Drakula Efsanesine Alternatif Başlangıç

İrlandalı yazar Bram Stoker’ın klâsikleşmiş gotik romanına ilham kaynağı olan vampir miti sinemanın ve popüler kültürün gündeminden düşmüyor. 1897 yılında ilk kez yayımlanan ‘Drakula’nın baskısı hiç tükenmemiş ve gerek edebiyatta gerekse sinemada bir altkültür yaratmıştır. Drakula’nın beyazperdeyle ilk flörtü Wilhelm Murnau’nun 1922 tarihli ‘Vampir Nosferatu’ filmiyle başlar. Etkileyiciliğini hiç kaybetmemiş bu sessiz klâsik, Alman dışavurumcu sinemanın paha biçilmez hazinelerindendir. Bu parlak başlangıcın ardından önce Hollywood’a daha sonra farklı diyarlara uğrayan karanlıklar prensi, rahmetli Atıf Kaptan’ın personasında 1953 yapımı Mehmet Muhtar filmi ‘Drakula İstanbul’da’ ile ülkemiz sinemasını da ziyaret etmiştir. Ellili yılların sonlarından başlayarak korku filmleriyle marka olmuş İngiliz kökenli Hammer Films’in kotardığı Kont Drakula filmleri birkaç kuşağın korkulu düşlerini işgal edecek, vampirlerin şahını canlandıran Christopher Lee’yi yıldız mertebesine yükseltecektir.

Bram Stoker’ın İngiliz gezgin Emily Gerard’ın Transilvanya folkloruna ilişkin çalışmalarından esinlenerek kurguladığı rivayet edilen romanı, yazıldığı Viktoryen döneminin bastırılmış kadın cinselliğinin hapsedildiği yerden kurtularak baskıcı toplumu cezalandırmasının metaforu olarak okunagelmiştir. Nitekim bu noktadan hareketle yola çıkan Paul Morrissey’in ünlü camp’i ‘Blood for Dracula’ (1973), Werner Herzog’un 1979 yapımı çağdaş Nosferatu uyarlaması ve nihayet Francis Ford Coppola’nın barok fantezisi ‘Bram Stoker’s Dracula’ (1992) eserin kadın cinselliğini özgürleştiren özgün temasını ön plâna çıkarmıştır.

Coppola’nın filmi jenerik öncesi giriş bölümünde gölge oyunu marifetiyle efsanevi kontun tarihsel bağlarını seyirciye aktarmayı dener. Karanlıklar prensinin yeni gösterime giren taze hikâyesi ‘Drakula: Başlangıç / Dracula: Untold’ Coppola’nın bu prologundan yola çıkarak oluşturmuş hikâyesini. Vampirlerin dünyası, efsaneye ilham veren batıl inançlar ya da bastırılmış cinsellik gibi temaların ötesinde Stoker’ın tarihi esin kaynağı Eflak prensi Vlad Tepeş ya da bizde bilinen adıyla Kazıklı Voyvoda’nın kurgusal serüvenini anlatan bir film bu. Asırlar boyu Avrupa ve Asya imparatorluklarının saldırıları arasında sıkışıp kalmış (günümüz Romanya’sının sınırları içinde yer alan) huzursuz Eflak ülkesinin bir kahramanı olarak ele almış efsanevi kişiliği. Osmanlı’nın Eflak beyliği ile ilişkisini tarihsel açıdan yeniden kurgulamış, tarihi adeta yeni baştan yazma fantezisine girişmiş. Osmanlının elinde devşirme olarak savaş meydanlarında çocukluğunu ve ilk gençliğini tüketmiş olan prens Vlad yıllar sonra ata yurduna dönerek huzur ve barışı sağlamıştır. Lakin Osmanlı tehdidi devam etmektedir. Çocukluk arkadaşı Fatih Sultan Mehmet’in aralarında kendi oğlunun da olduğu 12 yaşından büyük erkek çocukları savaşçı olarak yetiştirilmek üzere yeniçeri ocağına teslim etmesi talebi onu çılgına çevirir. Tepelerde bir mağarada izini bulduğu şeytanın elçisiyle Faustvari bir pazarlığa oturur. Ruhunu karanlık güçlere teslim edecek ancak karşılığında ulusunu ve ailesini kurtaracak üstün güçlere kavuşacaktır.

Süper kahramanların üç boyutlu alemde döne döne savaştığı son dönem Hollywood aksiyonlarının, vampir hikâyelerinin büyük ilgi gördüğü bir gündemde Drakula’nın kapısını çalması bekleniyordu. Universal stüdyolarının Alex Proyas ile işbirliği içinde ta 2007’den beri Drakula: Sıfır Yılı adlı bir projeye hazırlandığını biliyorduk. Kısmet taze yönetmen Gary Shore’unmuş. İrlandalı genç sinemacı 1950’li yılların bilim kurgu hikâyelerine öykünen siyah beyaz kısa filmi ‘The Draft’ ile dikkatleri çekmiş ve Hollywood’da ilk işini almış bu sayede.

Kuzey İrlanda’da çekilmiş olan ‘Drakula: Başlangıç’ Gary Shore adına başarılı bir ilk deneme. Aksiyon sinemasının bildik klişelerini yerli yerinde kullanmış, bir avuç vampirin Osmanlı ordusunu bozguna uğrattığı ya da prens Vlad ile Fatih’in gümüş paraların gözalıcı ışığında düello sahneleri gibi etkileyici bölümlerden yüzünün akıyla çıkmış. Kazıklı Voyvoda rivayet edildiğinden farklı olarak daha insaflı, günümüz Romanya’sında ifade edildiği üzere halkını kurtarmak için şeytanla işbirliği yaparak kendini feda eden bir halk kahramanı olarak sunulmuş. Son dönemin karizmatik oyuncularından Galli Luke Evans ‘Titan’ların Savaşı’nın Apollo’su, ‘Üç Silahşörler’in Artemis’i ve son Hobbit serisinin Bard’ının ardından prens Vlad rolüyle parlıyor. Evans’ın Stephen Frears filmi ‘Tamara Drewe’da (2010) rakip aşıkları oynadıkları Dominic Cooper’ın Fatih’i, emektar İngiliz oyuncu Charles Dance’in görmüş geçirmiş usta vampiri canlandırdığı filmin sürpriz finali, hınzır bir devam filmini müjdeliyor gibi.

(05 Ekim 2014)

Ferhan Baran

[email protected]