam Öğle Vakti” demek… Bu filmin, vakti zamanında suskunluğunu sürdüren entelektüellere de eleştiri getirdiği söyleniyor. Senatör McCarthy’nin “cadı kazanı”na öfke hissediliyor filmde. “Kahraman Şerif”, alegorik filmlerden biri. Ama bu filmi şimdi muhafazakâr olarak değerlendirenler bile var. John Wayne, sol liberal olarak gördüğü “Kahraman Şerif” filmine tepki göstermiş ve Howard Hawks’un westerni 1959 yapımı “Rio Bravo-Kahramanlar Şehri” filminde oynamış Warner Bros. sunumuyla. Wayne, “Kahramanlar Şehri”yle “Kahraman Şerif”e cevap vermiş oluyor. “Kahraman Şerif” filminin başrolü için Henry Fonda düşünülmüş önce. Fonda, sol görüşlü olduğu için McCarthy’nin çengeline takılıyor. Bu yüzden filme zarar gelmemesi için Fonda rolü kabul etmemiş.

“Kahraman Şerif” filmindeki şarkıları Tex Ritter söylemiş. Film, “Do Not Forsake Me, Oh My Darlin” (The Ballad of High Noon) şarkısıyla da Oscar almıştı. Bu şarkıyı filmin ön jeneriğinde duyuyorsunuz ve filmin ruhuyla buluşuyor. Yedi dalda aday olduğu Akademi’den dört Oscar aldı “Kahraman Şerif” filmi. Şarkı dışında erkek oyuncu (Garry Cooper), kurgu (Elmo Williams ve Harry W Gerstad), müzik (Dimitri Tiomkin) dallarında da Oscar kazanmıştı film. Sabah… Jack (kartal profilli Lee Van Cleef) bir atlıyla buluşuyor, sonra onlara bir kovboy daha katılıyor. Bunlar, Frank Miller’ın kardeşi Ben (Sheb Wooley) ve Pierce (Robert J. Wilke). Üçü atlarının üzerinde New Mexico’nun huzurlu küçük kasabası Hadleyville’in meydanına geldiklerinde kilisenin çanları da çalıyor. Kasabalılar, bu üç kovboyu gördüklerinde tedirgin olmaya başlıyorlar. 1860’lı yıllar. Kasabanın şerifi Will Kane (Cooper) emekliliğe hazırlanıyor ve nişanlısı Amy Fowler’la evleniyor ama kilisede değil. Çünkü Amy, Quaker mezhebinden. Onlar, Hıristiyan pasifistlerden. Amy öyle güzel ki, insanı titretiyor güzelliğiyle. Bu güneşli sıcak Pazar günü önceki günlere de benzemiyor. Will’in yıllar önce yakalayıp hapse attırdığı Frank’ın (Ian McDonald) öğlen treniyle kasabaya geleceği haberi alınıyor. Gelen üç yabancı kovboy da Frank’ın adamı. Tipik bir kasaba. Üç kovboy atlarıyla meydanda ağır ağır giderler. Atlarını bağlarlar. Berberdeki saat de 10:35’i gösteriyor. Filmin bazı anlarında yönetmen saatin kaç olduğunu gösteriyor seyircilere. Kovboylar tren istasyonuna gidip beklemeye başlıyorlar. Evlendiği ve emekliye ayrıldığı gün Will’e telgraf geliyor, Frank’ın salıverildiğine dair. İleri gelenler Will’den kasabayı terk etmelerini istese de Will terk edemiyor. Frank’ın ve Will’in eski sevgilisi Helen Ramirez’le (Katy Jurado) olan şerif yardımcısı Harvey Pell (Lloyd Bridges) fırsatçının biri. Frank’a karşı kasabada kimse Will’in yanında değil. Helen kasabayı terk etmek için hazırlanıyor. Will’in karısı Amy bir pasifist, yani barışsever olduğu için kasabayı terk etmeler için Will’e yalvarıyor. Gözü dönmüş bir intikamcıdan hayat boyu kaçılablir mi? Yeni şerif daha gelmemiş. Gerilim de usul usul yükseliyor. Elbette kasabanın “saloon”u da var. İçki içilen ve kumar oynanan. Bu “saloon” Helen’in. Beklemekten boğazı kuruyan Ben “saloon”a gelir, itibarla karşılanır orada. Yardım arayan Will kimseyi yanında bulamıyor. Frank’ın şerifi öldüreceğini düşünüyorlar. “Saloon” müdavimlerinin çoğu Frank’a sempati gösteriyorlar. Korku insanları sindiriyor, silikleştiriyor. Tıpkı McCarthy baskısı gibi. Will bir umutla kiliseye gidiyor. Orada yardım için derin tartışma yapılsa da yine yalnız kalıyor. Will’le Harvey’in ahırdaki dövüşü de muhteşemdi. Saat 12:00’ye gelirken herkes tedirgin bir bekleyişe giriyor. Tren vaktinde, tam öğle vakti istasyona giriyor canavar düdüğünü öttürerek. Trenden Frank inerken, trene Amy ve Helen biniyor. Will meydanda tek başına. Kamera yukarı yükseldiğinde onun yalnızlığı daha da bir fark ediliyor. Ve çatışma başlıyor. Kedi-fare oyunu gibi her şey. Çatışma sahnelerindeki fotoğraflar çok çarpıcı. Trenden inen Amy, kötülerden birini, Pierce’ı vuruyor, ama Frank onu rehin alsa da, iyi olan kötü karşısında kazanıyor finalde. Teneke rozeti yere atan Will, Amy’yle kasabadan uzaklaşıyor Tex Ritter’in ön jenerikte söylediği şarkısıyla.

