Gri gökyüzünde siyah bir kuşun kanat çırptığını görürüz önce. Bir ağacın dalları girer daha sonra görüntüye. Nihayetinde bir tren penceresinden dışarı baktığımızı keşfederiz. Hareketsiz bedenlerle doludur tren. Devinim halindeki tek kişi olan kör kondüktör Joseph’i uyandırır ve ona varmak istediği yere yaklaştığını bildirir. Trenden inen genç adam karla kaplı mezarlıktan geçerek babasının yattığı sanatoryuma ulaşır. Giriş kapısı devasa bir ağaçla engellendiği için yan pencerelerin birinden girer içeri. Sanatoryumun gizemli doktoru yaşlı adamın ölümünün gerçekleştiğini ancak yeniden hayata döndürülmesi ihtimaline karşılık saatlerin geri alınması suretiyle onun diğer ölümcül hastalar gibi uzun süreli uyutulduğunu bildirir genç adama. Binanın penceresinden dışarı baktığında az önceki kendi gelişini görür Joseph. Örümcek ağlarının sarmış olduğu kafeteryaya indiğinde kapkaranlık bir örtünün altından çocukluğuna geçiş yapar.
35. İstanbul Film Festivali’nin en güzel sürprizlerinden biri olarak programda yer alan ‘Kum Saati Sanatoryumu / Sanatorium Pod Klepsydra’ giriş bölümünden aktardığımız kısa notlardan anlaşılacağı üzere gerçeküstücü bir düş dünyasının dehlizlerinde izleyicisini şoke eden benzersiz bir sinema klasiğidir. Uzun yıllar önce İstanbul Sinematek’inde gösterilmiş ‘Zaragoza’da Bulunmuş Elyazması / Rekopis Znaleziony w Saragossie’ ile tanıdığımız Polonya sinemasının büyük ustalarından Wojciech Has’ın ülkemizde ilk kez gün ışığına çıkacak olan 1973 yapımı kült filmi kendi ülkesinde sansürün hışmına uğramış ve gizlice gönderilen kopyasıyla Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştır.
2000 yılında 75 yaşında kaybettiğimiz Has ülkesinin ünlü Lodz sinema okulundan mezun olmuş. Ressamlığıyla da bilinen sinemacının eseri yazar Bruno Schulz’un kısa hikâyelerine dayanır. Baba tarafından Yahudi kökenli sinemacı, bir Polonya Yahudisi olan yazarın ilki ‘Timsahlar Sokağı’ diğeri Has’ın yapıtıyla aynı adı taşıyan iki öykü kitabından yola çıkmış. Tümü birinci kişinin ağzından yazılmış ve çoğu aynı karakterler etrafında dönen bu kısa hikâyeler fanteziler ve düşlerle örülüdür. Genellikle özyaşamsal oldukları kabul edilen ve Schulz’un yaşadığı Yahudi kenti Drogobych’te geçen anlatılarda geleneklere bağlı gerçek öyküler ile hayal ürünü düşler içiçe geçmiştir. İki kitabı dışında Schulz’un yapıtları günümüze ulaşamamış, İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımının külleri arasında yitip gitmiş ne yazık ki. Yazar 1942 yılında bir Nazi kurşunuyla sokakta öldürülmüştür.
Edebi metinlere olan ilgisini daha önceki Zaragoza deneyiminden bildiğimiz Has, Schulz’un fantezi yoğun şiirsel metnini sinemaya uyarlarken gerçekten zorlu bir çabaya girişmiş. Özellikle 70’li yılların teknolojisi düşünüldüğünde böylesine sürrealist bir düş dünyasının altından bu denli başarıyla kalkabilmiş olması büyük başarı. Ancak Schulz’un metninin fantastik boyutunu bilenler için Has’ın sinefilleri mest eden uyarlamasının alçakgönüllü kaldığı bile
düşünülebilir. Schulz’un hikâyelerini serbest bir biçimde kullanmış Has. Kendi eklediği bazı bölümler metnin özünü zedelememiş. Filmin yapısını uzun bir düş olarak tasarlamış. Bu açıdan zaman ve mekânlar arası geçişlerde aynen rüyalarda olduğu gibi bir belirsizlik hali mevcut. Kitaplar, kutsal metinler, tarihsel olaylara atıflar, Avrupa’nın uygarlığının üzerine inşa edildiği sömürgeleştirme süreci ve Yahudi soykırımının dehşetine ilişkin metaforik bölümler özellikle dikkat çekiyor. Yer yer metni aşan mükemmel bir görsellik filmin bunca yılın ardından sapasağlam kalışının en önemli etkenlerinden.
David Lynch ve Quay kardeşler gibi fantastik sinemaya kafa yormuş çağdaş sinemacıların ilham kaynağı olan film her izlendiğinde farklı açılardan okunan çok önemli bir çalışma. 2000’lerde Martin Scorcese sayesinde restore edilen film, festival programına bu sene eklenen ‘Gömülü Hazineler’ seçkisinde iki kez gösterime sunuluyor. DVD formatından ardından ülkemizdeki bu ilk beyazperde serüveninde ‘Kum Saati Sanatoryumu’nu kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.
(12 Nisan Salı 19:00 Kadıköy Rexx 1; 16 Nisan Cumartesi 13:30 Beyoğlu Fitaş 4)
(09 Nisan 2016)
Ferhan Baran