Dünya sinemasının tartışmasız büyük ustalarından Hou Hsiao-Hsien’in (Hu Şa-Şen okunuyor) tarihsel dövüş kahramanlarını konu eden ‘wuxia’ janrında bir film çektiğini ilk işittiğimizde hayli şaşırmıştık. Öyle ya 35 seneyi aşmış eşsiz kariyerinde uzun planlar eşliğinde ilerleyen dingin sinemasıyla biliriz ustayı. Taiwanlı sinemacının Uzak Doğu dövüş sanatlarına olan ciddi hayranlığının çocukluk yıllarına dayandığını, Çin tarihinin en görkemli dönemi olarak kabul edilen 7. ilâ 9. yüzyıllar arasında hüküm sürmüş Tang hanedanına ilişkin kısa hikâyeler ve efsanelerle büyümüş olduğunu verdiği röportajlardan öğreniyoruz. Bu hafta bizde de gösterime giren Cannes Film Festivali en iyi mizansen ödüllü ‘Suikastçi / The Assassin’ işte böylesine yoğun bir birikimin dışavurumu. Filmine konu olan ‘Nie Yinniang’ın hikâyesiyle üniversite yıllarında tanışmış sinemacı. Tang hanedanı ozanlarından Pei Xing’in kısa öyküsünün ana figürü olan gözüpek savaşçı karakter hakkında film çekmek o yıllardan beri kafasındaymış.
Tarihsel öyküde, o yüzyıllarda merkezi imparatorluğa karşı en büyük muhalefeti yürütmüş Weibo lordluğuna hizmet eden generalin küçük yaşlardaki kızı Yinniang bir rahibe tarafından kaçırılıyor. Hikâyeye adını veren karakter yıllar içinde dövüş sanatlarında ustalaşıyor, sarayın onaylamadığı bürokratları ortadan kaldırmak üzere eğitilerek amansız bir suikastçiye dönüşüyor. Film siyah-beyaz bir prolog ile açılıyor. Siyahlar içindeki Yinniang beyazlar giymiş ustası rahibenin talimatları doğrultusunda kartal seriliğiyle saldırıyor ilk avına. Babasını ve kardeşini zehirlemiş yöneticiyi ‘uçan kuşu öldürür gibi’ tek hamlede yok ediveriyor, ancak daha sonraki infazı gerçekleştiremiyor. Ortadan kaldıracağı valinin beraberindeki küçük oğlu onu öldürme fikrinden caydırmıştır. ‘Yeteneklerin eşsiz ama aklın insan duygularına rehin, kalbin karar vermeni engelliyor’ diyerek genç savaşçıyı eleştiren beyaz rahibe, duygusal zaaflarından kurtulup çelik gibi keskinleşebilmesi için bu defa zor bir görev veriyor öğrencisine. Hem kuzeni hem beşik kertmesi Weibo lordu Ti’an Jian’ı öldürmek üzere O’nu doğduğu topraklara geri gönderiyor. 13 yıl sonra ailesiyle, anılarıyla ve uzun yıllar bastırdığı duygularıyla yüzleşmek zorunda kalan genç kadın ya sevdiği adamı feda edecek ya da erdemli suikastçilerin kutsal kurallarını çiğneyecektir.
Tarihsel gidişatın daha kolay izlenmesi için küçük bir girizgâh niteliği taşıyan bu küçük özetten hızlı hareketli bir macera filmi beklentisine kapılmasın okurlar. Bu tipik ‘wuxia’ öyküsü Hou Hsiao-Hsien için bir çıkış noktası yalnızca. Konvansiyonel dövüş sanatları izleyicilerini hayal kırıklığına uğratacak belki ancak sıkı hayranlarının çok yakından tanıdığı sinemasının izini sürmeye devam ediyor yönetmen. Ne ana akım izleyici ne de pazarın talebini karşılamaya yönelik sinema yapmadığının altını çizen Taiwanlı sinemacı görünürdeki hikâyeyi dönem tasvirinin hizmetine sunuyor. Karakterleri, dönemin yaşam tarzını, iç ve dış mekânları, sözgelimi bir Kubrick detaycılığı ile resmediyor. Filmin diğer güzel sanatlar arasından resim ile kardeşliği ön planda. Yönetmenin alamet-i farikası uzun planlar, soldan sağa ve tekrar sağdan sola zarif kaydırmalar bir kez daha nefes tutularak izleniyor. Giysiler, sosyal hayat, müzik enstrümanları, her türlü aksesuarla dönem ince bir işçilikle sergileniyor.
Yinniang’ın lord ve ailesini uçuşan tüllerin ardından izlediği o 10 dakikalık sekansa hayran kalıyoruz. Uzak Doğu westernlerini hatırlatan dış çekimlere vuruluyoruz. Bir ‘wuxia’ hikâyesinin olmazsa olmazı dövüş sahnelerini kısa tutmayı yeğleyen sinemacı aksiyonun fizik kuralları içerisinde kalmasına özen gösteriyor. Sözgelimi Ang Lee’nin çok sevilmiş ‘Kaplan ve Ejderha / Crouching Tiger Hidden Dragon’ örneğinde olduğu gibi hiç bir dövüşçü karakter yerçekimi kurallarına kafa tutmuyor, havalarda uçmuyor, fizik kurallarının ötesinde insan yetilerinin dışına çıkmıyor. Görüntü yönetmeni Mark Lee Ping Bing’in 35 mm enfes görüntüleri, üstadın ‘The Puppetmaster’, ‘Good Men, Good Women’, ‘Goodbye South Goodbye’ gibi 90’lı yıllarda çektiği filmlerde oyuncu olarak yer almış Lim Giong’un gizemli müzik çalışmasına karışan kuş ve hayvan sesleri, gürleyen davullar, geleneksel Çin çalgısı zither’den süzülen ezgiler bu büyüleyici atmosferi destekliyor.
Hareketli bir aksiyon bekleyenler hayal kırıklığına uğrayabilir ancak sıkı sinemaseverleri Hou Hsiao-Hsien usülü son derece estetik, zarif bir şölen bekliyor bu hafta sinemalarda. Bu şiirsel hipnotik güzelliği, ustalıklı mizansen ziyafetini kaçırmayın.
(01 Nisan 2016)
Ferhan Baran