“İnsanlar Yaşadıkça…”

1955’te ülkemizde vizyona çıkmış filmin orijinal adının anlamı, “Buradan Sonsuzluğa” demek. Zinnemann’ın 1953’te yazar James Jones’tan uyarladığı “From Here to Eternity-İnsanlar Yaşadıkça”, Amerika’nın II. Dünya Savaşı’na katılma nedenini anlatıyor. Columbia’nın sunduğu film, Japonların Hawaii’de Pearl Harbor saldırısını anlatıyor. Ama öncesinde askeri üssün insanlarının günlük hayatları yansıyor perdeye. Başçavuş Milton Warden (Burt Lancaster), Yüzbaşı Dana “Dinamit” Holmes’un (Philip Ober) güzel ve büyüleyici karısı Karen’le (Deborah Kerr) ilişki yaşıyor. Er Robert E. Lee Prewitt (Montgomery Clift), askerliğe katılmadan önce bir boksörmüş. Holmes onu boks yapması için ısrarlı olsa da Prewitt dövüşmek istemeyince hayatı cehenneme dönüyor. Bu film Akademi’den tam sekiz Oscar kazandı. Film, yönetmen (Zinnemann), uyarlama senaryo (Daniel Taradash) kurgu (William A. Lyon), görüntü (Guffey) yardımcı erkek oyuncu (Frank Sinatra), yardımcı kadın oyuncu (Donna Reed) ve ses (John P. Livadary) dallarında Oscar kazandı. Lancaster, Kerr ve Clift adaylıkta kaldı sadece. Filmin müziklerini George Duning yapmıştı. Siyah-beyaz görüntülerse Burnett Guffey’ye aitti. “Baba” romanında yazar Mario Puzzo, Frank Sinatra’nın “İnsanlar Yaşadıkça” filminde oynamak için mafyadan yardım aldığını iddia ediyordu. Francis Ford Coppola’nın 1972 yapımı “The Godfather-Baba” filminde bu olay ayrıntılı yansıyordu. Hollywood yapımcısının değerli yarış atının başı kesiliyordu. Romandaki ve filmdeki şarkıcı-oyuncu Johnny Fontane’di. Don Vito Corleone’nin vaftiz oğluydu. “İnsanlar Yaşadıkça” filminde, 1951-58 yılları arasında televizyonda yayımlanan “Adventures of Superman-Süpermen’in Maceraları” dizisinde Clark Kent olan George Reeves de vardı. Reeves, Zinnemann’ın filminde Çavuş Maylon Stark karakterindeydi. Reeves, Los Angeles’taki evinde ölü bulunmuştu. Başında kurşun vardı. Yönetmen Allen Coulter, 2006 yılında “Hollywoodland-Hollywood Ülkesi” filminde bu Reeves cinayeti üzerinde durmuştu. Ben Affleck, Reeves’i, Adrien Brody de özel dedektif Louis Simo’yu canlandırmıştı.

