Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası

Walt Becker’in yönettiği ve Jason Lee, Tony Hale, Kimberly Williamss Paisley ile Justin Long’un oynadığı Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası (Alvin and the Chipmunks: Road Trip), 01 Ocak 2016’da The Moments Entertainment dağıtımıyla The Moments Entertainment tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir dizi yanlış anlaşılmanın sonrasında sevimli sincaplarımız Alvin, Simon ve Theodore, Dave’in yeni sevgisilisine New York’ta evlenme teklifi edeceğini düşünmeye başlarlar. Şimdi önlerinde Dave’i bu kararından vazgeçirip arkadaşlarını kaybetmeyi ve berbat bir üvey kardeşe sahip olmasını önlemek için sadece üç günleri vardır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Karlar Kralı Norm

Trevor Wall’ın yönettiği ve Billy Nighy, Rob Schneider, Heather Graham ile Zachary Gordon’un seslendirdiği animasyon film Karlar Kralı Norm (Norm of the North), 22 Ocak 2016’da Mars Dağıtım dağıtımıyla Medyavizyon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Kutup ayıları için çok şey söylenebilir ama Norm için tipik bir kutup ayısı denemez. Şu sıralar tek derdi, yaşam alanı olan kutupları, turistik bir mekân olmaktan kurtarmaktır. Kendi halinde yaşayan Norm’un yaşam alanına lüks bir otel yapmaya kalkan çılgın bir iş adamıyla olan maceralarını izleyeceğimiz bu filmde, Norm ve arkadaşları New York’a gelerek iş adamını durdurmak için binbir maceraya atılır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

The Hateful Eight

Sinema, karanlıklar arasından sızan ışıkla önünüze dünyaları seren bir sanat. Sadece sızan ışığa odaklanıyorsunuz, -ilginizi çekmesi olası her şey karanlığa gömüldüğü için- başka seçeneğiniz de yok zaten. Bazı filmleri seviyorsunuz, bazılarını -çocukluğunuzda olduğu gibi kendinizi o başrol kahramanının yerine koyarak- anlatıyorsunuz. Bazılarını anlatmak için eliniz kolunuz, yetmeyen sözcükler, “nasıl anlatsam ki” mazeretleri giriyor devreye… En sonunda, “Git filmi gör kardeşim, müthiş!” deyip sıyrılıyorsunuz.

Fısıltı gazetesi…

Bir zamanlar fısıltı gazetesi diye adlandırılan, kulaktan kulağa yayılan bilgi/haberler vardı. Kuşkusuz birçok özelliğini yitirir, birçok ayrıntısı kaybolur, hatta hiç olmayan bir mesaj bile çıkabilirdi ortaya. Yine de en doğru, en yansız, en objektif değilse de sizi (konuyu/olayı/haberi) duyururdu. Artık internet var ve aynı eksiklikleri, bilgi kirlilikleriyle birlikte hemen her şeyi duyuruyor. Quentin Tarantino’nun, sekiz yıl aranın ardından sekizinci filmi The Hateful Eight (Nefret Sekiz) bütün bu ‘sekiz’leri bünyesinde barındırdığı gibi internete sızdığı için de -belki- “nefret”li.

Eski, güzel miydi?

Tarantino, tipik bir kovboy filmi olan bu filmini 70 mm. çekmiş. Çok eskiden birkaç kez değerlendirilmiş, ama hem pratik olmadığı hem de gelişen teknolojiye yenildiği için unutulmuştu. Sadece gösteri amaçlı (Hollanda’da, Omnibus’ta salondan çıkarken projeksiyon makinesini, nasıl çalıştığını da görebiliyor; buna da bağlı olarak renklerin canlılığına, netliğine, büyük perdeye yansımasına rağmen görüntünün bozulmamasına bir kez daha hayran kalıyorsunuz) kısa filmler için kullanılıyor. Yine de Tarantino gibi bir ustanın filmi için sahnenin tümünü tek seferde -oyuncunun hakkınca oynaması için- çekebilecek magazinler yapılmış, belki uzun yıllar kimse dönüp yüzüne bile bakmayacak.

Neden 70 mm?

Görüntü daha net, seyirci filmin tüm ayrıntılarını görebiliyor, özellikle dar mekânlarda etkisi müthiş. Tarantino da bunu bildiği için gerek posta arabasında gerekse sığındıkları iç daraltan o çerçi dükkânında seyircinin gerçekten etkilenmesini, gerçekten içinin daralmasını istediği için kullanmış 70 mm’yi.

The Hateful Eight

Filmin sadece sekizinci olması değil, birbirinden ölesiye/öldüresiye nefret eden sekiz kahramanı var. İstisnasız hepsi gözünü kırpmadan silahını ateşleyebilir. İstisnasız hepsi de bunu bildiği için alabildiğine temkinli, alabildiğine politik, hamleyi karşısındakinden bekliyor. Üç saatlik filmin uzunca bir bölümü işte bu gerilimi aktarıyor bize. İzlerken siz de, “Aha şimdi” diye bekliyorsunuz. Söylenen her sözcükle, geçen her dakika daha bir geriyor sizi.

Savaş bitmiş ama bu ‘sekiz’ kişi etkisini atamamış hâlâ üzerlerinden. Hâlâ namlularının ucunda olduğuna inanıyorlar geleceklerinin ve daha da önemlisi adaletin. Bulabiliyorlar mı? Zaten film de bunu anlatıyor; bulunabilir mi? İzlemek gerek…

Burada bir ara vereyim, çünkü Abraham Lincoln’ün, bu nefret dolu cellatlardan birine yolladığı mektup var… Gerçekten değerli olduğu için kimseye göstermek bile istemiyor sahibi. Diğerleri için o kadar değeri olduğunu sanmıyorum, çünkü “Tükürürüm böyle…” mektubun içine diyen de var. Zaten umudu kesmiş.

Kadın gerçeği…

The Hateful Eight, kovboy filmi olduğu için erkek egemen, vahşetinin yanı sıra. Onca erkeğin içinde sadece bir kadın var, hem asılmaya götürülüyor zincirlendiği adam tarafından hem de sürekli eziyet görüyor, kan içinde yüzü gözü.

Dostluklar, ihanetler, beklentiler üzerinden süren filmin sonuna doğru artık hepimizin bildiği o ünlü Tarantino vahşeti yansıyor perdeye. Bir taraftan nasıl oldu da birden bunca kan döküldü diye düşünüyorsunuz, bir taraftan da hak ettiklerini düşünüyorsunuz. Sahi, siz de olsanız aynı tepkiyi verirsiniz, onca gerilimden sonra.

Başta değindiğimiz o noktaya geri döneyim: “Git kardeşim, gör filmi.”

