Büyük ustalardan Martin Scorsese’nin iki biyografik filmi, “Kızgın Boğa” ve “Sıkı Dostlar”, sinemanın önemli yapıtlarından. Bu iki otobiyografik film, estetik olarak da birbirleriyle buluşuyorlar. Başarılı Türkçe dublajlarının, atmosferlerin ortasında dolaşmaya yardım ettiği bu filmler sinema sanatı için de ilham verici.
“Kızgın Boğa…”
Büyük usta Martin Scorsese, 1980 yapımı siyah-beyaz ve renkli “Raging Bull-Kızgın Boğa” filminin nevrotik yüklü atmosferiyle bir kişiliği derinliğine beyazperdeye yansıtıyor. United Artists’in sunduğu filmin senaryosunu Paul Schrader ve Mardik Martin ortak yazmışlar. Film, Joseph Carter ve Peter Savage’ın “Jake La Motta” eserinden uyarlanmış. Doğrudan büyük boksör La Motta’dan da destek alınmış. Ayrıca görsel arşivlerden de yararlanılmış. Bu filmde dönemin müzikleri ve şarkıları kullanılmış. Bu yüzden tema müziği yok. Çarpıcı fotoğraflarıysa usta kameram Michael Chapman yansıtmış. Elbette La Motta’nın içini dışarı çıkartan kurguda, Scorsese’nin kadim dostu Thelma Shoonmaker’ın çabaları olmuş. Filmde 8mm tadı veren renkli anlar da yansıyor. Ayrıca bazı anlarda fotoğraflar da yansıyor. Bu nostaljiyi, yaşanmışlığı fark ettiriyor. Filmde, yerler ve zamanlar yazılarla belirtilmiş gerçeküstücü estetikle.
Scorsese, United Artists’le daha önce 1977 yılında Robert de Niro ve Liza Minnelli’yi oynattığı “New York, New York” müzikal filmini yapmıştı. Scorsese bu stüdyo için, “Hollywood’un en nazik stüdyosu.” demişti. Bu naziklik, 1919’da kurulan United Artists’in köklerinde var. Büyük sinemacılar Charlie Chaplin ve David W. Griffith’ten geliyor bu naziklik. Scosese’nin bu filmi, Akademi’den Robert de Niro’ya “En İyi Erkek Oyuncu” ve Thelma Shoonmaker’a da “En İyi Kurgu” dallarında Oscar getirmişti. Yönetmen, bu filminde babası Charles Scorsese’yi de oynatmış.
Ön jenerikte Jake La Motta (Robert de Niro) ringde tek başına yansıyor. Ön jenerikte sadece filmin adı kırmızı yazılmış. New York, 1964… Gösteri yapığı gece kulübünün kulis odasında şişmanlamış eski boksör Jake, ayna karşısında prova yaparken görünüyor. Sabit kamera tek açıdan yansıtıyor. Puro da içen Jake’in zihninde hep büyük rakibi Sugar Ray Robinson’ın (John Barnes) olduğu fark ediliyor.
Film, 1941 yılına gidiyor. Cleveland… “Bronx Boğa”sı ortasıklet Jake, siyahî boksör Jimmy Reeves’den (Floyd Anderson) ringde dayak yerken hikâye başlıyor. Jake, sanki tepki vermiyor gibi yumruklara. Kamera, köşelerinde oturan iki boksöre doğru kayıyor. Tribünler de karışıyor. Yönetmen, boks anlarında da atmosferin içine alıyor insanı. Onuncu rauntta Jake, Jimmy’yi kroşeyle yere düşürüyor. Hakem sayarken ayağa kalkıyor Jimmy. Sert kroşeleriyle Jimmy’ye öfkeyle yumrukları indiren Jake, hakem kararıyla baygın haldeki Jimmy’ye maçı kaybediyor. Bronx’taki dairede. Jake, sabırla karısı Irma’nın (Lori Anne Flax) pişirdiği bifteği getirmesini bekliyor. Jake öfkeleniyor. Karısı da. Karısının siniri ve mutsuzluğu filmin derinliğinde anlamlaşıyor. Sporcu eşi olmak zor zanaattı. Jake’in kardeşi Joey de (Joe Pesci), Jake’in sokağında, Tommy Como’nun (Nicholas Colasanto) yakınlarında duran Salvy’yle (Frank Vincent) beraber yürürlerken yansıyorlar. Tommy, Jake’in kendisiyle çalışmasını istiyormuş. Joey, daireye geldiğinde öfkeyi görüyor. Kadınlara nazik davranmak gerekmiyor muydu? Jake, ellerinin kadınlar gibi küçük olduğunu söylüyor kardeşine. Sonra da Joey’e kendisine yumruk atmasını istiyor. Yeni maçlar için antrenmanlar da sürüyor. Joey de abisine antrenmanda yardımcı oluyor. Salona Salvy de gelmiş. Jake bundan hoşlanmıyor.
Yaz ayları. Kamera, sağa çevriniyor ve yüksekten havuza atlayan birini gösteriyor. Jake ve Joey de havuzda. Salvy de orada. Biri daha var. Güzeller güzeli ve sarışın Vickie’ye (Cathy Moriarty) gözleri takılıyor Jake’in. Daha 15 yaşındaymış. Joey kızı tanıyormuş ve onunla hiç yatmamış. Kız, Jake’i büyülüyor. Vickie, havuza giriyor. Sanki farklı gözlerin kendisini takip ettiğinin farkındaymış gibi. Gece, Jake’in evinde. Joey de evde. Yine tartışıyorlar. Apartmanın koridorundaki çekimler özeldi. Koridorlar, simgesel anlamda Scorsese filmlerinde değerli yerde. Scorsese, 1976 yapımı “Taxi Driver-Taksi Şoförü” filminde de koridor sahnesini kullanmıştı. Travis’in (Robert de Niro), porno filme götürdüğü Betsy’den (Cybill Shepherd) özür dilemek için ankesörlü telefonla konuşurken, kamera sağa doğru kayıp, sarı tonların kuşattığı koridoru gösteriyordu. Koridor, Travis’i ve Jake’i yalnızlığa doğru gidişlerini simgeliyordu. Yalnızlık birdenbire değil, sinsice kuşatıyordu. Karısına haddini bildirmesini isteyen Joey, Jake’le kilisenin düzenlediği yaz dansına gidiyor. Vickie de Salvy’nin yanında. Salvy ve Vickie ayrılıyorlar oradan. Gündüz, yine havuzdalar. Jake, arabasıyla gelmiş. Joey, Vickie’yi çağırıyor ve Jake’le tanıştırıyor. Jake ve Vickie dolaşmaya çıkıyorlar. Jake, Vickie’ye golf bile öğretiyor. Sonra da Vickie’yi, babasına aldığını söylediği daireye götürüyor. Evde dolaştırıyor ve sonunda kızı yatak odasına götürüyor. Hemen onunla sevişmek istiyor Jake. Ama önce ritüel var. Onun sıcak ve yumuşak dudaklarından öpüyor, ardından beyaz kuğu boynunu okşuyor.