Hawaii’deki Schofield Kışlası, 1941… Askerler tüfekli yürüyüş yaparken Robert “Prew” Prewitt piyade kıyafetleriyle kışlaya geliyor. Dışarıda temizlk yapan Angelo Maggio’yla karşılaşıyor. Prew (Montgomery Clift) ve Maggio (Frank Sinatra) eskiden tanışıyorlar. Prew, Honolulu’daki Port Shafter’dan bu kışlaya gelmiş. Prew bando bölüğünde borazan çalıyormuş. Prewit, Scholfield Kışlası’nda G Bölüğü’ne katılıyor. Yüzbaşı boksör olduğunu bildiği Prew’e boks takımına katılması için zorlasa da Prew direniyor. Başçavuş Milton da, Karen’le ilk defa karşılaşıyor. Bir kıvılcım çakıyor. Karen mutsuz. Terfi etmeyi hayal eden yüzbaşı kocasının kendini başka kadınlarla aldattığını biliyor. Çocukları da yok. Askerler de içki içip bilardo oynuyorlar gazinoda. Boks takımı Prew’i kendi yanlarına çekmek için baskı kuruyor bir yandan. Talimlerle beraber Prew’in hayatı cehenneme dönüyor. Buna bölükte “muamele” diyorlar. Mezar kazıyor, mıntıka temizliği yapıyor, en ağır bulaşıkları yıkıyor vs. Onun inadını kırmaya çalışıyor boks takımı. Herkes tarafından sevilen Başçavuş Milton da uzaktan izliyor her şeyi. Prew’in en iyi dostu Maggio. Yağmurlu gecede yüzbaşının evine giden Milton, yüzbaşının baş döndüren karısıyla karşılaşıyor. Kısa pantolon giymiş Karen, başçavuşun da başını döndürüyor. Miton, ilk öpücüğü de alıyor Karen’den. Onlar öpüşürken, kamera stilize bir çekimle geriye doğru kayıyor ve pencereden dışarı çıkıyor. Prew için ilk defa çarşı iznine çıkıyor. Maggio’nun kendisine verdiği gömleği de giyiyor. Milton da kışlanın dışında. Başçavuş sivil takımlarını giyinip Karen’le buluşmaya gidiyor, ama Karen gergin. Geçmişte başka erkeklerle macerası olmasına rağmen. Prew ve Maggio, Hawaii gömlekleriyle kendilerini şehre bırakıyorlar. Sonra sadece üyelerin alındığı Yeni Kongre Kulübü’ne dalıyorlar. Başçavuş James R. “Şişko” Judson (Ernest Borgnine) piyanonun başında oturmuş coşkuyla çalıyor. Prew’in gözü Alma “Lorene”e (Donna Reed) takılıyor. Orada erkekleri mutlu eden kadınlardan biri Lorene. Prew, ona aşık mı oluyor? Maggio, kendine “Pis İtalyan” diyen Şişko Judson’la çatışıyor, ama bu çatışma filmin derinliğinde öfkeli bir şiddete dönüşüyor. Pasifik’in dalgalarına kendilerini bırakmış Milton ve Karen, sinema tarihine geçen plaj anlarını yaşatıyorlar. Karen, çarpıcı mayosuyla daha da büyülüyor. Öpüşürlerken, Karen’i kıskanmaya başlıyor Milton. Karen’in Çavuş Maylon’la ilişkiye girmesini daha çok. Sonra Karen, bebeğini nasıl ölü doğurduğunu anlatıyor Milton’a. Kocasının vurdumduymazlığı belki de onu başka erkeklerin kollarına itmiş. Herkesin bir hikâyesi var filmde. Lorene’le aşkları büyüyen Prew, askerliği sevdiğini söylüyor. Loren’e, “Bir erkek bir şeyi seviyorsa, sevgisine karşılık görmesi gerekmez” diyor. Kadınlar bu duyguyu anlamlandıramıyor. Gerçekten önemli bir bakış bu. Nöbetten kaçıp şehirde sarhoş olan Maggio, altı ay cezaya çarptırılıyor ve gittiği yer de “Şişko” Judson’ın hapishanesi. İşkenceler ve trajedi Maggio’yu bekliyor gecikmeden. Karen, Milton’ı subay olamaya zorlarken, kocasından da ayrılmayı düşünüyor. Prew ve Lorene arasında da sorunlar başlıyor sonra. Lorene, bir askerin karısı olmayı istemiyor çünkü. Maggio’nun ölümünden sonra borazan çalan Prew, sonra “Şişko” Judson’la bıçaklı kavga ediyor ve onu öldürüyor. Bu dramlar yaşanırken o an geliyor. Japonlar, Pearl Harbor’u uçaklarla bombalamaya başlıyorlar. Tarih, 7 Aralık 1941… Trajedilerin ve ayrılmaların yaşandığı filmin sonunda gemide, Karen ve Lorene’in konuşmaları insanları etkiliyor. Elbette Amerika, bu saldırının ardından savaşa girmek için bir neden yaratmış oldu. Amerika savaşa girmeseydi, savaşın sonu ne olurdu? Naziler ve İtalyan faşistleri mağlubiyete uğratılabilir miydi?

(13 Ocak 2013)

Ali Erden

[email protected]

Paradoks Film Dergi Yayında

Felsefeci, sinemacı, yazar Metin Gönen tarafından kurulan Paradoks Film Dergi yayına başladı. Dergi, sinemayı bir sanat olarak ele alıp, filmleri kendi sinematografik operasyonlarıyla özgün sinema-fikirler yaratarak düşündüğü varsayımıyla değerlendiriyor, sinemayı sanatın evrenselliği ve zaman dışı sonsuz varoluşu çerçevesinde eserlerle birlikte düşünme çalışması olarak ele alıyor. Dergi, her sayısında belli bir konuyu sinemayla birlikte işlemek için, sinema tarihinden belli filmleri fikirsel bir mercek altında güncelleyip inceleyen sinematografik-felsefi bir çalışma olarak dikkat çekiyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Film Dergi Yayında yazısına devam et
  • Arka Pencere Dergisi’nin 2012 Soruşturmasından da Aşk Çıktı