Edebiyatla sinema iç içe…

Selçuk Altun, “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” novellasında, kahramanına Tarantinovari -yazarın kendisi de en az kahramanı kadar Tarantino hayranıdır- cinayetler işletir. İlginçtir, Tarantino filmlerindeki gibi olmaz hiçbiri.

İyi yıllar.

(30 Aralık 2015)

Korkut Akın

Sahneyi Gerçek Sandılar

Sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanan sezonun merakla beklenen filmi Şevkat Yerimdar 2: Bizde Sakat Çok filminin çekimleri sırasında ilginç bir olay yaşandı. Senaryo gereği, arabanın devrildiği sahneleri gerçek sanan mahalleliler, çekimler sırasında arabanın yanına koşarak yardım etmek istedi ve set defalarca durmak zorunda kaldı. Sahneyi gerçek bir kaza sanan ve yardım etmek için panik halde arabanın yanına koşanlar, olayın senaryo gereği olduğunu öğrenince kahkahalar havada uçtu. Yapımcılığını Uğur Film’in, senaristliğini ve yönetmenliğini ise Bülent İşbilen’in üstlendiği Şevkat Yerimdar 2: Bizde Sakat Çok’un Ocak ayında vizyonda olması planlanıyor.

Vahşi Batının Ruhu: John Ford

Sinemanın büyük ustalarından sol ruhlu Amerikalı John Ford’u, “Cehennemden Dönüş” ve “Kahramanın Sonu” western filmleriyle hatırlatmak istedik. Bu iki filmde de Ford, kadim oyuncusu John Wayne’le çalışmış. İki filmin de Türkçe dublajları iyiydi.

Hollywood’da daha çok western filmleri çeken büyük usta John Ford, filmlerinde batının, vahşi batının ruhunu yansıttı, efsaneleri ve önyargılarıyla. Ford, 1 Şubat 1895’te Maine’de doğdu. 31 Ağustos 1973 yılında Kaliforniya’da vefat etti. İrlandalı bir Amerikalıydı. Asıl adı da Sean Aloysius O’Fearna’ydı. 1917 yılında, sesiz sinema döneminde ilk filmini çekti. Ford, 1935’te siyah-beyaz “The Informer-Muhbir” filmiyle yönetmen olarak ilk Oscar ödülünü de almıştı. 1940’ta, John Steinbeck’in romanından uyarladığı siyah-beyaz “Grapes of Wrath-Gazap Üzümleri” sol ruhlu filmini de çekti. 1964 yapımı westerni renkli ve sinemaskop “Cheyenne Autumn-Baharda Hücum” filminde Kızılderililer tarafındaydı doğrudan.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş belgeselleri de çekmişti. Savaş sonrasında,1946’da “My Darling Clementine-Kanun Harici” westerniyle vahşi batıya döndü. Süvari üçlemesinde seyircilerin zihinleri karışabilirdi. Çünkü milliyetçiliğin sınırlarında dolaşan bu filmlerde ikilemler yaşansa da Ford, Amerika’ya ve rüyalarına inanan yönetmendi. Bu süvari üçlemesinin içine girildiğinde insanı ve sol ruhu bulabiliyor insan. Başrolünde John Wayne’in olduğu bu üçlemenin ilk filmi 1948 yapımı siyah-beyaz “Fort Apache-Kan Kalesi” filmiydi. Bu yapıtta ırkçılık derinlerde hissediliyordu. Üçlemenin ikinci filmiyse 1949 yapımı “She Wore a Yellow Ribbon-Sarı Kurdelalı Kız”dı. Üçüncüsüyse, yine John Wayne’in oynadığı 1950 yapımı siyah-beyaz “Rio Grande-Kahramanlar Diyarı” filmiydi. 1956 yapımı “The Searchers-Çöl Aslanı” westerni de unutulmaz.

John Wayne, Iowa’da 1907’de doğdu, 11 Haziran 1979’da Los Angeles’ta vefat etti. Muhafazakârdı ve Amerikan rüyasına inandı hep. Gerçek adı da Marion Robert Morrison’dı. Ona sinemadaki John Wayne adını, ünlü yönetmen Raoul Walsh vermiş. Sinemaya sessiz dönemde girdi. John Ford’la vahşi batıya, Amerika’ya adanmış filmler yaptılar çoğunlukla. 1948 yapımı renkli “3 Godfathers-Çöl Yavrusu”, 1952 yapımı renkli “The Quiet Man-Kadın Satılmaz”, 1959 yapımı renkli “The Horse Soldiers-Kahraman Süvariler” filmleri de akla geliyor.

“Cehennemden Dönüş…”