Detroit, 1943… Jake, siyahî boksör Sugar Ray Robinson’a sürekli kroşelerle yüzüne vuruyor. Jake, yumruklarıyla Sugar’ı ringin dışına bile fırlatıyor. On raunt sonunda maçı Jake hakem kararıyla kazanıyor. Sonra Vickie’yle babasının dairesinde buluşuyor. Üstü çıplak Jake yatakta uzanmışken, Vickie de onun yaralarını yumuşak dudaklarıyla öperek bir an önce sevişmek istiyor. Ardından pantolonunu çıkarmasını söylüyor. Jake, Vickie’nin güzelliğine mağlup olmama mücadelesi de veriyor. Jake kampta. Yataktan kalkan Jake, lavaboda sürahideki buzlu suyu dökerek ateşini söndürüyor. Vickie de sevişememenin verdiği acıları yaşıyor. İçindekini dışarı vuramıyor Jake’e karşı. Karşı cinsle olamamak insanın psikolojik dengesini bozabiliyor ama. Aynı yıl yine Sugar’la Detroit’te dövüşüyor Jake. Sol sert yumrukları Sugar’ı yere düşürüyor. Ama maç sonunda hakem kararıyla maçı Sugar kazanıyor. Soyunma odasında Joey öfkesini dışarı çıkartıyor. Sugar askere gidecekmiş. Halkın kahramanı olması için maçı ona vermişler. Herkes gittikten sonra Jake, elini buzlu suya sokuyor.
1944’te New York’ta Zivic’le maçı siyah-beyaz fotoğraflarla olarak yansıyor. Ardından Jake, Vickie ve Joey’in arabayla geziye çıkışları renkli görüntülerle yansıyor. Sonra 1945’te New York’ta Basora’yla da maçı siyah-beyaz fotoğraflarla yansıyor Jake’in. Yine görüntü renkleniyor ve Jake’le Vickie kilisede evleniyorlar. 1945’te New York’taki Kochan’la maçı da siyah-beyaz fotoğraflarla yansıyor. Sonra Jake ve Vickie’nin havuzdaki mutluluğu renkli görüntülerle yansıyor. Ardından Detroit’te 1946’daki maçı yine siyah-beyaz fotoğraflarla yansıdıktan sonra Joey’in Lenore’yle (Theresa Saladana) evliliği renkli olarak görülüyor. 1946’da Şikago’daki Satterfield’la maçı da siyah-beyaz fotoğraflarla yansıyor. Ardından Jake’in Vickie’yi yeni evlerinin önünde kucaklayışı ve arka bahçedeki barbekü partisi renkli yansıyor peş peşe. Jake ve Vickie’nin iki çocukları var. Joey’in de. Sonra 1947’de New York’ta Bell’le maçı siyah-beyaz fotoğraflarla yansıyor. Bu sekans, sinema tarihinin de özel ve yaratıcı sekansıydı. Çok az bir zamanda çok şey anlatabiliyordu Scorsese.
1947, Bronx… Pelham Parkway’deler artık. Jake’in kiloları da artıyor. Şimdi 77 kiloda. Joey de menajerliğini yapıyor Jake’in. Eve Joey ve karısı da gelmiş. Vickie, istemeden Jake’in rakibi Tony Janiro’ya (Kevin Mahon) yakışıklı deyince, Jake’in öfkesi hemen dışarı çıkıveriyor. Asıl zihnini karıştıran “yakışıklı” kelimesi. İçine şüphe düşüyor. Vickie onu aldatıyor muydu? Kıskançlık, öfkeyle beraber tüm ruhunu kaplıyor Jake’in. Gece Copacabana adındaki gece kulübüne gidiyorlar. Tommy ve Salvy de orada. Tommy’nin sağ kolu Charlie de (Charles Scorsese) masada. Vickie, lavabodan dönerken onların masasına gidiyor ve Tommy’yi öpüyor. Bu Jake’i zihninde çıldırtıyor. Sonra Tommy, Jake’i masasına çağırıyor. New York, 1947… Jake, ringde Tony Janiro’nun yüzünü parçalamak ister gibi yumruklarını yüzüne indiriyor. Maçı izleyen Vickie, Jake’in öfkeyle Janiro’nun yüzünde patlayan yumruklarından ürküyor. Jake, hakem kararıyla maçı kazanıyor. Jake, spor salonunda antrenman yaparken altta da hüzünlü tınılar duyuluyor. Gece, Copacabana’da Joey, birden Vickie’yi görüyor. Vickie, Salvy’yle beraber. Joey kavga çıkartıyor orada. Öte tarafta da Jake şüpheler içinde.
Jake ve siyahî boksör Billy Fox (Eddie Mustafa Muhammad), Mario (Mario Gallo) gözetiminde tartılıyorlar. Sonra kamera, spor salonunun koridorunda hızla öne doğru kayıyor. Bu koridorlar çok önemli Scorsese’de. Mario, Jake’e bahislerin iptal edildiğini söylüyor. Şike kokusu alınmış. Fox’la maçında bilerek dayak yiyor Jake. Anlaşmalı maçın ne olduğunu bilmiyor muydu? Kurul, Jake’e şike yaptığı için ceza veriyor. Evde Joey, rol yapmayı gösteriyor Jake’e. Maç anlaşmalı olsa da, anlaşılmaması lâzımdı çünkü. Cezası bittikten sonra Fransa’nın gururu Marcel Cerdan’la (Louis Raftis) maçı var Jake’in Detroit’te. Panolardan yansıyor. Cerdan, Fransız şansonunun büyük şarkıcılarından “Kaldırım Serçesi” Edith Piaf’ın sevgilisiydi.
Evde. Jake, gergin ve öfkeli. Çünkü “Dünya Ortasıklet Şampiyonluğu”nda hayalindeki “Altın Kemer”e ulaşma stresini yaşıyor. Joey, telefonla konuşuyor. Doktor da, Jake’in antrenörüne dikiş atma provası yapıyor. Joey, yemek siparişi vermek istediğindeyse Vickie’nin yemeğini de sorun yapıyor Jake. Bir zaman sonra eve Tommy ve Charlie de geliyor. Jake’i yoklamaya gelmişler. Çok kalmıyorlar. Çıkarlarken, Vickie, Tommy’yi öpüyor. Daha sonra Jake, Vickie’nin Tommy’yle ne işi olabileceğini sorgulamaya başlıyor. Acaba kimlerle yatıyordu? Vickie’ye tokat atıyor kıskançlıkla Jake. Öfkesi en tepeye çıkıyor Jake’in.
Detroit, 1949… “Steadicam” kamera, soyunma odasından çıkan Jake’i geriye kayarak izliyor yanındakilerle. Salona girdiğinde bu defa onları öne kayarak izliyor bu kamera. 15 rauntluk maçta Jake, Cerdan’ı nakavtla yeniyor onuncu rauntta. Bu maç anlarında çarpıcı ve estetik görüntüler perdeyi kuşatıyor. Hayalindeki “Altın Kemeri” de kazanıyor, “Dünya Ortasıklet Şampiyonu” oluyor.
1950 yılı… Bronx, Pelham Parkway’de. Jake, televizyonun görüntüsünü düzeltmeye çabalarken, Joel’le de konuşuyor. Vickie de orada. Jake, gergin ve şüpheler içinde. Jake, Vickie’yi sorguluyor. Salvy’nin, hatta Joey’in de Vickie’yle yatıp yatmadığını da öğrenmek istiyor takıntılı Jake. Hemen Joey gidiyor. Jake, merdivenlerden yukarı çıkıyor. Vickie yatak odasında yatakları toplarken, kafasında yarattığı gerçekliğin gerçek olması için Vickie’yi sıkıştırıyor. Vickie’ye tokat atıyor. Vickie banyoya sığınıyor. Azgın boğa kapıyı kırıyor ve gerçeği öğrenmek istiyor. Bir şeyler öğrendiğini sanan Jake, dışarı çıkıyor ve Joey’in evine gidiyor. Peşinden de Vickie gidiyor. Jake, Joey’le kavga ediyor. Kaybetmesini ve yalnızlığını hızlandırmaya başlıyor bu. Gece, salonda Jake koltukta otururken, televizyonun ekranı hâlâ karlı. Vickie, yatak odasında valizlerini toplarken, Jake geliyor, gitmemesi için yalvarıyor. Bir şans daha istiyor Vickie’den. Yüreği yumuşak Vickie acıyor ona.
Fransız boksör, rövanş için Amerika’ya gelirken, uçağı Atlantik üzerinde düşünce, Jake’in yeni rakibi Fransız Laurent Dauthuille (Johnny Turner) oluyor. 1950, Detroit… 15 rauntluk maçta Jake, Dauthuille’i nakavtla yeniyor. Az zaman sonra, Vickie, Jake’e Joey’i aramasını söylüyor. Vickie, ankesörlü telefondan Joey’in evini arıyor. Jake, telefon ahizesini kulağına götürse de Joey’le konuşamıyor. Joey, arayanın Salvy olduğunu sanıyor ve küfürleri savuruyor.
1950’lerin ortalarında. Jake, en büyük rakibi Sugar’la son maçına çıkıyor gibi. Scorsese bu maçta kamerayı çarpıcı açılara yerleştirmiş ve stilize anlar yakalamış. Köşede Jake otururken, süngerdeki kana karışmış su, Jake’in sırtından aşağı doğru giderken şiddetin ruhuna dokunuluyor sanki. Maçı televizyon da canlı yayımlıyor. Joey de maçı karısıyla beraber evde izliyor. Jake, Sugar yumruklarını indirdikçe, “Hadi, hadi” diye kışkırtıyor. Kamera, yavaşça Jake’e yaklaşıyor. Sugar sürekli yumruk atıyor. Jake, “Beni hiç düşüremedin Ray.” diyor, yumrukları yüzüne yerken. Jake yeniliyor. Kamera, sağa kayıyor ve ipten aşağıya damlayan kanları gösteriyor.
Miami, 1956… Gündüz. Gazeteciler, Jake’in havuzlu, bahçeli evlerine gelmişler. Jake, antrenmanlardan, kiloları korumaktan yorulmuş. Şimdiyse kendi adını taşıyan gece kulübünde tek kişilik gösteriler yapıyor. Jake, Vickie’yle de evleneli 11 yıl olmuş. Hâlâ onu aşağılıyor Jake. Gündüz Jake, gece kulübünde barda kule gibi yaptığı kadehlere içki doldururken, çalışanlarından biri Vicki’nin geldiğini söylüyor. Kuledeki kadehleri dağıtan Jake, dışarıda arabanın içinde kendini bekleyen karısının yanına gidiyor. Vickie, onunla boşanıyormuş ve çocukların velayetini de alıyormuş. Artık yapayalnız Jake. Gece olunca gösterisini sunuyor. Jake’in yerine rüşvetçi savcılar, devlet görevlileri de teşrif ediyorlar. Jake, grotesk mizahla onları küçük düşürebiliyor. Espri zekâsı, boksörlüğü kadar güçlü Jake’in. Sadece takıntılı ve saplantılı biriydi. Gece kulübüne 21 yaşında olduklarını söyleyen iki kız geliyor. Onların dudaklarından öptükten sonra büyük olduklarına inanıyor Jake. Çok geçmeden polis dedektifleri gece kulübüne geliyorlar. Eve gitmeyen, kulüpte kalan Jake, uykulu gözlerle şaşkınlıkla polisleri anlamaya çalışıyor. Kızların fotoğraflarını gösteriyorlar. Kızlar 14 ve 15 yaşlarındaymış. 10 bin dolar kefaletle serbest kalacak Jake’in aklına “Altın Kemeri” geliyor. Eve gittiğinde Vickie biraz tedirgin oluyor. Kemerin elmaslarını çıkartan Jake, değeri düştüğünden parayı denkleştiremiyor. Jake, yapayalnız olduğunu da anlayıveriyor. Kimseden bir şey isteyecek yüzü yok. Jake’i hücreye atıyorlar. Jake, “Neden, neden” diyerek duvara yumruk atıyor, başını duvara vuruyor. Jake, “Herkes bana aptalmışım gibi davranıyorlar. Ben kötü değilim. Ben öyle biri değilim” diyor kendine. Scorsese, John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” eserine gönderme yapmış bu sözlerle. Scorsese, hücredeki anlarda dışavurumcu ışık düzenlemeleri de oluşturmuş.
New York, 1958… Jake, tek kişilik gösterisini küçük bir gece kulübünde sürdürüyor. İnsanlar onunla dalga da geçiyorlar. Bu mekânda şarkı söyleyen Emma’yla (Rita Bennett) beraber gibi. Bir gece iş bittikten sonra eve giderken, gece kulübünün dışında Joey’i görüyor Jake. Bıyık bırakmış Joey, hâlâ kırgın ve ondan bir an önce kurtulup arabasıyla uzaklaşmak istiyor. Artık şimdi daha da yalnız Jake. Öfkesinin, kibrinin kefaretini ödüyor.
Film başa dönüyor. New York, 1964… Jake, gece kulübünün kulis odasında ayna karşısında prova yapıyor. Sabit kamera tek açıdan yansıtıyor. Elia Kazan’ın 1954 yapımı siyah-beyaz “On the Front Water-Rıhtımlar Üstünde” filminde, kendi gibi eski boksör olan Terry’nin (Marlon Brando), abisi Charley (Rod Steiger) ve bir sendikacıyla arabadaki anını anlatıyor Jake. O da, Terry de şike olayına karışmıştı. Terry mağrur değildi. Kalp kırmıyordu. Sakindi. Âşıktı. Yeni hayata gitme fırsatı vardı. Jake mağrurdu. Kalpler kırdı. Takıntılarıyla, saplantılarıyla, öfkeleriyle herkes etrafından uzaklaşmıştı. Öfkeli insanlar, yapayalnız kaldıklarını bir zaman sonra fark ediyorlardı. Körken görmeye başlıyorlardı. Artık her şey için geç miydi? İnsanlar, hayatın ve koşulların kendilerini değiştirdiğine inanıyorlar. Ama başka insanların, kendileri gibi değişebileceğine, dönüşebileceğine pek ihtimal vermiyorlar sanki. Bir insanı nasıl tanırlarsa, zaman geçse de hep aynı insan olduğunu düşünüyorlardı. Melodramla dolmuş düşence değil miydi bu? Hayat, Jake’i de değiştiriyor. Ama insanlar onu, zihinlerinde oluşmuş imgelerlerle eski haliyle düşünüyorlar. Bu bencillik değil miydi?
Film, “Yeni İngiliz İncili”nden bir hikâyeyle bitiyor. John (Yuhanna) 24-26’da geçen olay şöyleydi: Farisliler, kör adamı çağırıp “Tanrı’nın önünde gerçeği söyle. Günahkâr olduğunu biliyoruz. Günahkâr olup olmadığı anlat.” demişler. Kör adam, “Günahkâr olup olmadığımı bilmiyorum. Bir zamanlar kördüm. Şimdi artık görüyorum.” diye cevaplamış.
“Sıkı Dostlar…”
Martin Scorsese’nin 1990 yapımı “Goodfellas-Sıkı Dostlar”, bir itirafçı gangsterin hayatından anları yansıtan önemli bir yapıt. Warner Bros’un sunduğu filmin senaryosunu yönetmenle beraber Nicholas Pileggi ortak yazmışlar. Film, yazar Pileggi’nin “Wiseguy” eserinden uyarlanmış.
Filmde tema müziği kullanmamış yönetmen. Dönemleri vurgulayan müziklere yer vermiş. Bobby Vinton ve Tony Bennett’in müziklerini de duyuyorsunuz ve doyamıyorsunuz. Bobby Vinton’ın klasikleşmiş “Roses Are Red” şarkısı büyülüyor. Soundtrack arşivlik. Filmin kurgusu da çarpıcıydı. Bunda Thelma Shoonmaker’ın da desteği var. Scorsese, bazı anlarda görüntüleri dondurup fotoğraflaştırarak filmde nostalji duygusu oluşturuyor. Bazı anlardaysa doğrudan fotoğraf kullanmış yönetmen. Filmin kameramanı Alman usta Michael Ballhaus. Dış mekânlarda bile iç mekânlardaki kasveti yaşatabiliyor usta. Bu filmde, mekânlar ve zamanlar ara yazılarla yansıtılmış. Filmin ön jeneriği, insana Hitchcock tadı da veriyor. Nevrotik ruhlu bu filmde her şey, Henry ve Karen’in içsesleriyle yansıyor. Yönetmen, babası Charles Scorsese ve annesi Catherine Scorsese’yi de oynatmış. Joe Pesci de bu filmindeki performansıyla “En İyi Yardımcı Oyuncu” dalında Oscar kazanmıştı.
New York, 1970… Film, hikâyenin ortasından başlıyor. Araba, otobanda gecenin içinde yol alırken yansıyor. Arabayı Henry Hill (Ray Liotta) sürüyor. Önde Jimmy Conway (Robert de Niro) ve arkadaysa Tommy DeVito (Joe Pesci) oturuyor. Arabanın bagajından da tıkırtılar duyuluyor. Henry, arabayı kenara çekiyor. Bagajı açtıklarında masa örtüsüne sarılı Billy Batts’ın (Frank Vincent) hâlâ ölmediğini görüyorlar. Tommy, elindeki bıçağı Billy’ye saplayıp dururken, Jimmy de tabancasını çıkartıp kurşunları Billy’nin üstüne boşaltıyor. Kırmızı ışığın yüzüne vurduğu Henry bagajı kapatırken görüntü donuyor. İç sesiyle, “Hayatım boyunca hep bir gangster olmak istemişimdir.” diyor. Fonda da caz tınıları duyuluyor.
Brooklyn’in doğusu, 1955… Henry, içsesiyle mafyanın içine nasıl girdiğini anlatıyor. Çetenin başı Paulie Cicero (Paul Servino), fazla ortalarda görünmeyen, sessiz biriymiş. Paulie’nin kardeşi Tuddy’yle (Frank DiLeo) çalışmaya başlamış ilkin. Araba parkı, pizza işleri gibi işler. Çocukluğunda ona göre, gangster olmak, Amerika’nın başkanı olmaktan zormuş. Henry’nin annesi (Elaine Kagan), Cicero’nun da kendisi gibi Sicilyalı olmasında hoşlanıyormuş. Elbette gangster olduğunu bilmiyor. Ama Henry eve yeni takım elbiselerle gelince, “Gangster olmuşsun.” diyor annesi şaşkınlıkla. İrlandalı olan babası Frenchy (Beau Strarr), çocuk Henry’nin (Christopher Serrone) okula gitmediğini öğreniyor okuldan gelen mektupla. Mafya bu işi de kendi yöntemleriyle hallediyor. Henry, kumar oynanan yerde Jimmy’yle karşılaşıyor. Jimmy, filmlerde hep kötü adamları tutuyormuş. En sevdiği şey de çalmakmış Jimmy’nin. Henry, kendi gibi çocuk olan Tommy’yle de (Joseph D’Onofrio) tanışıyor. Üçlünün kader yolu kesişiyor böylece. Her yerde Paulie’nin adamları var ve çalınacak malları haber veriyorlar. Bir kamyon dolusu sigara kartonu çalıyor çete. Karaborsada da bunu satıyorlar. Satarlarken, FBI ortaya çıkıyor ve Henry’yi tutukluyor. Mahkemede konuşmuyor Henry. Mahkemeye gelen Jimmy bunu takdir ediyor. Jimmy, “Dostlarını asla ele verme ve çeneni hep kapalı tut.” diyor. Bu öğütler işe yarayacak mıydı? Jimmy’yle Paulie’ye gidiyorlar. Herkes Henry’yle gurur duyuyor gammazcı olmadığı için. Görüntü bu anda donarak fotoğraflaşıyor. Fonda da muhteşem bir şarkı duyuluyor.
1963 yılı. Henry ve Tommy büyümüşler. Havaalanındaki soygun yapacaklar. Havaalanında da Paulie’nin adamları, tanıdıkları var. Kargo başarıyla soyuluyor. Sonny’nin (Tony Darrow) restoranında. “Steadicam” kamera Henry’nin gözlerinden, hiç kesme yapmadan yansıtıyor. Henry, gözüne çarpan gangsterleri de iç sesiyle anlatıyor. Henry, oradan mutfak bölümüne gidiyor ve kameranın önüne geçiyor. Sonny, kargo soygunundan bolca kürk geldiği için biraz kızıyor. O, palto istemiş. Bu uzun öznel çekim, birçok şeyin Henry’nin gözleriyle yansıdığını hatırlatıyor. Birçok şey böyle de olmayabilir. Sonuçta öznel bakış vardı. Daha sonra masada Henry, Tommy’nin komik maceralarını eğlenerek dinliyor. Tommy, banka soygununda uyuyakalmış ve polise enselenmiş. Henry, bu olaya komik diye kahkahalarla gülünce, Tommy birden ciddileşiyor ve Henry’yi sorgulamaya başlıyor. Tommy, takıntılarını, aşağılık komplekslerini sertçe dışarı vuran bir gangster. İşi en kolay yoldan, şiddetle çözüyor. Eğer Tommy ciddileşmişse bunu ciddiye almak gerekti. Sonra Tommy, Henry’deki korkuyu görünce işi şakaya vuruyor. Tommy şakadan anlamazdı ama. Efemine konuşan ve eşcinsel olmadığını iddia eden Sonny, Tommy’den yedi bin dolarlık borcunu ödemesini söylüyor. Tommy’den parasını alınabilir miydi? Sonra Sonny, Paulie’ye başvuruyor Tommy’den alacaklarını tahsil için. Paulie’ye restoranına ortak olma teklifi bile yapıyor. Paulie restoran işinden anlar mıydı? Sonny hayatının hatasını yapıyor ve Paulie’yi ortak yapıyor. Paulie, kâr-zarar işlerine bakmazdı. Payı olanı isterdi her koşulda. Sonny’nin çöküşü görsel olarak da yansıyor.
Gece Tommy’nin arabasında. Tommy, Diane’le (Katherine Wallach) yemeğe çıkmak için destek istiyor. Diane, kendi gibi Yahudi olan kız arkadaşı Karen (Lorraine Bracco) olmadan yemeğe çıkmıyormuş. Henry, Tuddy’yle de buluşması gerekiyor. Sonunda Tommy’nin dediği oluyor. Yemek sıkıntılı geçiyor. Henry, Tommy ve Diane’i restoranda bırakıp maviler içindeki ve gözleri Liz Taylor’ı çağrıştıran Karen’i evine teslim ediyor. Ertesi gün Tommy, Diane ve Karen restorandalar. Karen, Henry’nin gelmesini bekliyor, ama gelmiyor. Gece Tommy, Karen’i Henry’nin olduğu yere götürüyor beyaz 1961 model Chevrolet Impala Convertible arabasıyla. Öfkeli Karen, Henry’ye her şeyi söylüyor kadın zarafetiyle. Henry, gece Karen’i Copacabana adındaki gece kulübüne götürüyor. “Steadicam” kamera dışarıdan, Henry ve Karen’in gece kulübüne girişini hiç kesme yapmadan yansıtıyor. Başka kapıdan içeri giriyorlar. Koridordan, mutfaktan geçerek içeri geçiyorlar. Bu uzun çekim de bir anlamda Karen’in de bu hikâyeye katkısı olduğunu
gösteriyor sanki. Şef garson onlara hemen masa ayarlıyor. Sahnede şarkı söyleyen Tony Vinton (Robbie Vinton), onların masasına içki bile yolluyor. Karen, daha 21 yaşındaki birinin bu kadar itibar görmesinden etkileniyor. Dışarıda üstü açık arabada Vinton’ın içkisini içmeyi sürdürüyor Henry ve Karen. Kamera, plonje açıyla yansıtıyor bu anı.
Restorana, Henry’yle buluşmak için havaalanında çalışan biri geliyor. Henry, adamı Jimmy’yle tanıştırıyor. Kusursuz planla Air France’la gelen paralar soyulabilecek. Akşamüstü. Tommy ve Henry, havaalanında Air France’ın kargosunu soymak için geliyorlar. Yağmur da yağıyor. Soygun başarıyla gerçekleşiyor. Paulie ve Jimmy mutlular. Henry’yle Karen’in aşkı da büyüyor. Henry, Karen’i evden almaya gittiğinde Karen, boynundaki haçlı kolye görülmesin diye gömlek düğmelerini ilikleyiveriyor. Annesi (Suzanne Shepherd) katı bir Yahudi. Henry, Karen’in annesine, “İyi tarafım Yahudi.” diyor. Tatile de çıkıyorlar. Tatildeyken Karen, yolun karşısındaki komşusu Bruce’u (Mark Evan Jacobs) bile görüyor. New York’a dönülünce işler de devam ediyor. Henry, dükkân sahibinden Jimmy’nin faizle verdiği parayı istiyor. Jimmy de zulada bekliyor. Adam diretince Jimmy haddini bildirecekken telefon çalıyor. Arayan Karen ve başı dertteymiş. Henry hemen1966 model üstü açık Chrysler Newport Convertible arabasıyla çıkıyor ve Karen’i buluyor. Sokağın karşısındaki komşusu Bruce, Karen’i aşağılayıp taciz etmiş. Henry, kırmızı 1966 model Chevrolet Corvette C2 spor arabası olan komşu genci öfkeli yumruklarla cezalandırıyor. Karen, arabadan inip evine gidiyor. Henry de Karen’e bir tabanca veriyor kendini koruması için.
Henry ve Karen, sinagogda evleniyorlar. Muhteşem düğüne Paulie ve aile, yani mafyanın diğer elemanları da katılıyorlar. Aileye kabul edildikten sonra her şey paylaşılıyormuş gibi görünüyordu dışarıdan. Ama gerçek durum zorlu zamanlarda açığa çıkıyordu. Karen bunu yaşayacaktı Henry hapse düştükten sonra. Hatta başka zamanlarda da gerçekle yüz yüze kalacaktı. Karen, bu mafya ailesinde isimlerin çoğunlukla Paul ve Marie olduğunu keşfetmiş. Paulie sıkça evde davetli yemek veriyor. Onlara da katılıyor hep Karen. Paulie’nin kadim dostu Vinnie de (Charles Scorsese) hep Paulie’nin yanında. Karen, çetenin içindekilerin kadınlarıyla da iletişimini geliştiriyor. Dedikoduları dinliyor, bu ortama alışmaya çalışıyor. Aslında ortama alışmak Karen için pek zor olmuyor. Çünkü para boldu. Evlendikten sonra Henry içgüveysi oluyor. Kayınvalidesinden sıkıldığı için eve uğramadığı zamanlar da oluyor. Sabaha karşı Tommy’nin arabasıyla eve geldiğinde kayınvalidesini görünce arabaya binip gidiyor. Karen, bir süre sonra her şeyi normal görmeye başlasa da kocasının tutuklanmasından endişeleniyor. Polis dedektifleri bu endişe sürerken eve gelip arama yapıyorlar. Zaman geçiyor. Kız çocukları da büyüyor.
Jimmy, karısı Mickey (Julie Garfield), Henry ve Karen beraberce tatile çıkıyorlar. Mutlu anlar fotoğraf olarak yansıyor peş peşe. Başka anlar da var. Fotoğraflar üzerine Karen’in içsesi de düşüyor. Karen, Henry’den gurur duymaya başlamış. Lüks yaşam. Bol para harcama. Mutluluk. Tatil sonrası evde Karen, üzerinden paraları çıkartıp evde zulaya saklayan Henry’den para istiyor alışveriş için. Parayı alan Karen, mutfakta Henry’nin önünde diz çöküyor birden. Queens, 1970. Gece… “Suite Lounge” adlı bar dışarıdan yansıyor. Amerikan bardaki Billy, barın öbür ucundaki Jimmy ve Henry’ye içki ısmarlıyor. Çok geçmeden bara Tommy ve sevgilisi geliyor. Billy, Tommy’yi aşağılayan kelimeler savurmaya başlıyor. Tommy’ye, “Tükür parlat.” diyor. Takıntılı Tommy buna nereye kadar dayanabilirdi? Bar dağılmaya başlayınca, Jimmy ve Tommy, Billy’ye saldırıyorlar. Tommy, Billy’yi bıçaklıyor. Öldü diye onu masa örtüsüne sarıp arabanın bagajına atıyorlar. Sonra gecenin bir yerinde Tommy’nin annesinin (Catherine Scorsese) evine gidiyorlar. Anne, onlara sofra kuruyor, hatıralardan söz ediyor. Tommy’nin sevdiği yağlıboya resimi de gösteriyor onlara. Nehirdeki kayıkta yaşlı bir adam ve değişik yönlere bakan köpek olan bir resimdi bu. Kamera, sola kayarak pencereden arabayı gösteriyor sonra. Ardından filmin girişine dönülüyor. Billy’nin cesedini gömüyorlar.
Hayat da devam ediyor. Gece kulübünde Henry, Janice Rossi (Gina Mastrogiacommo) adında bir kadınla beraber. Karen’i ilk aldatışıydı bu. Mekândakiler, sahneden gelen şarkıyı büyülenmiş gibi dinliyorlar. Henry, sonra gece Janice’in evine gidiyor arabayla. Onunla apartmana girerken, kamera sabit açıda kalıyor, sabaha karşı Henry apartmandan çıkıyor. Gündüz. Karen, Henry ve kızları, Paulie’nin evine gidiyorlar. Paulie, Billy’den söz ediyor. Billy’nin adamları katili arıyormuş. Gece. Kırmızı ışığın sardığı mezarlıkta Jimmy ve Henry, Billy’nin cesedini çıkartıyorlar. Cesedin kokusundan Henry’nin midesi bulanırken, Tommy de dalga geçip duruyor onunla. Evde de ailesiyle mutlu anlar yaşıyor Henry. Sonra da metresi Janice’i yeni daireye yerleştiriyor. Janice, daireyi kutlamak için de parti veriyor. Tommy de orada. Janice, kadınlara evi gezdiriyor. Henry, Janice’in işine pek gitmediğini, ama Jimmy ve Tommy’yle işi hallettiklerini söylüyor. O anlatırken, Janice’in patronuna haddini bildirişleri de geriye dönüşle yansıyor. Henry, Janice’in kutlama partisinde Sandy’yi de (Debi Mazar) keşfediyor. Sırada o mu vardı?
Barda Jimmy, Henry, Tommy ve kankası Frankie (Frank Siverno) kumar oynarlarken, genç garson Spider da (Michael Vinton) onlara içki servisi yapıyor. Tommy’ye içki getirmeyince, Tommy sorun çıkartıyor ve Spider’ı aşağılamaya başlıyor. Spider, hazırcevap olunca, takıntılı Tommy tabancasını çıkartıp genci ayağından vuruyor. Spider doktora gidiyor. Evde yine Henry’yle Karen tartışıp duruyorlar. Henry zamanının çoğunu Janice’e ayırıyor çünkü. Karen, Janice’i hissediyor muydu? Karen, Henry’ye “Olgunlaş artık” diyor. Kocasının dışarı çıkamaması için arabanın anahtarını pencereden dışarı atıyor. Henry bara gidiyor. Mutlu. Yine kumar oynuyorlar. Tommy, ayağı bandajlı Spider’la yine dalga geçiyor. Hazırcevap Spider karşılığını veriyor. Jimmy, Tommy’yi kışkırtıyor ve Tommy tabancasını çıkartıp kurşunları Spider’in üzerine yağdırıyor. Spider’ın ailesi ispiyoncuymuş. Jimmy, yine mezar kazacakları için öfkeleniyor. Gündüz. Karen, çocuklarıyla beraber Janice’in kaldığı apartmanın kapısına dayanıyor. Megafon düğmelerine basıyor. Kocasını terk etmesini istiyor. Janice salonda endişe içinde Karen’in öfkeli kelimelerini duyuyor. Evde. Karen, yatakta uzanmış Henry’nin kucağına oturarak tabancayı onun yüzüne doğrultarak tehdit ediyor. Henry, her gün duyduğu ölüm korkusunu evinde de duyuyor şimdi. Bu andaki çekimler de çarpıcıydı. Önce alttan plonjeyle tabancalı Karen, ardından kontr-plonjeyle korku içindeki Henry yansıyor. Bu sorunu çözmek için Paulie ve Jimmy, eve geliyorlar. Karen, Paulie’ye, hatta Jimmy’ye bile gitmiş. Kıskanç bir kadının öfkesi nasıl olurdu? Paulie, karısına dönmesini istiyor. Henry, büyüklerinin sözünü dinliyor.
Paulie, Jimmy ve Henry’yi Florida’ya yolluyor para tahsili için. Adam borcunu ödememek için direniyormuş. Jimmy ve Henry, adama hadlerini bildirseler de adam ödeme yapmıyor. Ne yapacaklardı? Gecenin içinde adamı hayvanat bahçesine götürüp aslanlara atmaktan başka çare kalmıyor. Korku her şeyi yense de, beklenmedik bir şey oluyor. Gazeteler birden onlardan bahsetmeye başlamış. Adamın kız kardeşi FBI’da daktilografmış. Kadın, FBI’a ifade verişi de yansıyor. FBI’ın, Jimmy ve Henry’yi tutuklaması siyah-beyaz fotoğraf olarak yansıyor. Kadının abisi de tutuklanıyor. Mahkeme onları dört yıl hapse mahkûm ediyor. Başkaları da var elbette. Paulie, Vinnie ve Johnny Rio da tutuklanıyor. Barda Tommy’yle içerken, barın bir köşesinde Karen de gözyaşları içerisinde. Sonra arabaya binen Henry, teslim olmak için savcılığa gidiyor. Giderken uyuşturucu hap da içiyor. Jimmy, Atlanta’da yatıyormuş tek başına. Henry, Paulie, Vinnie, ve Johnny Dio (Frank Pellegrini) özel hücrede kalıyorlar. Gardiyanlara rüşvet vererek yemekleri hücrede yapıyorlar. Yemek tutkunu Paulie, jiletle ince ve düzgün sarımsak doğrarken, Vinnie de İtalyan usulü sos yapıyor. Johnny de biftekleri pişiriyor. Henry de malzemeleri topluyor. Bir yıl sonra diğerleri şartlı tahliye olurken, Henry tek başına kalıyor. İçeride hap satıyor Henry. Karısı ve iki kızı ziyarete geliyor Henry’yi. Ziyaret defterinde Janice’in adını gören Karen çıldırıyor. Ekonomik zorluklar da çekiyorlarmış. Paulie de yardımcı olmuyormuş. Henry, Pittsburghlu biriyle uyuşturucu işine giriyor hapisteyken.
Şartlı tahliye olan Henry hapisten çıkarken, hapishane kapısında Karen, 1968 model Pontiac Grand Prix arabayla onu karşılıyor. Eve mutluluk geliyor. Henry, herkesten gizli kokain işini sürdürmeye başlıyor. Yeni metresi de şimdi Sandy oluyor. Henry, işe Jimmy ve Tommy’yi de katıyor. İşi Paulie’den gizli yapıyorlar. Pittsburg’dan uçakla malları kurye olarak taşıyansa, ilk kızının dadılığını yapan Lois Byrd (Welker White). Bu dadı, kuryeliği yanında bebeklerle yapıyormuş. Karen de uyuşturucu işini biliyor. Ekonomik durumları epey düzeliyor ailenin. Bir de araya havaalanında Lufthansa soygunu giriyor. Televizyon reklamlarıyla satışını artıran Morrie (Chuck Low), bu işi haber veriyor. Scorsese, soygunu doğrudan göstermiyor. Henry duş alırken, soygun radyodan haber olarak duyuluyor. FBI, ne kadar para çalındığını bilmiyormuş. Milyonlarca dolar. Kumar oynadıkları barda kutlama yapıyorlar. Soyguna dâhil edilmiş bazı elemanlar, eşlerine kürk, araba aldıklarını gören Jimmy çıldırıyor. Bir de Morrie hakkını istiyor. Henry ve Jimmy sürekli onu atlatıyorlar. Noel zamanı. Paulie’nin evine gidiyor Henry, ailesiyle. Paulie, Henry’nin Jimmy’den uzak durmasını istiyor. Çünkü ne yapacağı belli olmayan insanmış Jimmy. Tehlikeli biri. Psikopat.
Tommy ve Frankie, soygunda kamyoneti kullanan Stacks’ın (Samuel L. Jackson) dairesini ziyaret ediyorlar. Tommy, tabancasıyla işini hallediyor. Kumar oynadıkları barda Henry, Jimmy’ye Stacks’ın ortadan kaybolduğunu söylüyor telaşla. FBI her yerde onu arıyormuş. Tommy müjdeli haberi de veriyor. Paulie, Tommy’yi aileye kabul etmiş. Hakkını isteyip duran Morrie sıkıntı vermeye başlayınca Jimmy, o sorunu da çözümlüyor. Morrie’yi bir yere götürüyorlar. Arabayı Frankie sürüyor. Arkada oturan Tommy, Morrie’nin ensesine bıçağı sokuyor. Sabah. Çocuklar, arabanın içinde Morrie ve karısı Belle’in (Margo Winkler) cesedini buluyorlar. Ve işler değişmeye başlıyor. Frankie, et konteynerinde cesedi bulunuyor. Tommy, birileriyle bir mekâna gidiyor. Adamlar Tommy’yi de öldürüyor. Jimmy haberi telefonla öğreniyor. Billy’nin adamları intikam temizliğe başlamış.
1980 yılı… Pazar sabahı. Henry, kesekâğıdıyla arabaya biniyor. Uyuşturucu taşıyor. Sonra Henry kardeşi Michael’ı (Kevin Corrigan) hastaneye götürüyor. Henry, tepesinde uçan polis helikopteri fark ediyor. Kızlar da büyümüşler. Henry, Michael, Karen, Lois evdeler. Pazar yemeği yapıyorlar. Henry, Karen’le beraber dışarı çıkıyorlar. Karen de helikopterin arabayı takip ettiğini fark ediyor. Karen’in annesine gidiyorlar. Henry, telefonla evi arıyor, Lois’e evden çıkıp dışarıdan kendisini armasını istiyor. Polisin telefonları dinlediğinden şüpheleniyor Henry. Bıkkın, üşengeç ve müptela Lois, dışarı çıkmak yerine evdeki telefondan arıyor. Gece olduğunda evi polis kuşatıyor. Narkotik polisi de evi basıyor. Karen, evdeki kokainleri klozete boşaltıyor korkuyla. Henry’yi tutukluyorlar. Polis, Sandy ve Lois’i de gözaltına alıyor. Henry hapiste. Karen de onu ziyarete gidiyor. Karen, annesinin evini ipoteğe vermiş. Henry’nin şartlı tahliye olsun diye. Eve gelen Henry zuladaki uyuşturucuları arıyor, ama Karen klozete boşaltmıştı hepsini.
Henry, Paulie’ye gidiyor. Paulie, Henry’nin gizlice yaptığı uyuşturucu işinden haberi varmış. Paulie, “Sana şimdi sırtımı dönmem gereksiz.” diyor ve ona birkaç bin dolar veriyor. Karen de Jimmy’ye gidiyor. Zeki Karen, işlerin değiştiğini hemen anlıyor ve Jimmy’nin yanından hızla ayrılıyor. Karen, arabayla eve geliyor korkuyla. Henry de evde. Ağlıyor. Henry içsesiyle, “Öldürülecek kişilere dost gibi geliyorlar. Sonra infaz ediyorlar.” diyor. Mafya buydu işte. Henry, daha sonra restoranda Jimmy’yle buluşuyor. Jimmy ilk defa ondan birisini öldürmesini istiyor. Henry hiç kimseyi öldürmemişti. Henry, FBI’a mı sığınacaktı? Merak duygusu. Görmek gerek. Scorsese’nin mafyanın nevrotik ruh halini ayrıntılı sunduğu bu film, sinemanın mücevherlerinden. Elbette estetik yönleriyle de. İlham vermenin ötesinde keşfettiriciydi bu sinema dili. Keşfetmeli ve fark etmeli.
(19 Haziran 2016)
Ali Erden