    Her Cuma yayımlanan haftalık online film kültürü dergisi Arka Pencere Dergisi, 04 – 10 Ocak 2013 tarihlerini kapsayan 167. sayısında, derginin 32 yazarının oylarıyla yılın en iyi 11 filmini belirledi. Yılın en iyi 11 filmi, aldığı oy adedine göre Aşk (Amour), Utanç (Shame), Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need To Talk About Kevin), The Master, Sürücü (Drive), Faust, Tepenin Ardı, Moonrise Kingdom, Tinker Tailor Soldier Spy: Köstebek, Artist (The Artist) ve Anna Karenina’dan oluşuyor. Listenin başındaki Michael Haneke’nin Aşk’ının başrollerini Jean Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva paylaşıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi’nin 2012 Soruşturmasından da Aşk Çıktı yazısına devam et
  • Jennifer Lawrence, Klak Sinema Programı’nda

    Bugün TV, Klak Sinema Programı’nda yeni yılın ilk filmleri inceleniyor. Cem Yılmaz’ın stand-up show gösterileri beyazperdeye taşındı, CM101MMXI Fundamentals; 2013 Oscarlarında adını çok sık duyacağınız bir film, Umut Işığım; Nicole Kidman ve Nicolas Cage, zor durumda, Yakın Tehdit; 2012’nin en büyüleyici filmi Pi’nin Yaşamı usta yönetmeni Ang Lee’nin anlatımıyla Klak Arkası’nda sizi bekliyor. Henüz 22 yaşında ve Hollywood’un yeni gözdesi Jennifer Lawrence özel dosyası Klak Haber’de. Haftanın en çok izlenen filmleri ve çok daha fazlası Klak’ta sizleri bekliyor. Klak, 05 Ocak Cumartesi 13:20’de Bugün TV ekranında.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Jennifer Lawrence, Klak Sinema Programı’nda yazısına devam et
  • Şenay Yüzbaşıoğlu’nu Kaybettik

    1970’li yılların ünlü şarkıcılarından Şenay Yüzbaşıoğlu, 04 Ocak 2013 Cuma günü hayatını kaybetti. Sanatçı, şarkısından isim alan, Tarık Akan ve Hülya Koçyiğit’in başrollerini paylaştığı Sev Kardeşim adlı filmin müziklerini yaptı. Yüzbaşıoğlu’nun bir diğer ünlü şarkısınından isim alan Hayat Bayram Olsa adlı filmin başrollerinde ise Kadir İnanır ile Hülya Koçyiğit oynadı. Cenazesi, 05 Ocak Cumartesi günü Dolmabahçe Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Ayazağa Mezarlığı’na defnedilecek olan merhumeye tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Şenay Yüzbaşıoğlu’nu Kaybettik yazısına devam et
  • Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Uzun Hikaye’ye Ödül

    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “aile birliğinin oluşumunun sadece maddi değil, sevgi, sadakat gibi duygularla desteklendiğinde daha güçlü sağlanabileceği yönünde olumlu algılar oluşturması” nedeniyle, Osman Sınav’ın yönettiği, Kenan İmirzalıoğlu, Tuğçe Kazaz ve Güven Kıraç’ın başrollerini paylaştığı Uzun Hikaye filmini Aile Büyük Ödülü’ne layık buldu. Mustafa Kutlu’nun eserinden, Yiğit Güralp’ın senaryolaştırdığı, Sinegraf Film yapımı Uzun Hikaye, vizyondaki 12. haftasında sinemaseverlerden ilgi görmeye devam ediyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Uzun Hikaye’ye Ödül yazısına devam et
  • Altmışlık Delikanlı Zor Durumda

    New York’lu genç yönetmen Nicholas Jarecki’nin bizde ‘Entrika’ adıyla gösterime giren ilk uzun metrajlı filminin özgün adı ‘Arbitrage’. Dilimizde ‘arbitraj’ olarak kullanılan bu finans deyimi, para, kıymetli maden, tahvil ve hisse senedi gibi menkûl değerlerin alım satımı yoluyla farklı piyasalarda oluşan fiyat farklarından yararlanarak kazanç elde etme işlemine verilen ad.

    Jarecki’nin özgün senaryosundan sinemaya aktarılan film, kurt iş adamı Robert Miller’ın zor günleri üzerine. 50’li yıllarda orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Miller, piyasa şartlarını çok iyi değerlendirmiş ve kendi adıyla anılan dev finans şirketini zirveye taşımayı bilmiştir. 60. yaş gününü kutlamaya hazırlanmaktadır ve ekonomi dünyasında işler hiç de yolunda değildir. Konut piyasasında daha önce şahit olunmamış bir yükselişin tam ortasında patlak vermiş olan son mali kriz, büyük risk almış tüm yatırım şirketleri gibi Miller Capital’i de olumsuz etkilemiştir. Deneyimli iş adamının yatırım firması, bakır arbitrajından 412 milyon dolar içeri girmiş ancak muhasebe kayıtlarıyla oynamak suretiyle zarar şimdilik kaydıyla hasıraltı etmiştir. Bu açığı kapatmanın yolu ise şirketin hakim hisselerini büyük bir kamu bankasına satmaktan geçmektedir. İlerlemiş yaşına rağmen dinç ve dimdik görünümüyle zor günleri karşılamaya hazırdır Miller. Ancak aklını başından alan bir gönül macerası ve sonrasındaki talihsiz kaza işleri çıkmaza sokacaktır.

    Jarecki’nin yaşadığı şehir New York’u eksen alan öyküsü güncel çağrışımlarıyla ilgi uyandırıyor. Piyasadaki kısıtlı para üzerine yapılan kıyasıya rekabet, ekonomide alınan büyük riskler ve patlayan balonlar üzerine ilginç bir gözlem sunuyor. Üst Batı Yakası’ndaki malikanelerinde sefa süren kendini işine ve ailesine adamış hayırsever piyasa aktörlerinin maske ardına gizlenmiş gerçek yüzleri sergileniyor.

    Emektar Susan Sarandon ile Tim Roth, Fransız Laetitia Casta, 11. Filmekimi’nin ilginç filmlerinden ‘Başka Bir Dünya / Another Earth’de izlediğimiz Brit Marling gibi isimlerin yer aldığı parlak oyuncu kadrosunun esas yıldızı ise kuşkusuz Miller rolündeki Richard Gere. Deneyimli oyuncu Altın Küre adayı kompozisyonunda izlenmeyi hak ediyor.

    (11 Ocak 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]

    İstanbul Kısa Filmciler Derneği’nden Yaratıcı Yazarlık, Senaryo ve Kısa Film Öyküsü Yazma Seminerleri

    İstanbul Kısa Filmciler Derneği, 12 – 13 Ocak tarihlerinde başlamak üzere Cumartesi ve Pazar günleri 11.00 ve 14.00 saatleri arasında Yaratıcı Yazarlık, Senaryo ve Kısa Film Öyküsü Yazma Seminerleri düzenliyor. Kotası 15 kişi ile sınırlı olan seminerlerin herkese açık olduğu belirtiliyor. Oktay Güzeloğlu, Orkide Ünsür, Haşmet Zeybek, Emrah Dönmez ve Aydın Bağardı tarafından “Gazeteci Erol Dernek Sokak, Kat: 2, Beyoğlu, İstanbul” adresindeki Sinemaevi Ders Salonu’nda verilecek olan seminerlerin haftalık ders ücreti sivil / öğrenci 40 TL olarak belirlendi.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Kısa Filmciler Derneği’nden Yaratıcı Yazarlık, Senaryo ve Kısa Film Öyküsü Yazma Seminerleri yazısına devam et
  • Dünyanın Sonu Üzerine Fantastik Bir Deneme

    ‘Düşler Diyarı’ ya da özgün adıyla ‘Vahşi Güneyin Canavarları (Beasts of the Southern Wild)’, 2012 yılının en dikkate değer çalışmalarından, mucizelerinden biri. Kotarılışından, gerçekçi sinemayla fantezi dünyasını ustalıkla harmanlayan anlatım biçimine, her anlamda bir mucize.

    New York doğumlu yönetmen Benh Zeitlin’in bu ilk filmi, yılın başında Sundance Film Festivali’ndeki ilk gösteriminde büyük ilgi görmüş, daha sonra Cannes Film Şenliği’nde ilk filmlere verilen ‘Altın Kamera’ ile ödüllendirilmişti.

    Zeitlin bizleri altı yaşındaki Hushpuppy (bizde cimcime olarak çevrilmiş) ve babasının küçük bir toplulukla birlikte yaşadığı Louisiana’da Bathtub adlı yöreye götürüyor. Bölgenin dilimizde küvet anlamına gelen isminden anlaşılacağı üzere yaşamın suyla iç içe sürdüğü bir dünyadır burası. Su tüm canlılar için hayattır, elle tutulan ve hep birlikte paylaşılan balıklar başlıca besin kaynağıdır. Bathtub sakini bir avuç insan ırk, cinsiyet ayırımı gözetmeksizin doğanın kucağında bir komün hayatı yaşarlar. Ancak yaşamları tehdit altındadır. Deniz seviyesi gittikçe yükselmektedir. Çevredeki sanayi bölgesi bu nedenle yüksek setlerle koruma altına alınmıştır. Günün birinde korkulan olur. Bathtub sular altında kalır. Tuzlu su ağaç köklerini kurutur. Hayvanlar beslenemez ölür. Suyun çekilmesi ve evleriyle yaşam alanlarının kurtulabilmesı için bölge sakinlerinin sanayi bölgesini koruyan setleri havaya uçurmaktan başka çaresi kalmamıştır.

    Lucy Alibar’ın ‘Juicy and Delicious’ adlı oyunundan uyarlanan ‘Düşler Diyarı’, son dönemde gerçek anlamda bağımsız sayılabilecek sayılı çabalardan biri. 2006’dan beri New Orleans’da yaşayan ve bölgenin tutkunu olan Zeitlin, Güney Louisiana’daki bataklık bölgelerindeki hayatla ilgili izlenimlerinden yola çıkmış. New Orleans vahşi doğanın göbeğinde, her an felâket korkusuyla yaşanan bir yer. Hatırlanacağı üzere son dönemin en büyük afeti Katrina kasırgasından en fazla etkilenen bölge olmuştu.

    Zeitlin’in filminde yörenin yerlileri çalışmış. Film neredeyse imece usulü çekilmiş. Katrina afetini bizzat yaşamış başrollerdeki baba kızı canlandıran ve daha önce deneyimi olmamış Dwight Henry ve küçük Quvenzhané Wallis’in bu ilk oyunculuk denemeleri. Film bu açıdan bir belgesel, bir cinema verite (gerçekçi sinema) üslûbuyla yola çıkıyor. Bölge yerlilerinin yaşam kavgası politik bir mücadeleye dönüşüyor. Dünyası yok olan Hushpuppy cephesinde ise şaşkınlık hakim. Küçük kız buna anlam veremiyor. Yaşanan kâbusun bir nedeni olsa gerek. İşte film bu noktada küçük kızın dünyanın sonu üzerine düşlerinden beslenen fantastik bir masala dönüşüyor. Ve Zeitlin’in gerçekçi politik öğelerle fantastik unsurları ustaca harmanlanması filmi unutulmaz kılıyor. ‘Düşler Diyarı’ küresel iklim değişikliğinin dünyamızı tehdit ettiği gerçeğinden beslenen şiirsel bir fantezi. Kaçırılmaması gereken filmlerden.

    Not: Yeni aldığımız habere göre ‘Düşler Diyarı’ En İyi Film, Yönetmen, Kadın Oyuncu (minik Hushpuppy) ve Uyarlama Senaryo gibi 4 önemli dalda Oscar’a aday gösterilmiş. Akademi üyelerinin bağımsız sinemaya verdiği desteği kutluyoruz.

    (11 Ocak 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]

    Kanunsuzluğun Kanun Olduğu Yıllar

    Western türünü yenileyen ‘Kanlı Teklif / The Proposition’ filmiyle hayranlığımızı kazanan Avustralyalı yönetmen John Hillcoat’un 2012 Cannes Film Şenliği yarışmalı bölümünde yer almış son filmi ‘Kanunsuzlar / Lawless’, türün ilgiye değer bir yeni örneği.

    Hillcoat’un 2005 yapımı ‘Kanlı Teklif’i İngiliz yönetimi altındaki 19.yüzyıl sonları Avustralya’sının çorak ve zalim topraklarında geçen şiddet yüklü bir tragedyadır. Kendisi gibi Avustralyalı olan çok yönlü sanatçı (rock müzisyeni, besteci, roman yazarı, oyuncu) Nick Cave’in George Borrow alıntılı şiirsel senaryosu, Fransız Benoit Delhomme’un mükemmel görüntü çalışmasıyla yakın yılların en iyi western çalışmalarından birisidir.

    Hillcoat son filminde yine aynı ekiple çalışmış. Cave’in senaryosu bu kez gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Mekân bu defa ABD toprakları. 1931 yılındayız ve içki yasağı yasası çıkalı on yılı geçmiş olduğu halde, yasa ABD’nin birçok bölgesinde işlememektedir. Öykümüzün geçtiği Virginia’nın Franklin kasabasında istisnasız herkes kaçak içki işindedir. Yörenin en ‘ıslak’ kasabası olarak anılan Franklin’de hemen her şeyden kaçak viski yapılır. Turp, balkabağı, böğürtlen, mısır unu hatta kına kına ağacının bitkisinden bile. Tepelerde yanan kazanlarda viskinin her çeşidi imâl edilir ve bunlar kamyon sevkiyatıyla Chicago’ya ve yakın şehir merkezlerine gönderilir. Şehirlerde ise adı efsaneye çıkmış Al Capone, Tommy Maloy ya da çılgın köpek Floyd Banner gibi gangsterlerce dağıtımı yapılır. Yasa uygulayıcısı kanun adamları da işin içindedir. Avantalarını alır görmezden gelirler, gangster takımı kendi yasalarını uygular. Kısacası kanunsuzluğun kanun olduğu yıllardır bunlar.

    Franklin kasabasında da işler bu minval üzerinde yürümektedir. Ta ki eyalet baş savcı yardımcısı Charlie Rakes kasabadaki kaçak viski imalâtından savcılık haracı isteyinceye kadar. Şerifin ‘birşeylerin düzgün gitmesi için çarkı yağlamak gerekir’ şeklindeki uyarısı doğrultusunda kasabalılar bu isteğe çaresiz boyun eğer. Aile geleneğini sürdüren kasabanın eskilerinden Bondurant kardeşler dışında. Onlar kimseye boyun eğmezler. Onları kimsenin, hiçbir şeyin öldüremeyeceğine dair türemiş anlı şanlı efsaneleri vardır. Birinci Dünya Savaşı’nda en büyük kardeş Howard’ın taburu denize uçup yokolurken bir tek o sağ kurtulmuştur. Aynı yıl İspanyol gribi tüm kasabayı vurduğunda, hastalığın bulaştığı ortanca kardeş Forrest’e hiçbir şey olmamıştır. Bizim Keşanlı Ali’ninkine benzer bu efsaneye kasaba halkı denli kendileri de inanmışlardır. Otoriteye karşı duruşları da bundandır. Bundan sonrası ise Bondurant kardeşlerin kanunsuz kanun adamlarıyla mücadelesi üzerinden gelişecektir. John Hillcoat’un son filmi, zaman mekân birliği kuralına uygun önceki tragedyası ‘Kanlı Teklif’ ayarında olmasa da ilgiyle izlenen bir çalışma. Değişmez görüntü yönetmeni Delhomme bu kez Virginia kırsalından olağanüstü görüntüler yakalamış. ‘Kanlı Teklif’in vicdan sahibi haydudu Guy Pearce ise bu defa, dağ çocuklarına haddini bildirmeye kararlı sadist savcı yardımcısında döktürüyor.

    (11 Ocak 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]

    Umut Işığım Yarın Vizyonda

    Başrollerini Bradley Cooper, Jennifer Lawrence ve Robert De Niro’nun paylaştığı tüm dünyanın merakla beklediği film Umut Işığım, yarın (04 Ocak 2013) Türkiye’de vizyona giriyor. Umut Işığım (Silver Linings Playbook), Toronto Film Festivali, Hollywood Film Ödülleri ve Los Angeles Film Eleştirmenleri Ödülleri’ndeki başarısının ardından Oscar’ın en önemli göstergesi olarak görülen Altın Küre’ye 4 dalda aday oldu. Yönetmenliğini David O. Russell’in yaptığı ve başrol oyuncularının da birçok ödül aldığı film, hayatlarında kötü bir dönem geçiren komşuların tanışmasıyla, yaşamlarında yeni bir döneme geçişlerini konu alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Dünyada Onca Yoksulluk Var

    Düşler Diyarı (Beasts of the Southern Wild)
    Yönetmen: Benh Zeitlin
    Oyun: Lucy Alibar
    Senaryo: Lucy Alibar-Benh Zeitlin
    Müzik: Dan Romer-Benh Zeitlin
    Görüntü: Ben Richardson
    Oyuncular: Quvenzhané Wallis (Cimcime), Dwight Henry (Wink), Levy Easterly (Jean Battiste), Lowell Landes (Walrus), Pamela Harper (Küçük Jo), Gina Montana (Bayan Bathsheba)
    Yapım: Fox Searchlight (2012)

    Amerikalı yönetmen Benh Zeitlin, “Düşler Diyarı” filmini Lucy Alibar’ın oyunundan beyazperdeye aktardı. Bu filmde, iklimi değişen dünyada yoksulların daha yoksul olacağını keşfediyorsunuz. Zenginler, yoksullarla aralarına yüksek setler örüyorlar.

    Louisiana… Bu film, bataklıklı kol (bayou) denilen bölgede tecrit edilmiş insanların, yoksullukla ve küresel iklim değişikliğiyle hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu yoksul insanlar, sanki tarih öncesi devirlerde yaşıyorlar. İlkel bir topluluk gibi. Atalarımız gibi avcı-toplayıcı gibiler. Şehirle bataklık bölgesini ayıran set var. Fırtına koptuğunda ve aşırı yağmur yağdığında kapaklar açılıyor, sular bataklıklı kola geliyor. Buranın sakinleri yoksullar bataklıklı kola “leğen” diyorlar. Kasırga ve yağmurun üstüne şehirden gelen su leğende sele neden oluyor. Derme çatma evler yıkılıyor, sular yükseliyor ve yiyecek bulunmuyor. Bunca yokluğun üzerine açlık da biniyor. 2012 yapımı “Beasts of the Southern Wild-Düşler Diyarı” filmine fantastik, hatta bilimkurgu bile diyebilirsiniz. Küresel ısınma bu kadar hızlı dünyayı kuşatınca bu filmde gördükleriniz uzakta değil. Evet, yine kaybeden yoksullar. Yiyecek, su ve barınma en büyük sorun olacak. Bu filmdeki gibi. Kutuplarda buzlar eriyor ve sular yükseliyor. Deniz suları verimli toprakları öldürüyor. Hatta erozyon çoğalıyor.