Büyük John Ford’un 1939 yapımı siyah-beyaz “Stagecoach-Cehennemden Dönüş”, toplumsal önyargılara da eleştirel bir bakış getiren bir kovboy filmi. Hatta bir yol filmi. United Artists’in sunduğu filmin senaryosunu Dudley Nichols yazmış. Film, Ernest Haycox’ın “The Stage to Lordsburg” adlı kısa hikâyesinden uyarlanmış. Filmin müziklerini Richard Hageman bestelemiş. Filmde Richard Hageman, Franke Harling, Louise Grueberg, John Leipold, Leo Shuken’in folk müzikleri de duyuluyor sıkça. Bu film, “En İyi Müzik” dalında Oscar kazanmıştı. Diğer Oscar’ı da “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında Thomas Mitchell kazanmıştı. İlham verici siyah-beyaz fotoğrafları da Bert Glennon yansıtmış. Öncelikle Lordsburg kasabasındaki gece anlarındaki fotoğrafları unutulmazdı. Filmde zincirlemeli geçişlerle beraber kararma-açılma tekniği de kullanılmış. Zaman zaman çevrinmeli (panlı) çekimler de öne çıkıyor.
Yıl 1880… Filmin hikâyesi, Arizona’da Apaçi topraklarında geçiyor. Ford, bu filminde muhafazakâr ahlakın ikiyüzlülüğüne eleştiri getiriyor. Kasabanın tutucuları, “Kanun ve Düzen Derneği” adında tuhaf bir dernek kurmuşlar ve kendi değerlerine ve kültürlerine uymayanları toplum dışına atıyorlar. Bu önyargı, sadece toplumun dışına itmekle bitmiyor. Elbette Kızılderililere de uzanıyor bu. Onlar, yani Kızılderililer “vahşi” ve hemen yok edilmeli. Kızılderililerin topraklarını işgal etmiş beyazların şimdiki en büyük sorunuysa Gerenimo. Filmin ön jeneriğinde süvarilerin ve Kızılderililerin geçişleri yansıyor. Müzik de gerilimi yükseltiyor bu anlarda. İki süvari karargâha gelirken borazan da ötmeye başlıyor. Haberciler, Kızılderililerin Gerenimo liderliğinde toplandığını söylüyorlar. Gerenimo, Amerikalıların yenemediği büyük bir şeflerden biri. Gerenimo, adıyla heyecan gönderiyor her tarafa. Posta arabası da Lordsburg’e doğru yola çıkmaya hazırlanıyor. Yolcu taşıyan posta arabasını Buck (Andy Devine) sürüyor. Buck, bu işe Meksikalı karısıyla evlenebilmek için girmiş. Ama kuru fasulye yemekten de bıkmış. Sadece yolcu taşımıyorlar. Bankadan yüklüce parayı da Lordsburg’e götürüyor posta arabası. Posta arabasında Şerif Curley Wilcox da (George Bancroft) yer alıyor. Hapisten Henry “Ringo Kid” (John Wayne) kaçmış. Yolcular arasına “Kanun ve Düzen Derneği”nin üyelerinin kasabadan sürdüğü Doktor Boone da (Thomas Mitchell) katılıyor. Dernek, bunun yanında sarışın fahişe Dallas’ı da (Claire Trevor) kovuyor kasabanın namusu için. Dallas, doktora sığınıyor. Süvari subayı kocasına ulaşmak isteyen siyah saçlı Mallory de (Louise Platt) yolcular arasında. Ona göre ahlaka uymayan Dallas’la aynı arabada yolculuk yapmak, kendi gibi soylu birine yakışır mıydı? Hemen tepkisini gösteriyor. Ama Dallas’ın koruyucusu Doktor Boone var orada. Mallory, bir ara eski asker, şimdi bir kumarbaz Hatfield’la (John Carradine) göz göze geliyor yolculuk öncesi. Hatfield, bir melekle göz göze geldiğini sanıyor bir an ve “Ormandaki bir melek gibi” diyor Mallory için. Sonra da hep Mallory’nin yakınında oluyor karşılıksız aşk olsa da. Arabanın yolcuları arasına Doktor Boone’un peder dediği, aslında viski satıcısı Samuel Peacock da (Donald Meek) katılıyor. Elbette bankacı Henry Gatewood da (Berton Churchill) yolculara katılıyor. Bankadan taşınan 50 bin dolar onun. Dolarları zimmetine mi geçirmişti Gatewood? Posta arabası Lordsburg’e doğru bu yolcularıyla yola koyuluyor Arizona çölünde. Süvariler de, posta arabasıyla beraber yola çıkıyorlar. Başlarında da genç Teğmen Blanchard (Tim Holt) var.

Apaçilerin korkusu da sarıyor bazı yolcuları. Gatewood, Apaçilerden haberi yokmuş binlerce doları götürürken. Dallas için Apaçiler, bu toplumun tuhaf ahlakından iyiydi. Ford, bu filminde beklenmedik anlarda biçim alıştırmaları da yapıyor çarpıcı kamera açılarıyla. Estetik anlamda ilham sunan bir filmdi bu. Posta arabası nehri geçerken, hapisten kaçan Ringo Kid çıkıveriyor ortaya. Atı da, kendisi de yorgun. Curley’ye teslim oluyor. Ringo Kid göründüğünde kamera birden öne muhteşem kaymayla ona yaklaşıyor. Ringo Kid, ailesini yok eden Plummer kardeşlerden intikam almak için hapisten kaçmış. Kardeşler Luke (Tom Tyler), Ike (Vester Pegg) ve Hank (Joe Rickson) şimdi Lordsburg kasabasındaymışlar. Arabada Peacock’un yanına düşen Doktor Boone da onun çantasındaki viskileri içiyor sürekli. Hiç ayık değil Doktor Boone. Viskilerin yanında cennete düşmüş gibi sanki. Hatfield’in Mallory’ye duyduğu platonik aşka dokunulurken, Ringo Kid’in yalnızlığını hissettiği Dallas’a karşı sıcaklık duyuşu da hissediliyor hemen. Ringo Kid’in kendisi de yalnız. Belki de kader bu iki yalnız insanı buluşturarak çoğaltacaktı. Ringo Kid’in Dallas’a duyduğu aşk, aşk filmlerinkinden daha sahici ve içtenlikliydi. Bu film, aşk için çaba göstermek gerek diyor. Görüntü kararıyor.

Posta arabası ilk molasını veriyor bir handa. Atlar da değiştiriliyor burada. Hanı, Billy Pickett (Francis Ford) ve karısı (Ann Deighton) işletiyor. Teğmen Blanchard, komutasındaki süvarilerle yol üzerinde Apaçiler olduğu için geri dönmeye karar veriyor. İçeride, yemek masasında tuhaf şeyler de oluyor. Güneyli tuhaf ahlakın kuşattığı Mallory bunalıma giriyor. Kendisi gibi üst sınıftan birinin, aşağı sınıftan bir fahişeyle, Dallas’la aynı masada yemek yiyebilir miydi? Masadan uzaklaşıyor hemen. Dallas, Mallory’ye karşı sıcak ve sevecen hep. Ringo Kid, hayatının kadını Dallas’a yaklaşıyor, onunla iletişim kurmak istiyor. Mallory, subay kocasını aramak için Virginia’dan gelmiş Arizona’ya. Öte tarafta korkak Buck da, Apaçi korkusundan geri dönmek istiyor. Peacock gibi. Bayanlar bu yolculuğa devam etmek istiyor muydu? Curley, Mallory’ye soruyor sadece. Ama orada Dallas da vardı. Ringo Kid, Dallas’a sahip çıkıyor, koruyor. Belki de sonsuza kadar. Curley’nin gözü de daima Ringo Kid’in üzerinde. Çünkü 500 dolarlık ödül Ringo Kid. Kamera, masadan uzakta oturan kibirli Mallory’ye kayarak yaklaşıyor. Mallory ve Hatfield birbirlerine hikâyelerini anlatıyorlar bu anda.

Sonra yeni atlarla yola çıkıyorlar. Buck, arabayı tepelere sürüyor. Oralar soğumuş ve Apaçiler soğuktan hoşlanmazmış. Arabanın içinde Hatfield, susayan Mallory’ye matarasından bardağa su doldurup veriyor. Ringo Kid, diğer bayanı, Dallas’ı atlayan Hatfield’a öfkeleniyor. Dallas, bardak olmadan mataradan da su içebiliyor. Ne de olsa o güneyli bir hanımefendi değildi. Dallas da Ringo Kid’in bu ilgisinin farkında. Gözleri de arada ona kayıyor. Doktor Boone da, Peacock’un çantasındaki viskileri midesine indirip duruyor arabada. Tepelerde toz fırtınası kopuyor. Ardından mola için yeni hana geliyorlar. Hanı, Meksikalı Chris (Chris-Pin Martin) ve Kızılderili eşi Yakima (Elvira Ríos) işletiyor. Posta arabası biraz daha erken gelse Mallory kocasıyla buluşabilecekmiş. Apaçiler bir çiftliği yakmışlar yine. Süvarilerle oraya gitmiş subay koca. Mallory, hanın içine giriyor ve birden yere düşüyor. Mallory hamileydi. Ama onu kim doğurtacaktı? Ayyaş Doktor Boone mu? Sert kahve içip ayılan Doktor Boone, Dallas’ın yardımıyla doğuma girişiyor. Daha önce de çok bebek doğurtmuş. Mallory doğum yaparken, hancının Kızılderili karısı Yatima da gitar eşliğinde şarkı söylüyor gecenin içine doğru. Acaba bir şeyler mi oluyordu? Hemen anlaşılıyor. Posta arabasının atları çalınıyor. Yatima da at hırsızlarıyla beraber kaçıyor. Bunlar olurken Mallory, bir kız bebek doğuruyor. Ringo Kid ve Dallas, doğan kız bebeğin varlığıyla birbirlerine şefkatle bakıyorlar bir an. Ama daha çok Dallas’ın bakışlarında özlem hissediliyor. Bir doğumu daha başarmış Doktor Boone, barda gururla içkisini yudumluyor sonra.

Dallas dışarı çıkıyor. Ringo Kid peşinden gidecekken, hancıyla karşılaşıyor holde. Bu anda kamera, holü kısa odak uzaklı objektif kullanılıyormuş gibi derinlikli yansıtıyor. Aynı şey, Ringo Kid dışarı çıktığında da fark ediliyor derinlikli görüntü. Gecenin içinde Dallas kameraya yakın dururken, arkada Ringo Kid görünüyor. “Alan derinliği”, Orson Welles’in 1941 yapımı siyah-beyaz “Citizen Kane-Yurrtaş Kane” filminde doğmuştu. Welles ve kameraman Gregg Tolland, objektifler üzerinde çalışarak sinemada perspektifi yaratmışlardı. Ford’un kameramanı Bert Glennon’ın çalışmalarının peşine düşmek gerek. Ringo Kid, kendi gibi bu dünyada yapayalnız Dallas’la evlenmek istiyor. Onun, çiftliğine gitmesini istiyor. İntikamını alıp, cezasını tamamladıktan sonra yeni hayata başlayabileceklerdi. Ya Dallas ne düşünüyordu? Geçmişi peşini bırakacak mıydı? Ringo Kid, her şeyi biliyor ve Dallas’a daha da derin duygular besliyor. Dallas, onun kaçıp gitmesini istiyor. Böylelikle kendisini de unutmasını umuyor. Ahlaki önyargılar derin muhafazakâr ikiyüzlü toplumlarda. Curley birden dışarı çıkıyor ve ortalarda serbestçe dolaşan Ringo Kid’i kelepçelemek istiyor.

Sabah. Güneş doğmadan Doktor Boone, hemen bara gidiyor bir an önce içmek için. Yola çıkma zamanı da geliyor. Mallory de hemen yola çıkıp kocasına ulaşmak istiyor. Yatakta dinlenen Mallory’yle Dallas ilgileniyor. Bu güneyli soylu hanımefendi için kabul edilebilir bir şey miydi bu? Bir güneyli için, kölelerden ve fahişelerden yardım bulmak kaldırılacak bir şey değildi ama… Ringo Kid, Dallas’la evlenmeyi çok istiyor. Bir kadınla bir erkek, birbirlerine doğru yürürler ve âşık olabilirlerdi. Sonra da evlenirlerdi. Ringo Kid, 17 yaşından beri hapse yabancı değilmiş. Doktor Boone, kederli Ringo Kid’e, mutfakta bir genç bayanın kahve yaptığını söylüyor sıcak kelimelerle. Doktor, önceleri bu ilişkiye mesafeli olsa da, gelen aşkın büyüklüğünü hissediyor sanki. Mutfağa giden Ringo Kid, mutfakta Dallas’ın cevabını bekliyor evlenmek için. Dallas onun kaçıp gitmesini istese de, Ringo Kid istemiyor. Çünkü her şeye yeniden başlanabilirdi. Ama önce intikam vardı. Dallas, o kaçıp giderse az da olsa umut veriyor sanki. Ringo Kid bunu deneyecek miydi? Zihninde ikilemler yaşayan Ringo Kid dışarıda, tepelere bakıyor. Apaçilerin, dumanlarla savaş işareti verişlerini izliyor. Çok da yakındalar üstelik.

Posta arabası yola çıkıyor. Posta arabası nehir kıyısındaki çiftliğe geliyor. Apaçiler, feribot iskelesini yakmışlar. Posta arabası nehirden karşı kıyıya geçmesi de gerekiyor. Lordsburg de uzakta değil. Kamera, posta arabası sudan geçerken çarpıcı kaydırmayla yansıtıyor bu anı. Estetik anlamda insanı etkiliyor bu çekim. Apaçiler de uzaktan onları izliyorlar. Araba karşıya geçtikten sonra ok atıyorlar. Saldırı başlıyor. Apaçilerin saldırısı yüksek bir gerilimle yansımış. Ford, bu anlarda insanı atmosferin içinde kaybettiriyor kameranın çekim açılarıyla. Kamera, arabanın hızıyla beraber kayıyor. Posta arabasından Apaçilere ateş edilirken, Apaçiler de tüfekleriyle karşılık veriyorlar onlara. Hatfield, sanki sadece Mallory’yi korur gibi karşı koyuyor Apaçilere tabancasıyla. Bebeği de Dallas koruyor. Apaçilerden biri, arabanın atlarını durdurmak için akrobasi yaparken yere düşüyor, arabanın altında kalıyor ve yaralanmayan Apaçi savaşçısını Hatfield vuruyor. Ama Hatfield’ı da başka Apaçi vuruyor. Hatfield yaralanıyor ve çok geçmeden ölüyor aşkını fısıldayarak. Trajediler yaşandıktan sonra askerler geliyor.

Lordsburg kasabasında. Uzun bir gece başlıyor. Posta arabası yolcularını kasabaya getiriyor. Mallory sedyeyle taşınıyor. Kocası Richard hayattaymış. Mallory, sedyeyle taşınırken, utanarak Dallas’a, “Senin için yapabileceğim” diyebiliyor ancak. İyi yürekli Dallas bir şey istemiyor ondan. Kasabada “saloon” da var. Plummer kardeşler orada. “Saloon”da piyano tınıları duyuluyor. Dallas dışarıda tek başına yürürken yansıyor. Kamera da onu geriye kayarak izliyor. Ringo Kid de Curley’den bir saat izin istiyor. Sonra da Dallas’ı çiftliğine götürmesini istiyor ondan. Kaçmamaya da söz veriyor Ringo Kid. Kasaba şerifi (Duke R. Lee), Greenwood’u hemen tutukluyor orada. Telgraf telleri tamir edilmiş. Doktor Boone, “saloon”a giriyor. Barmenden içki istiyor. Plummer kardeşlerden Luke da barda. Kamera da, Ringo Kid’le Dallas’ı geriye, sola kayarak takip ediyor dışarıda. Kamera, “saloon”u yansıtıyor dışarıdan. “Saloon”da da gerginlik hissediliyor. Plummer kardeşler, Ringo Kid’in geldiğini biliyorlar. Luke, tüfeğini hazırlıyor. Doktor Boone, Luke’tan tüfeğini istiyor, “Katil olduğunu herkese söylemeyeceğim” diyerek. Luke, öfkeyle dışarı çıkıyor. Gecenin karanlığında gerilim üst noktalara tırmanmaya başlıyor. Her şey ölümle yaşam arasında Ringo Kid ve Plummer kardeşler için. Ringo Kid, Plummer kardeşleri bu dünyadan silmek istiyor. Luke, Ike ve Hank caddeye geliyorlar. Karşılarında tek başına Ringo Kid var. Yönetmen, düello anını göstermiyor, sadece kurşun sesleri duyuluyor uzaktan. Sesleri duyan Dallas endişeleniyor. Luke, “salloon”a giriyor ve birden yere yığılıyor. Ringo Kid, Dallas’ın yanına geliyor. Sarılıyorlar. Curley de at arabasıyla yanlarına geliyor. Doktor Boone da Curley’nin yanında. Curley, Ringo Kid’i serbest bırakmaya karar veriyor. Bu iki yalnız ve güzel insana yeniden başlama fırsatı veriyor. Ringo Kid ve Dallas mutluluğa giderken Doktor Boone , “Medeniyetin olduğu yerde emniyette olurlar” diyor Curley’ye. Sonra da içki içmeye gidiyorlar mutluluğu kutlamak için. Gece boyunca süren Lordsburg kasabasındaki bu son bölüm, sinema sanatının armağanıydı. İnsan bu anları izlemeye doyamıyor. Ayrıca bu film de unutulmaz ve Ford sinemasının başyapıtlarından. Bu kadar zengin karakterleri ve güçlü diyalogları günümüz Hollywood filmlerinde bile bulabilmek kolay değil. Bu film, ilham vericiydi ve sinemanın da mücevherlerinden.

“Kahramanın Sonu…”

Büyük usta John Ford’un 1962 yapımı siyah-beyaz “The Man Who Shot Liberty Valance?-Kahramanın Sonu” westerni, büyük bir sırrın içine giren unutulmaz bir başyapıt. Paramount’un sunduğu filmin senaryosunu James Warner Bellah ve Willis Goldbeck ortak yazmışlar. Film, Dorothy M. Johnson’ın eserinden uyarlanmış. Ford, bu filminde sinemanın en uzun geriye dönüşlerinden birini yaratmış. Hatta geriye dönüşün içinde bile geriye dönüşü yaşatıyor. Filmde, Cyril J. Mockridge ve üstat Alfred Newman’ın bestelediği tınılar duyuluyor. Etkileyici siyah-beyaz fotoğrafları da kameraman William H. Clothier yansıtmış. Filmdeki gece atmosferleri çok çarpıcı ve öğreticiydi. Bu film ülkemizde, Şubat 1966’da vizyona girmişti.

Film, ahşap üstüne düşen ön jenerik yazılarıyla başlıyor. 25 yıl sonra Senatör Ransom “Ranse” Stoddard (James Stewart), karısı Hallie’yle (Vera Miles) Shinbone kasabasına geliyor. Bu sınır kasabasına artık tren de çalışıyor. Ranse de trenle geliyor kasabaya. Onları, eski zamanların şerifi, şimdi ihtiyarlamış Link Appleyard (Andy Devine) karşılıyor. Artık şerif değil ihtiyar Link. “Shinbone Star” adındaki gazetenin, genç ve heyecanlı muhabir (Joseph Hoover), Ranse’in peşinde dolanarak Liberty Valance’ı (Lee Marvin) vuran adamı arıyor. Gazetenin editörü Scott da (Carleton Young), Liberty Valance’ın öldürülmesini kahramanının ağzından yazmak istiyor. Ranse, Link’ten karısını gezdirmesini istiyor. Link de Hallie’yi at arabasına bindiriyor ve kasaba dışındaki çiftliğe götürüyor. Link, “Kasaba, demiryolu sayesinde değişiyor, gelişiyor ama çöl hep aynı” diyor. Hallie, kendisiyle evlenmek istemiş Tom Doniphon’ın (John Wayne) enkaza dönmüş evine bakıyor. Tom, onun için eve, veranda ve yeni bir oda yapmak istemiş. Hayat ve kader herkesi bir tarafa sürüklemiş. Ama kaktüs gülleriyse hâlâ capcanlı görünüyor. Ranse ve Hallie, bu kasabaya Tom’un ölümü için gelmişler. Link, kaktüs bahçesinden kaktüs gülü alıyor Hallie için. Editör, Ranse’in kasabaya niçin geldiğini de öğrenmek istiyor. Ranse, Tom’un cenazesi için gelmiş buralara. Link ve Hallie de geliyor. Hep beraber cenazenin olduğu yere gidiyorlar. Tom’un naşı tabutta. Hallie, Tom’un yardımcısı siyahî Pompey’i (Woody Strode) tanıyor. O da yaşlanmış. Ranse, tabutun içine bakıyor ve Tom’un çizmelerini söylüyor. Cenaze yerine gazeteciler de geliyor. Ondan hikâyeyi istiyorlar.

Her şey demiryolu gelmeden önce başlamış. Hukuku bitirmiş genç bir avukat olan Ranse, bu kasabaya posta arabasıyla gelmiş. Cebinde de çok az para varmış. Cenaze yerinde bir posta arabası görüyor. Belki de bu posta arabası onu buraya getirmişti. Film, 25 yıl öncesine, daha demiryolunun gelmediği zamana dönüyor. Gecenin içinde Liberty Valance ve çetesi posta arabasının yolunu kesiyor soygun için. Ranse’e biri, “Batıya git. Şöhret, servet ve macera orada” demiş. O da Shinbone sınır kasabasına hukuk götürmek istemiş idealistçe. Üzerinden çok az para çıkınca Liberty Valance, Ranse’e öfkeleniyor ve kamçısıyla Ranse’i kırbaçlamaya başlıyor. Kırbaçlamaktan haz duyan Liberty Valance’ı durdurmak da çoğunlukla çetesindeki Reese’e (Lee Van Cleef) düşüyor. Liberty Valance’ın öfkesinden yaralı olarak çıkan Ranse’i, Tom ve Pompey at arabasıyla kasabaya getiriyor. En güvenli yer de İsveçli Peter Ericson’un (John Qualen) işlettiği restoran. Restoranda Peter’in karısı Nora (Jeanette Nolan) ve Hallie de var. Hallie, Tom’un hep “Yolcu” dediği Ranse’e hemen şefkat gösteriyor. Tom, Hallie’ye sırılsıklam âşık. Filmde, alttan alta aşk üçgeni oluşuyor birden. Ford, aşkı öne çıkartan filmlerden daha içtenlikli ve gerçekçi yansıtıyor aşkı. Hayata yakın duruyor. Şerif Link, olay çıkmasından korkuyor. En çok da haydut Liberty Valance’tan. Ona göre biftek yemek her şeyden daha iyi.

Parasız kalan ve kalacak yeri olmayan genç Ranse, Peter’in restoranında bulaşıkçılık yapmaya başlıyor. Akşamları, restoranın çok müşterisi oluyor. Neredeyse bütün kasaba orada yiyor. Ranse, hukuk tabelası da asıyor restorana. Ranse, Hallie’nin okuma-yazma bilmediğini de fark ediyor. Ona öğretmek istiyor. Okuma-yazma bilmeyenlerde öfkeli tepki de olabiliyor. Hallie, “Okuma sana ne kazandırdı” diyor Ranse’e. Bir de Ranse, Liberty Valance’ı bölge yasalarıyla tutuklatmayı düşünse de şerif bu belaya bulaşmak istemiyor. Ranse, Hallie’yi hep şaşırtıyor. Çünkü o bir centilmen ve bir bayan masasına geldiğinde hemen ayağa kalkıyor. Belki de farkında olmadan Hallie, bu centilmene âşık oluyor. Ya Tom? Hallie’yi, hep yakınında olan Ranse’e kaptırdığını hissediyor belki de Tom. Çünkü onun hayat deneyimi ikisinden de fazla. Hallie, sonunda okuma-yazmayı öğrenmek istiyor. Aşk güçlü. Geceleyin Tom ve Pompey restorana geliyorlar. Tom, Shinbone Star’ın editörü Dutton Peabody’nin (Edmond O’Brien) masasına oturuyor. Peabody, Tom’un Hallie’ye ilgisini seziyor. Bu aşkı haberleştirmek istiyor hemen. Âşık olunan Hallie, hayatında hiç gerçek gül görmemiş. Sadece kaktüs güllerini biliyor. Bir de bu kasabayı. Restorana, Liberty Valance ve çetesi geliyor. Gelişleri tedirginlik yaratıyor restoranda. Zorla bir masayı işgal ediyorlar. Ranse, Tom’un bifteğini götürürken, Liberty Valance’ın kamçısını fark ediyor. Libery Valance, Ranse’e çelme takıyor havayı daha da kızıştırmak için. Biftek yere düşüyor. Ranse, bifteği yerden alacakken, Tom almamasını söylüyor ona. Tom’un öfkesini gören Liberty Valance, çetesiyle beraber restoranı tek ediyorlar. Ata binip kasabadan giderlerken güçlerini hatırlatmak için havaya ateş ediyorlar. Peabody, Ranse’e tabelasını gazeteye asmasını söylüyor bu yaşananlardan sonra. Hallie karşı çıksa da Ranse, tabelayı gazeteye asıyor. Hallie, Liberty Valance’ın Ranse’i öldürmesinden endişeleniyor. Tom restorandan çıkarken, Hallie ona bakıyor bir an. Tom her şeyi hissediyor. Zincirlemeli geçişle kamera gazete binasını dışarıdan yansıtıyor.

Ranse, kasabada okuma-yazma bilmeyenlere dersler de vermeye başlıyor. Hallie de derse katılıyor. Ranse, Amerikan tarihini, yasaları, yurttaşlık haklarını, Bağımsızlık Bildirgesi’ni de öğretiyor. Tom da geliyor oraya Pompey’i almak için. Yapacak daha önemli işler varmış. Ranse, Picketwire Nehri’nden bolca yararlanan büyük çiftlik sahiplerinin Washington’daki politikalar üzerindeki etkileri yüzünden, Shinbone’daki küçük toprak sahipleri kaybediyorlar. Sığır işleriyle uğraşan toprak ağaları, küçük toprak sahiplerini korkutmak için Liberty Valance ve çetesini tutmuşlar. Tom, dersi bırakmasını istiyor Hallie’nin. Ama hemen tepki gösteriyor. Tom, “Kızdığın zaman daha güzelsin” diyor Hallie’ye. Ranse de Tom’un Hallie’ye âşık olduğunu fark ediyor. Onu, Tom’a yakınlaştırmak istiyor alttan alta. Ranse, silahların kanun olduğu bu vahşi batı kasabasında hukukla bazı şeyleri yenemeyeceğini anlıyor birden. Peabody’den tabancasını alan Ranse talim yapıp ustalaşmak istiyor. Kanun maddelerini bilen pasifist Ranse, silahların maddelerini de öğrenebilecek miydi? Peabody, Hallie’ye olanları anlatıyor. Ranse, talim yapıp Liberty Valance’ı öldürmek istiyor. Halle endişeleniyor. Zincirlemeli geçiş. Ranse, at arabasıyla giderken, Tom da atıyla peşinden gidiyor onun. Tom, Ranse’i kendi çiftliğine götürüyor ve ona tabancayla talim yaptırıyor tabancayla. Talim yaptırırken de Ranse’e, Hallie’nin kendisinin olduğunu söylüyor. Onun için veranda ve oda yaptığını söylüyor. Hallie’nin Ranse için telaşlanması Tom’u mutsuz ediyor.

Kasabada seçim yapılıyor. Ranse’in öncülüğünde oy kullanıyor kasabalılar. İki delege için oy verecekler. Amerika’da delegeler çok önemli. Ama bu seçim sistemini anlamak, beyzbolü anlamak kadar zordu. Sığır sahipleri, seçimleri lehlerine dönüştürüp Washington’da nüfuz elde ediyorlar. Bu demokrasiye, insan haklarına ve eşitlik ilkesine aykırıydı. Ranse, Tom’u aday gösteriyor. Ama Tom reddediyor bu öneriyi, çünkü başka planları varmış. Peabody de aday gösteriliyor. Ama o da istemiyor. Çünkü içmek daha iyiydi. Oy kullanılırken, Liberty Valance ve çetesi de geliyor. Liberty Valance da aday olmak istiyor. Kasabalılar karşı çıkıyor bu adaylığa ve Liberty Valance da Ranse’i tehdit ediyor giderken. Tom, Ranse’e kasabadan ayrılmasını tavsiye ediyor. Çünkü bu tehdit ciddiydi.

Gece. Zincirlemeli geçişle kamera, gazetenin önünü yansıtıyor. Şerif Link de kapının önünde. Kamera, yavaşça gazete binasına yaklaşıyor. İçeride Peabody, gazeteye “Liberty Valance yenildi” diye manşet atmış. Peabody, bara gidip biraz içmek de istiyor keyiften. Barda Liberty Valance da var. Restoranda Ranse de bulaşıkları yıkıyor her zamanki gibi. Hallie de kasabadan gitmesini istiyor Ranse’ten. Yaşamasını istiyor. Sarhoş olmuş Peabody, dışarıda kendi kendine konuşuyor bağırarak. Gazeteye gidiyor. Liberty Valance ve çetesi de orada. Çete, gazeteyi kırıp döküyorlar. Liberty Valance, yine o meşhur kamçısını çıkartıp Peabody’yi nefretle kırbaçlarken, Reese yine onu durduruyor. Liberty Valance, Ranse’in tabelasını da sökmesini istiyor. Sonra çete dışarı çıkıyor. Çok geçmeden Ranse de gazeteye gidiyor. Yerde kanlar içindeki Peabody’yi görüyor. Doktor Willoughby’di de (Ken Murray) geliyor gazeteye. Peabody, “Liberty Valance’a basın özgürlüğünden söz etmeyi unutmayın” diyor yaralı haliyle. Ranse dışarı çıkıyor ve şerife, “Valance’a caddede olduğumu söyle” diyor ve sonra restorana gidiyor. Odasında yatağın altından tabancasını alıyor ve yine dışarı çıkıyor. Liberty Valance “saloon”da kumar oynuyor. Ranse de dışarıda elinde tabancayla caddede bekliyor düello için. Şerif Link, Liberty Valance’a, Ranse’i öldürürse cinayet olacağını söylüyor. “Silahı varsa nefsi müdafaa” diyor Liberty Valance. Sonra “saloon”un kapısına çıkıyor. Ranse, öne doğru yürüyor. Liberty Valance, ateş ediyor korkutmak için. Sonra da alay ediyor, sırıtıyor. Ranse’in elinden tabancası düşüyor. Sağ kolundan yaralanıyor. Yerdeki tabancayı sol eline almayı başaran Ranse ateş ediyor ve Liberty Valance yere yığılıyor. Ranse restorana dönüyor. Hallie yarasını pansuman yapıyor telaşla. Doktor Willoughby, Liberty Valance’ın öldüğünü söylüyor. Ranse bir kahraman. Tom restorana geliyor. Hallie’nin Ranse’e tutkusunu seyrediyor. Kendisi için artık en küçük umut yoktu Hallie’nin aşkı için. Sonra dışarı çıkıyor. Kibriti duvara sürtüp sigarasını yakıyor ikon. Liberty Valance’ın cesedi at arabasında geçip gidiyor. Reese, Ranse’in hemen asılmasını istiyor. Çünkü Ranse cinayet işlemiş. Tom sarhoş oluyor ve çiftliğine gidip Hallie için yaptığı evi yakıyor. At arabasıyla gelen Pompey, içerideki Tom’u kurtarıyor. Sonra da atları yanmaktan kurtarıyor. Ford usta, uzun gece çekimlerinde muhteşem atmosferler yaratabiliyor. Ford’un gece atmosferleri unutulmaz, her zaman.

Gündüz. Eyalet seçimi yapılıyor. Peabody, küçük çiftçilerin Washington için adaylarından zengin çiftçilere karşı. Ranse de orada. Seçim yapılan bu büyük kasabada demiryolu da var. Seçimler için bölgesel tartışmalar da oluyor. Sığır sürüler plan büyük çiftçiler de gösteri yapıyor propaganda için. Toprak ağalarından Albay Cassius Starbuckle (John Carradine), adaylık için Buck Langhorn’u (Tom Hennesy) gösteriyor delegelere. Peabody de konuşma yapıyor ardından delegelere. Peabody, “Kızılderililer, yaşama hakkı için savaşmışlardı. Buralara gelen sığır çiftçilerinki ne içindi” diyor konuşmasında. Peabody, Kongre için Ranse’i aday gösteriyor. Tom da oraya geliyor. Starbuckle, Ranse’i delegelere katil olduğunu söylüyor. Tartışmalar sürerken Ranse ortadan kayboluyor birden. Ranse, vicdan azabı çekiyor Liberty Valance’ı öldürdüğü için. Öldürdüğü birisinin üstüne hayat kurabilir miydi? Tom onunla konuşuyor ve Liberty Valance’ı gerçekten vuranı öğreniyor Ranse. Bu film, polisiye filmlerindeki gibi merak duygusunu çoğaltıyor ve de Liberty Valance’ı vuran adamın kim olduğunu sona kadar saklıyor. Merak duygusu önemliydi. Filmi görmek gerek.

Film, şimdiki zamana dönüyor ve gazetecilerin hayal kırıklığı yansıyor. Gerçeği öğrenmelerine rağmen efsaneyi silmeyi kabul etmiyorlar. Ranse ve Hallie, trenle Washington’a dönerlerken, Ranse Shinbone’a yerleşmeyi istiyor. Hallie de hep bunun hayaliyle yaşamış. Eskisi gibi. Tom’un tabutunun üstüne kaktüs güllerini de Hallie koymuş. Aşk çok büyük bir duyguydu.

(30 Aralık 2015)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Kar Korsanları, 25 Aralık’ta Vizyonda

Faruk Hacıhafızoğlu’nun yazıp yönetiği Kar Korsanları, 25 Aralık’ta vizyona giriyor. Kars’ta 12 Eylül darbesinin gölgesinde üç çocuğun evlerini ısıtabilme uğruna kömür bulmak için verdikleri mücadeleyi anlatan filmin başrollerini Taha Tegin Özdemir, Yakup Özgür Kurtaal ve Ömer Uluç paylaşıyor. Dünya prömiyerini 65. Berlin Film Festivali’nde yapan film, 33. İFecr Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, 3. Kırmızı Lale Film Festivali’nde, 6. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde ve Uluslararası Edirne Film Festivali’nde En İyi Film, 22. Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney ödülü ve En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini aldı.

Barselona’da Bir Yılbaşı Gecesi

Dani de la Orden’in yönettiği ve Vicky Luengo, Aina Clotet, Alex Maruny ile Alexandra Jimenez’in oynadığı Barselona’da Bir Yılbaşı Gecesi (Barcelona Nit d’Hivern – Barcelona Christmas Night), 25 Aralık 2015’de Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Binlerce hikayenin saklı olduğu bir yılbaşı gecesi Barselona’da kahramanlarımız birbirinden farklı aşklar yaşamaktadır: Carles ve Paula, çatırdayan evliliklerini ayakta tutmanın mücadelesini verirken, Oscar hayatının aşkını arama yolunda hiç ummadığı bir limana demir atar.  Bu yılbaşı Barselona sokakları birbirinden farklı aşk hikayeleriyle ısınacak.

Saklı, 25 Aralık’ta Vizyonda

Selim Evci’nin yazıp yönettiği Saklı, 25 Aralık’ta vizyona giriyor. İlhan Şeşen, Türkü Turan, Settar Tanrıöğen ve Pelin Akil gibic isimlerin rol aldığı film iki ailenin birbirleriyle kesişen saklı hayatlarını konu alırken, aynı zamanda insanın kendi içindeki ‘saklı’ duygularına da işaret ediyor. Dünya prömiyerini 39. Montreal Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde yapan Saklı, bu yıl 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden de Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü, Cezayir’de gerçekleşen Annaba Film Festivali’nden En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, 3. Antakya Altındefne Uluslararası Film Festivali’nden En İyi Film ve Görüntü Yönetmeni ödülleri kazandı.

Delibal’a Görkemli Gala

Çağatay Ulusoy ve Leyla Lydia Tuğutlu’nun rol aldığı yılın en güzel aşk filmi Delibal’ın galası 20 Aralık Pazar günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleştirildi. Filmin galasına Kenan İmirzalıoğlu, Sinem Kobal, Tuba Büyüküstün, Onur Saylak, Cansu Dere, Barış Falay, Begüm Kütük, Sedef Avcı, Bennu Yıldırımlar, Derya Şensoy, Ferhan Şensoy, Aydan Şener, Rıza Kocaoğlu, Sema Öztürk ve Can Gürzap gibi pek çok ünlü isim katıldı.

Delibal’a Görkemli Gala yazısına devam et

Nadide Hayat Özel Gösterim Yaptı

Demet Akbağ, Çağan Irmak ve Yetkin Dikinciler, aile dostları, sanatçı ve gazeteci misafirleri ile özel bir salonda Nadide Hayat’ı izlediler. Çağan Irmak, Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler film öncesi perde önünde misafirleri selamladı. Keyfi yerinde olan Çağan Irmak özel gösterim öncesi “Demet’le olan ilk uzun metraj filmimize hoş geldiniz. Samimi ve sıcak bir ortam var, inşallah eğlenirsiniz gülümsersiniz. Moral vermek ve gülümsetmek istiyoruz bu sefer.” diye konuştu.

Nadide Hayat Özel Gösterim Yaptı yazısına devam et

Düğün Dernek 2: Sünnet Turnesinde Muhteşem Final

2015’in en çok izlenen filmi Düğün Dernek 2: Sünnet’in 10 ilde seyirciyle buluştukları büyük turnesi Konya ve Antalya gösterimleriyle sona erdi. 02 Aralık’ta İstanbul Zorlu PSM’de gerçekleştirilen seyircili gösterimle başlayan maraton, geçtiğimiz haftasonu Antalya’da Ahmet Kural, Murat Cemcir, Devrim Yakut ve Rasim Öztekin’in de katıldığı seyircili gösterimle muhteşem bir final yaptı. Gişede rekor üstüne rekor kıran Düğün Dernek 2: Sünnet, İstanbul, Sivas, Köln, Amsterdam, Eskişehir, Bursa, İzmir, Ankara, Konya ve Antalya’da yüzbinlerce seveniyle buluştu. Gelenek, turnenin son iki ayağı Konya ve Antalya’da da bozulmadı; her iki şehirde de büyük izdiham vardı.

Düğün Dernek 2: Sünnet Turnesinde Muhteşem Final yazısına devam et

Yola Geldik Filmi Karakolda Bitti

Haydar Işık’ın çektiği Yola Geldik sinema filminin çekim sonrası yaşanılanlar filmi aratmadı. Usta yönetmen çekimlerini bitirip eve döndüğünde bir sürprizle karşılaştı. Filmde kullanılan hasarlı aracın bagajının kapanmaması sonucu yaşanılan olay şöyle gelişti. Sabah saatlerinde çevredeki vatandaşların park halindeki aracı görmesi ve polisi araması sonunda araçta bulunan film malzemelerinin sahte ve imitasyon olduğu karakolda yapılan incelemede anlaşıldı.

  • Basın Bülteni
  • Görüntülü haber için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Çarşamba Buluşmaları’nda Ömer Uğur Konuşuyor

Mehmet Taşdiken tarafından yürütülen Çarşamba Buluşmaları, 23 Aralık 2015 Çarşamba günü 19:00 – 21:00 saatleri arasında, en son Guruldayan Kalpler adlı filmini izlediğimiz Ömer Uğur’u konuk ediyor. Buluşmalar, “Hayriye Cad., No: 12, Kat: 2, Galatasaray, İstanbul” adresinde bulunan Fransız Sokağı Kültür Merkezi’nde her Çarşamba günü ücretsiz olarak düzenleniyor. Türkiye’nin klâsiği olan etkinlik kültür hayatında duayen bir platform haline geldi.

Türk Sinemasının 101. Yılı Kutlandı

Sinemamızın ünlü sanatçıları Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi’nin düzenlediği 101. yıl şenliğinde muhteşem bir gece geçirdiler. Geceye Türkan Şoray, Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Filiz Akın, Selda Alkor, İzzet Günay, Selma Güneri, Yusuf Sezgin, Emel Sayın, Işın Karaca, Hakan Peker ve çok sayıda davetli katıldı. Gecede Türk filmlerinin fragmanları gösterildi ve unutulmaz şarkılar Metin Özülkü orkestrası eşliğinde seslendirildi. (Haber: Muharrem Erdemir.)

Türk Sinemasının 101. Yılı Kutlandı yazısına devam et

The Lobster

Yorgos Lanthimos’un yönettiği ve Colin Farrell, Rachel Weisz, Jessica Barden ile Olivia Colman’ın oynadığı The Lobster, 25 Aralık 2015’de PinemArt Film dağıtımıyla Calinos Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Karısı tarafından terk edilen David, kendisi gibi bekâr insanların eş bulmak üzere yerleştiği bir otelde kalmaya başlar. Ruh eşini bulması için 45 günü vardır ve eğer bunu başaramazsa seçeceği bir hayvana dönüştürülecektir. Otelin absürt kuralları, aynı kaderi paylaştığı insanların halleri ve ceza olarak sürüleceği ormandaki asilerin korkusu bir araya gelince çaresiz kalan David, yılın en özgün filmine imza atacak hikâyesini yazmaya karar verir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor