Türkçe’nin sevdalısı Nâzım Hikmet’in 1941’de girdiği Bursa Cezaevi’ndeki günleri beyazperdeye aktarıldı. Yönetmeni, Ayın Karanlık Yüzü (2005) ve Kayıkçı (1999) filmlerinden tanıdığımız yapımcı ve yönetmen Biket İlhan. Filmin senaristi, Biket İlhan’ın yönettiği bu filmlerin de senaristi olan Metin Belgin, Mavi Gözlü Dev filminin senaryosunu 4 yılı aşan sürede yazılı kaynaklardan yararlanarak ve sekiz kez sil baştan yaparak gerçekleştirmiş.
Başarılı bir oyunculuk…
Dünya sinema tarihinde Nâzım Hikmet’i konu olan ilk sinema filmi olma özelliği taşıyan filmde, Nâzım Hikmet’i, Çağan Irmak’ın yönettiği Babam ve Oğlum filmindeki “amca” rolüyle unutulmaz bir performans gösteren Yetkin Dikinciler canlandırıyor. Derya Ergün ve ekibinin usta makyajıyla Yetkin Dikinciler’in yüzü şaire benzetilmiş.
Piraye’yi ise, daha çok Cumhuriyet filmindeki (Ziya Öztan, 1998) Latife Hanım rolüyle hatırladığım Dolunay Soysert canlandırıyor. Soysert’in buğulu bakışları ve tutkulu oyunculuğunun tarihi filmlere çok yakıştığını düşündürtüyor izleyiciye.
Filmde, Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ı Suna Keskin, Münevver’i Özge Özberk, İbrahim Balaban’ı Ferit Kaya, Cezaevi Müdür Tahsin bey’i Uğur Polat ve Orhan Kemal’i ise Rıza Sönmez canlandırıyorlar.
Konusuna dair…
Türkçe’nin büyük şairi Nâzım Hikmet, “Komünizm” propagandası yaptığı gerekçesiyle 1941 yılında Bursa Cezaevi’ne gönderilir. Şairin ünü, cezaevinde kulaktan kulağa tüm mahkûmlar tarafından duyulur, şair bir efsaneye dönüşür. Cezaevindeki mahkûmlardan İbrahim Balaban ve Raşit, şairin odasına desen çizeceği aynaları taşırlar. Raşit, cezaevinden çıktıktan sonra Orhan Kemal adıyla 72. Koğuş adlı eserini kaleme alacaktır. Balaban içeride, “şair baba”sının yanında ressamlığı ilerletir. Mahkûmların portresini yapan Nâzım’ın tek düşündüğü sevgili eşi Piraye ve çocuklarıdır. 2. Dünya Savaşı’nın sıkıntılı günleri ve sefaleti tırmanırken; Nâzım Hikmet, kendi hakkında verilen mahkûmiyet kararının temyizden döneceği ümidini taşımaktadır. Çünkü, o sadece Türkçe’nin şairidir, başka bir suç işlememiştir. Ancak çok geçmeden Cezaevi Müdürü Tahsin Bey’den kötü haberi alır. Hakkında verilen 28 yıl hapis cezası onaylanmıştır. Bu karardan sonra şairin tek düşüncesi, cezaevinde çürümemektir.
Açlıktan ölenlerin çoğaldığı o savaş günlerinde, tahliye olan bir mahkûmdan aldığı ve mahkûmlarla birlikte ortak olarak işlettikleri dokuma tezgâhı sayesinde karısına para yollayan şairin son umudu dayısı Ali Fuat Paşa’dır. Celile Hanım oğlunu kurtarmanın yollarını aramaktadır.
Çaresizlik ve yalnızlık içinde günlerini geçiren Nâzım Hikmet’i Ekim 1948’de, dayı kızı Münevver ziyaret eder. Nâzım yeni bir sevdanın coşkusuna kapılır. İki aşk arasında bocalar. 10 yıldır hapistedir, artık tükenme noktasındadır, yaşamına son vermeyi tasarlamıştır. Nâzım Hikmet, 12 yıl kaldığı Bursa Cezaevi’nde çıkar çıkmaz ülkeden ayrılır.
“Bugün pazar, ilk defa güneşe çıkardılar beni”
Şairin dizeleriyle süslenen diyaloglarla, Mavi Gözlü Dev, adeta şairin sesinden izleyiciye şiir dinletisi sunuyor. Nâzım Hikmet’in, şairlik dışında resme olan ilgisini de gösteren film, Bursa Cezaevi’ndeki günleri ile cezaevine girmeden önceki günlerini paralel bir kurgu ile sunuyor. Her ne kadar bu geçişlerde bazen sorunlar olsa da, şairin, şiire, Türk diline, resme, vatanına olan düşkünlüğünü vurgulamayı başarıyor.
Elinde küçük siyah bir not defteri ve kurşun kalemle şiirlerini not eden, kimi zaman kâbustan uyanır uyanmaz ağzından dökülen mısralarını mırıldanan şairin bu dizeleri, onu tanıyan izleyiciye hiç yabancı gelmiyor.
Mavi Gözlü Dev, bildiğimiz Nâzım Hikmet şiirlerinin hangi ortamlarda yazıldığını gösteriyor izleyiciye. Aynı zamanda sinematografik açıdan, seyirci bazen filmin akışında sorunlar hissetse de Nâzım Hikmet’i ilk defa beyazperdede görmek isteyen herkesi kucaklayacak bir film.
(10 Mart 2007)
Asya Çağlar
Ben Nazım Hikmet’e hastayım. Bir yazısını okudum çok sevdim. Bursa cezaevindeki anıları. Bursa cezaevinde birkaç mahkum adalet istiyormuş. Cezaevinde kumar oynatılıp fakir mahkûmların paraları alınıyormuş, bu arkadaşlar karşı çıkınca bunları Bursa cezaevine getirmişler, hücreye koymuşlar. Su istediklerinde kimse vermemiş, sadece Nazım Hikmet onlara su vermiş, o arkadaşlarda Nazım Hikmet’i çok sevmişler. Cezaevi müdürüne “Nazım Hikmet’i bizim koğuşa verin, hiç sorun çıkmayacak” demişler. Müdür de kabûl etmiş, Nazım Hikmet’le birkaç ay aynı koğuşta kalmışlar, can gibi olmuşlar. Nazım Hikmet bunların kitabını yazmış. Hepsini çok sevdim.
Nazım Hikmet’e vatan haini diyorlardı. Öyle söyleyenler vatan hainidir. Nasıl bir insan kaybettiklerini anlayamamışlar. Böyle bir insan bir daha zor gelir. Benim yaşım 17 ama Nazım Hikmet’i çok iyi anlıyorum. Düşündüklerinin aynısını düşünüyorum. Yazdığı bütün kitapları okuyorum. Bu yüzden banada vatan haini denilecekse ben vatan hainiyim.