    Cimcime’nin gözleriyle…

    Filmi Cimcime’nin gözleriyle ve düşleriyle izliyorsunuz. Cimcime, İngilizcesiyle Hushpuppy. Babasıyla yaşayan altı yaşlarında nadir bulunan inci tanesi gibi. Annesine ne olduğunu tam bilmiyoruz. Babası ona, annesini anlatıyor arada bir. Cimcime’nin annesi öyle güzelmiş ki, rüzgârıyla ocağı yakıyormuş, bir bakışıyla tenceredeki suyu kaynatıyormuş, timsahı korkmadan öldürüp pişiriyormuş. Cimcime, filmin bir yerinde leğenin sakini kız çocuklarıyla okyanusta yüzerler, tekne onları alır ve yüzer eve götürür. Orada annesine benzeyen bir kadını gören Cimcime, babasının annesi için anlattığı hikâyenin içine düşüveriyor. Cimcime’yle ilk hayvanlarla iletişim kurarken tanışıyor seyirci. Babasının barakasının biraz ötesindeki barakada kalan Cimcime, babasının pişirdiği tavuklarla karnını doyuruyor. Okulda, diğer çocuklarla Bayan Bathsheba’nın derslerinde küresel ısınma, neolitik devir ve öncesini öğreniyor. Cimcime, mağarada yaşayan atalarımız gibi resimler çiziyor hep. Yüzbinlerce yıl sonra insanların Cimcime’yi hatırlamaları için. Kendi domuzlarını da düşlerinde devasa Avrupa bizonu gibi hayal ediyor. Film, gerçeklikle Cimcime’nin düşlerini iç içe geçiriyor. Cimcime öyle küçük ki. Karnı doyduğunda mutluluğun sıcaklığı perdeden seyircilere doğru esiveriyor. Leğenin sakinleri, bataklıkta tutulmuş kabuklu deniz ürünlerini de çiğ çiğ yiyorlar. Ateş olmasına rağmen. Filmde, dayanışma duygusunun insanlık tarihinde ne kadar önemli olduğunu fark edeceksiniz belki. Biz homo sapiensler (akıllı insan) beraber olunca bu zamana kadar geldik. Avrupa’daki yakın akrabamız neandertal insanı, topluluk ve dayanışma oluşturamadığı için 40 bin yıl önce dünyadan silinmişlerdi.

    FBI acımaz…

    “Düşler Diyarı” filmindeki yoksulluğa çok az filmde tanık olmuşsunuzdur. Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en sosyalist filmi, William Wyler ustanın 1937’de MGM’e yaptığı siyah-beyaz “Dead End-Çıkmaz Sokak” filmiydi. 1990’ların sonuna kadar FBI’ın gözü “kızıl komünist” olarak değerlendirilen bu filmin üzerindeydi. Michael Curtiz’in Warner Bros’a çektiği “kızıl komünist” görülen 1935’teki yoksul madencilerin dramını anlatan “Black Fury-Kara Öfke” filmi de var FBI’ın hışmından kurtulamayan. Biz de de Yılmaz Güney ustanın 1970 yapımı siyah-beyaz “Umut” filmi hatırlanabilir. Dünyada onca yoksulluk var işte. “Düşler Diyarı”, Lucy Alibar’ın “Juicy and Delicious” (Sulu ve Lezzetli) piyesinden uyarlanmış. Senaryoyu da Alibar’la beraber yönetmen Benh Zeitlin yazmış. 1982 New York doğumlu yönetmen Zeitlin, kısa filmlerin ardından ilk uzun filmini “Düşler Diyarı” filmiyle gerçekleştirmiş. Yönetmen müziğin kıyılarında da dolaşıyor. Zeitlin bu filmiyle 65. Cannes Film Festivali’nde “Camera d’Or-Altın Kamera” ve FIPRESCI ödüllerini de kazandı. Yönetmen filminde çoğunlukla hafif el kamerası kullanmış ve öfkeli fotoğraflar oluşturabilmiş. Yönetmenin kamerası 16 mm. 2003 Louisiana doğumlu Quvenzhané Wallis, filmde altı yaşlarında bir kızı canlandırmış. Cimcime’nin babası Wink’i oynayan Dwight Henry, kariyerine 2012’de TV dizilerinde başlamış. Aslında bu filmde çalışan birçok insan için “Düşler Diyarı” ilk uzun metrajlı film.

    (10 Ocak 2013)

    Ali Erden

    [email protected]

    Bursa Kadın Filmleri Festivali Yayınları

    Bursa Kadın Filmleri Festivali Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni eklenenler:
    5. Bursa Kadın Filmleri Festivali (Broşür 1),
    5. Bursa Kadın Filmleri Festivali (Broşür 2),
    5. Bursa Kadın Filmleri Festivali (Broşür 3),
    2. Bursa Kadın Filmleri Festivali (Broşür).
    Bursa Kadın Filmleri Festivali Yayınları yazısına devam et

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu