Orada’nın Afişi ve Fragmanı Hazırlandı

Hakkı Kurtuluş ile Melik Saraçoğlu’nun birlikte yönettiği Orada filminin afişi ve fragmanı yayına hazırlandı. 25 Aralık’ta sinemalarda gösterime girmesi plânlanan filmin konusu şöyle: 65 yaşındaki anne, huzurevinde yaşamına son vermiş, 36 yaşındaki abla ise kendine yeni bir yaşam kurmuşken annesinin vefatıyla iyice sarsılmıştır. 32 yaşındaki erkek kardeş de yıllardır dönmediği ülkesine apar topar dönmüştür. Bir araya gelen abla – kardeş annelerini defneder, ardından da Büyükada’daki aile evinde münzevi bir yaşam sürmekte olan 71 yaşındaki babalarını bulur. Bir araya gelen aile fertleri, o güne dek konuşamadıklarını konuşurlar.

  • Fragman
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Neşeli Hayat, Yarın Türkiye’de ve Avrupa’da Gösterimde

Yılmaz Erdoğan’ın 4 yıl aradan sonra kendi senaryosundan yönettiği Neşeli Hayat’ın galasında sanat dünyası biraraya geldi. Filmin İstinye Park AFM Sinemaları’nda yapılan galasında göze çarpan ünlüler arasında Cem Yılmaz, Ata Demirer, Mahsun Kırmızıgül ve Ajda Pekkan vardı. İstanbul galasının ardından Yılmaz Erdoğan, 27 Kasım Cuma günü tüm oyuncu kadrosuyla birlikte Berlin ve Amsterdam galaları için yola çıkacak. Yılmaz Erdoğan ve ekibi bayramın ardından 04 Aralık’ta Ankara’da, 05 Aralık’ta İzmir’de seyirciyle buluşacak. Film Cuma günü Türkiye ve Avrupa’da 400 kopya ile gösterime giriyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Neşeli Hayat, Yarın Türkiye’de ve Avrupa’da Gösterimde yazısına devam et
  • 21. Ankara Uluslararası Film Festivali

    Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali, 11 – 21 Mart 2010 tarihleri arasında 21. kez sinemaseverlerle buluşacak. Festival kapsamında düzenlenen Ulusal Uzun Film Yarışması’nda, Türk sinemasına nitelikli ürünler kazandıran sinemacılara çeşitli dallarda toplam 16 ödül verilecek, ticari gösterim şansı olmayan filmlerin de meraklısıyla buluşması sağlanacak. Festival bu yıl, Aziz Nesin Emek Ödülü’nü Filiz Akın’a; Kitle İletişim Ödülü’nü Gece Gündüz Programı’na; Sanat Çınarı Ünvanı’nı ise Gülten Akın’a sunacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görseller, yarışacak uzun metraj filmler hakkında geniş bilgiler ve diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    21. Ankara Uluslararası Film Festivali yazısına devam et
  • Amelia

    Mira Nair’in yönettiği ve Hilary Swank, Richard Gere, Ewan McGregor ile Christopher Ecceleston’un oynadığı Amelia, 08 Ocak 2010’da Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Amelia Earhart’ın yayıncı George Putnam ile yaptığı fırtınalı ortaklık ve bu ortaklıktan doğan nihai evliliği, Earhart’ın havacılıkta elde ettiği erken başarıların, şöhrete ve servete kavuşmasının da arkasındaki güçtür.
    Birbirlerine karşılıklı ihtiras, hayranlık ve nihayet büyük bir aşkla bağlı olan çiftin aralarındaki bağı, Earhart’ın Gene Vidal ile yaşadığı kısa tutkulu ilişki bile sarsamaz.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirilerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Amelia yazısına devam et
  • Kırık Kucaklaşmalar

    Pedro Almodovar’ın yönettiği ve Penelope Cruz, Lluis Homar, Blanca Portillo ile Jose Luis Gomez’in oynadığı Kırık Kucaklaşmalar (Los Abrazos Rotos – Broken Embraces), 08 Ocak 2010′da Chantier Films dağıtımıyla Chantier Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    Seven bir adam, 14 yıl önce Lanzarote adasında geçirdiği trafik kazasında görme yeteneği ve hayatının kadını Lena’yı kaybetmiştir. Edebi yazılarını yazarken Harry Caine, yönetmenlik yaparken gerçek adı Mateo Blanco’yu kullanır. Kazadan sonra kimliğini reddeder ve takma adı Harry Caine ismini kullanır. Hayatta tutunabilmesi için Mateo Blanco’nun sevgilisi Lena ile öldüğü fikrini kabûllenir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri, diğer haber ve basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kırık Kucaklaşmalar yazısına devam et
  • 04 Aralık 2009 Haftası

    “Adını Sen Koy”, dört ana karakteri, bir aşk üçgeni ve geçmişte yaşanmış trajik olayı barındıran bir film senaryosunun nasıl ‘ham’ ve yoksul bırakılıp, perdeye de -neredeyse- her sahnesinin nasıl bir ‘olmamışlık’ duygusuyla yansıyabileceğinin örneği. Sadece bir ayrıntı vereyim: Can birkaç gün sonra evleneceği nişanlısı Aybige’ye, nikâhlarında şahitlik yapacağı için yurtdışından gelecek en yakın arkadaşının mesleğini söylediğinde kızın ilgisini çeker ve paleontologların ne yaptığını sorar… Sonra Ilgaz gelir; o da Aybige’ye sevdalanmıştır (bir fotoğraftan)… Aybige’nin de gönlü ona akarken, bakınız, işini bilen bir senarist, filmin başına konulmuş o merak sorusunu açar ve Ilgaz’ın, mesleğinin ilgi çekici noktalarını Aybige’ye anlatmasını sağlar, böylece kızın hayranlığı güçlenir (tabii dümdüz bahsetmez, büyülü biçimde anlatır). Çünkü Ilgaz’ın tüm bilinçli soğukluğuna rağmen ikisi sohbet etme olanağı yakalamıştır. Ama işte ‘bizim senaryo’da, o ayrıntı filmin başında havada asılı kalır ve bir daha dönülmez. Örnekler yığınla… Ha, bu arada oyunculardan Ali İl ve Cemal Toktaş ‘düşük tonda’, gerektiği gibi birer performans sergilerken, Melis Birkan doğal oynamaya çalışırken bunu vurguladığı için (“bakın ben nasıl oynuyorum”!) izleyeni rahatsız ediyor. Ahmet Mümtaz Taylan ise “kuyuya taş atan…” rolünde sahneleri ele geçiriyor ama etkili olamıyor. Tümü yönetim zaafı doğaldır ki… Bu niyeti güzel projeye yazık olmuş! Fakat bir yanıyla da ‘sıcak’ bir çalışma olduğundan dört üzerinden iki yıldızı hak ediyor.

    “Dönüşüm”de, Bayan Marina de Van zor ve zorlu bir psikolojik ‘puzzle’ üzerinden, ilginç biçimde, iki ayrı oyuncuyu bir bedende birleştirmiş. Filmin bir bölümünde ne Sophie Marceau ve ne de Monica Bellucci, fakat her ikisinin birleşimi olan bir üçüncü oyuncuyu izliyorsunuz. Bu, hikâyenin zorlama çıkış noktasından da, zor seyrin sonunda ‘atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmemesinden’ de enteresan. Ben, kendi adıma böyle bir deneyim yaşadığımı anımsamıyorum. Salt bunun için izlenebilir. Görsel etki sanatçılarına kocaman bir aferin!

    “Zamanın Tozu”nda Theo Angelopoulos, yirminci yüzyılın ikinci yarısında savrulan bir kadın ile iki erkeğin hikâyesini, ‘filmdeki yönetmen’i aracılığıyla, bugün ve geçmiş arasında köprüler kurup politik ayrıştırmanın yol açtığı kederleri iliklerinize işleterek anlatıyor… ‘Büyük usta’ sıfatını boşuna almış değil kuşkusuz: Önemli toplumsal – siyasal olayların, üç kişinin ruhunda nasıl fırtınalar yarattığını yansıtırken, bu fırtınaları yüz milyonlarca insana şamil biçimde hissetmenizi sağlıyor. Sinemada anlatının nasıl bir sanat yapıtına dönüştürebileceğinin de dersini veriyor. Sanatsal zevkleri her anlamda yudumlayabileceğiniz bir çalışma.

    (02 Aralık 2009)

    Ali Ulvi Uyanık

    aliuyanik@superonline.com

    Süpürrr!, Filminin Basın Toplantısı Oyuncular ve Yönetmenin Katılımıyla Yapıldı

    Yeşim Sezgin’in yönettiği ve Cem Kılıç, Başak Parlak, Ruhi Yapıcı ile Cenk Tunalı’nın oynadığı Süpürrr!, filminin basın toplantısı yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yapıldı.
    18 Aralık 2009′da vizyona çıkacak olan filmin konusu şöyle: Oğuz, üç yıldır birlikte olduğu Naz ile evlenmeye karar verir. Ancak Naz’ın babası kızını milli formayı giyen birisine vermeye and içmiştir. Çaresizlik içinde kalan Oğuz, tam umudunu yitirmeye başladığı anda televizyonda hiç bilmediği bir spor dalı görür: Curling. Oğuz ve arkadaşları curling takımı kurarak kimsenin bilmediği bu spor ile kolay yoldan Milli Sporcu olmaya karar verirler.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Süpürrr!, Filminin Basın Toplantısı Oyuncular ve Yönetmenin Katılımıyla Yapıldı yazısına devam et
  • Tozun Altında Kalan Hatıralar

    Zamanın Tozu (I Skoni tou Hronou)
    Yönetmen: Theo Angelopoulos
    Senaryo: Theo Angelopoulos, Tonino Guerra, Petros Markaris
    Müzik: Eleni Karaindrou
    Görüntü: Andreas Sinanos
    Oyuncular: Willem Dafoe (A), Irène Jacob (Eleni), Bruno Ganz (Jacob), Michel Piccoli (Spiros), Tiziana Pfiffner (Torun Eleni)
    Yapım: Yunanistan, İtalya, Almanya, Fransa, Rusya (2008)

    Yunanlı büyük usta Theo Anglopoulos’un üçlemesinin ikinci filmi “Zamanın Tozu”, film içinde film gibi. 1950’lerden günümüze, 1999’a kadar dönemleri anlatıyor bu film. Komünist Yunanlılar, Sibirya, Berlin, sinema, aşk, hatıralar ve insana dair her şey var bu filmde…

    Film, 1953 yılında açılıyor. Genç Yunanlı komünist Spiros, tren kompartımanında birisinden gizlice sahte kimlik alır, sonra da kadını Eleni’yi Rusya’da bulur. Eleni’yle Spiros tramvayda sevişirler. O gün Stalin ölmüştür. Bir ihbar üzerine tramvayda tutuklanırlar ve yolları ayrılır. Ruslar, Spiros’u hapse atarlar. Eleni’yse Sibirya’ya sürgüne gönderirler. İçinde yeni bir hayat büyüyen Eleni, dünyaya A’yı getirir. A, şimdi Yunan asıllı ünlü bir yönetmen. A, annesi ve babası üzerine çektiği filminin kurgusu için Roma’daki Cinecitta Stüdyoları’nda koşuşturup durur. Film, geçmiş zamanları ve genç Eleni’yi oğul A’nın filminden düşmüş anlarla perdeye yansıtıyor. Eleni, acılı hayatını yaşarken, A’nın da hayatında iyi gitmeyen bir şeyler var. İç içe geçen hikâyeler, bir yerden sonra günümüzle buluşuyor. A, seyahatlerinden ve film çekimlerinden dolayı ailesine ilgi gösterememiş, bu yüzden karısıyla boşanmış ve şimdi de kızı Eleni’yi ihmâl eden bir yönetmen. Sevgisizlik ve yalnızlık çeken küçük Eleni intihar etmeyi deniyor bir yerden sonra. Film içinde film olan “I Skoni tou Hronou-Zamanın Tozu”nda bir yerde buluşacak farklı hikâyeler iç içe geçerek insana uzun bir yolculuk duygusu yaşatıyor. Geçmiş zamandan yansıyan anlarda Eleni, Spiros’un izini kaybeder. Sonra da Sibirya’da tanıştığı Jacob’la beraber olmaya başlar Eleni. Aslında bu film, bir kadınla iki erkeğin, Eleni, Spiros ve Jacob’un büyük aşkının da destanı sanki. Komünist Spiros, Yunanistan’daki iç savaşı kazanan faşistlere yakalanmamak için Eleni’yle beraber kendilerini sürgüne göndermişler. Sürgüne gitmeselerdi, faşistlerin eline geçip vahşice öleceklerdi belki. Dramlar hayatlarını kuşatıyor bu filmdeki karakterlerin. Eleni ve Yahudi Jacob, 1974 yılında Sibirya’dan Avrupa’ya geçiyorlar. Jacob, Eleni’yi bırakamıyor. A, Vietnam Savaşı’na gitmemek için şimdi Kanada’ya sığınmış. Eleni, oğlunu Kanada’da buluyor gerçeküstücü bir anda, sisler içinde. Sonra da hikâye günümüze, 1999 yılına tümüyle geliyor. Eleni, Spiros ve Jacob artık yaşlanmışlar. Aşklarıysa her daim bahar gibi. Jacob’un Eleni’ye derin tutkusunu da perdeden hissediyorsunuz. Belki de Jacob’un final bölümündeki trajedisi de anlamlaşıyordur böylece. Üçlemenin ilk filmi 2004 yapımı “Trilogia: To Livadi pou Dakryzei-Ağlayan Çayır”da, diasporadaki Yunanlıların 1. Dünya Savaşı sonrası Yunanistan’da göçmen durumuna düşmelerini etkileyici şiirsel bir görsellikle perdeye yansıtan Angelopoulos, üçlemenin ikinci filminde 2. Dünya Savaşı’nın ardından Yunanistan’daki iç savaşta faşistlere yenilen komünistlere bakmış Spiros ve Eleni’nin dramını öne çıkartarak.

    Birçok şeye aşk…

    Yunanlı büyük usta Angelopoulos’un bu filmi sanki hatıralara, aşka, Berlin’e, Sibirya’ya, Cinecitta’ya ve sinemaya adanmış. Filmde hikâyeler, hem geçmiş zamanda hem de şimdiki zamanda yoğunlukla Aralık ayında geçiyor. Yeni yıllar, yeni devirler Aralık ayını geride bırakıp geliyorlar. Filmin büyük bölümü Berlin’de geçerken Sibirya da mekân sunmuş bu filme. Bu filmin ağırlıklı olarak Berlin’de geçmesinin simgesel anlamları var. Sosyalizmin yıkılışı Berlin Duvarı’yla simgeleşmişti çünkü. Angelopoulos’un Berlin’e aşkı fark ediliyor perdede. Bu gri Berlin, ölümün ve yenilenmenin bir şehri gibi. Angelopoulos’un bu filminde insanın belleğine oturacak sahneler, anlar ve mekânlar var. Rusya’da bir an düşer perdeye: Karlar altında Eleni önde, Spiros arkada tramvaya doğru yürürler. Tramvaya binerler. Angelopoulos, bu anda tramvayın içinde kamerasıyla yolculuk yaptırıyor sanki seyircisine. Karların kuşattığı şehri tramvayın içinden gösteren yönetmen dışarıdaki kalabalığı da takip eder, devasa Stalin heykeli görünür ve dışarıdaki kalabalık bir yerde toplanır, sonra bir ses “Stalin öldü” der. Ardından tramvay duruverir. Bu sahne, sinemada kolay unutulmaz anlardan biriydi. Angelopoulos, 1995 yapımı “To Vlemma tou Odyssea-Ulis’in Bakışı” filminde Lenin’in parçalara ayrılmış devasa heykelinin nehirde şileple taşınmasını uzun bir sekansla göstermişti. Kimi sinemaseveri, Eleni’nin Sibirya’dan yansıyan anları büyüleyecek belki. Ahşap merdivenlerden yavaş yavaş yukarıya doğru çıkan insanlar unutulmaz bir fotoğraf anı bırakacak belleklerde belki. Berlin’de torun Eleni’nin intihar etmek istediği enkaza dönüşmüş binadan yansıyan evsiz insanların trajik umutsuzluğu da insanların yüreğine oturacak belki. Angelopoulos’un filmlerinde sürgün olma, yolculuklar, göçmenler, sığınmacılar, evsizler, geleceksizler var çoğunlukla. 1998 yapımı “Mia Aioniotita kai Mia Mera-Sonsuzluk ve Bir Gün” filminde de çocuk kaçakçılığı yansımıştı perdeye. Eleni Karaindrou’nun insanın ruhunun derinlikliklerine inen müzikleriyle 1991 yapımı “To Meteoro Vima tou Pelargou-Leyleğin Geciken Adımı” filminde de mültecileri anlattı Anglelopoulos. Almanya’da yaşayan babalarını bulmak için yollara düşen biri kız, diğeri erkek iki küçük kardeşin trajedilerini anlattığı 1988 yapımı “Topio Stin Omichli-Puslu Manzaralar” da yüreklere oturan bir filmdi. On yaşındaki kız çocuğunun trajedisi insanı gerçek anlamda sarsıyordu. Angelopoulos’un birkaç filminde başkarakterlerin adı hep Spiros’tu bir de. 1984 yapımı “Taxidi sta Kythira-Kitara’ya Yolculuk” filminde Spiros vardı ilk defa. Hemen sonra 1986 yapımı “O Melissokomos-Arıcı”da Marcello Matroianni’nin canlandırdığı karakter de Spiros’tu. Belki şu da ilginç gelebilir: “Ulis’in Bakışı” filminde de bir Yunan asıllı Amerikalı yönetmen vardı ve adı da “A”ydı. Kamerayla şiir yazan bu yönetmenin filmlerinin peşine düşmek gerekiyor.

    (02 Aralık 2009)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Sinema Yazarı ve Belgeselci Mesut Kara’nın Sinema Blogu Yayında

    Geçtiğimiz yıl beyin damarlarındaki tıkanmayla oluşan ödem sonucu felç geçiren sinema yazarı ve belgeselci Mesut Kara, hayata ve çalışmalarına kaldığı yerden devam ediyor. Felcin sol elinde bıraktığı hasara karşın Mesut Kara, kullanabildiği tek eliyle yarım kalan çalışmalarını ve projelerini hayata geçirmeye, tamamlamaya başladı. http://yesilcamhatirasi.blogspot.com/ adresindeki blogunda birikmiş ve yeni yazılarının yanı sıra belgesel çalışmaları da yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Mesut Kara blogu için tıklayınız, fotoğrafları için tıklayınız.
  • Mehtap TV Perdeler Programı’na Bu Hafta Natali Yeres Konuk Oluyor

    Yapımcılığını Cem Güler’in yaptığı Mehtap TV, Perdeler Programı’na bu hafta, Türk sinemasında son dönemde çekilen birçok filmin sanat yönetmenliğini üstlenmiş olan Natali Yeres konuk oluyor. Natali Yeres’le, sanat yönetmenliği üzerine yapılan keyifli söyleşi ekrana geliyor. Gösterimler bölümünde ise 3 film var. İlk film yakında vizyona girecek olan İngilizlerin meşhur karakteriyle aynı adı taşıyan yapım, Sherlock Holmes. Diğer filmler olarak ise, dünya sinemasını tarz olarak derinden etkileyecek, Yeni Yıl Şarkısı ve Hollywood’un listeleri alt üst eden kıyamet filmi 2012′nin fragmanları ekrana geliyor. Perdeler Programı, Cumartesi günü saat 12:30’da Mehtap TV’de.

  • Basın Bülteni
  • Natali Yeres fotoğrafları için tıklayınız.
  • Balkan Fonu’ndan “Portakal Bahçeleri”ne Senaryo Geliştirme Ödülü

    Özkan Küçük’ün Portakal Bahçeleri isimli film projesi 50. Uluslararası Selanik Film Festivali kapsamında gerçekleştirilen Balkan Fonu Senaryo Geliştirme Atölyesi’nde en iyi üç projeden biri seçildi. 14-16 Kasım tarihlerinde bu yıl yedincisi gerçekleştirilen atölyeye sekiz ülkeden dokuz proje seçilmişti. Mezopotamya Sinema Kolektifi yapımı Portakal Bahçeleri projesi, Romanya’dan katılan Romen Baharı ve Sırbistan’dan katılan Asfaltın Annesi ile birlikte ödüle lâyık görülen üç projeden biri oldu.

  • Basın Bülteni
  • Yılın Son Sinema Buluşması: 12. İstanbul Uluslararası Sinema – Tarih Buluşması

    TÜRSAK’ın düzenlediği, İstanbul Uluslararası Sinema Tarih Buluşması’nın bu yılki teması, Avrupa Kültürleri İstanbul Buluşması olarak belirlendi. Festivalde, Cannes, Berlin, Toronto gibi festivallerinden ödüllerle dönen yılın “hit”leri buluşuyor. Buluşmada, Charlize Theron, Richard Gere, Hillary Swank, Guy Pearce, Viggo Mortensen, Martin Scorcese ve Francis Ford Coppola gibi sanatçıların filmleri gösterilecek. Bilet fiyatları tüm seanslarda öğrenci 4 TL, tam 5 TL’den satışa sunulacak. Gösterimler, 11 – 17 Aralık tarihleri arasında Alkazar Sineması ve Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

  • Basın Bülteni
  • Buluşma hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bornova

    Sinemamız, başlangıçtan beri, hele Yeşilçam günlerinde, yaygın olarak bir öykü anlatım sineması olmuştur. Temelinde görsellik olan sinemanın bu özelliğine Yeşilçam’ın yaygınlaşmasından sonra fazla özen gösterilmemiştir. Kamera önünde realize edilen öykü, kimi zaman derli toplu, kimi zaman özensiz görüntülenerek, çoğunlukla da benzer öykülerin anlatılması ile -aşağı yukarı- otuz yıllık bir süre devam etmişti. Bu süreç içinde, benzer konuların -konular farklı da olsa fark etmeyeceği biçimde- bir anlatım diline, Yeşilçam Sineması denebilecek bir anlatım özelliğine ulaşılmıştır. Bu dil ile yapılan filmler içinde çok sağlam öyküler anlatan içi dolu dolu filmlerin yanında, bir filmlik süreyi dolduramayan, bu nedenle de yan öykülerle desteklenmiş veya uzatılmış, tekrara düşülen sahnelerle doldurulmuş anlatımlar da vardır.

    Bu filmlerin üretim biçimleri de kendiliğinden biçimlenerek, düzenli şekilde işleyen bir sinema esnaflığı oluşmuştur. 80’li yıllarda sinema dışı gelişimlerinde etkisi ile temeli çok sağlam olmayan bu yapı yabancı sinema kuruluşlarının da piyasaya girmesi ile çözülmeye başlamış, 300’lere kadar ulaşmış film üretimi 20’li sayılara kadar düşmüş, fakat film üretimi hiç bir zaman sona ermemiştir. Bu düşüş yukarı dönüp çıkışa geçtiği zaman ise eski düzen mekanizmasını koruyamamakla beraber o günlerden kalma kimi yapımcıları ve o güne kadar çalışanların dışında piyasaya giren ve artık eskisi gibi bir birliktelik oluşturmayacak yeni oluşumların yapımları ile üretim sayısı her gün artmaktadır. Eski yapıya yapımcı sineması denirse şimdiki yapıya da -bir isim vermek gerekirse- yönetmen sineması demek, çok abartılmaması koşulu ile hatalı olmaz.

    Sinemamızın bu yeni döneminde, yapım ilişkileri dışındaki değişiklikten başka, anlatım dilindede değişikler görülmektedir; sinemamızda hiç denenmemiş konuların ele alınması yanında en bildik beylik konularda daha önce denenmemiş biçimlerde sinemalaştırılmaktadır. Eskiden de -tutarlı- bir öyküsü olmayan filmler yapılmış ise de, o dönem içinde bu fazla itiraz görmemiş, boşluk dolduran filmler de arada kendisine yollar bulmuştur. Yeni dönemde yapılan “öyküsüz” filmler ise, yine itiraz görmemekle beraber, yeri geldiğinde aynı yıl üretildiği diğer yapıtların arasından sıyrılarak yukarılara çıkmakta, ilgi çekmekte ve kendini daha belirgin bir şekilde gösterebilmektedir. “Öyküsüz” film derken doğaldır ki, klâsik anlamda öykü içermeyen filmleri, yeni anlatım dillerini, şimdiye kadar sinemamızın ilgilenmediği konulardaki anlatımlarını söylemek istiyorum.

    Bornova Bornova da bu yeni zamanın, içinde bulunduğumuz yılda üretilmiş yeni dönem filmlerinden biri. Daha önce Made in Europa filmini yönetmiş İnan Temelkuran’ın yeni filmi. Temelkuran birbiri ile ilişkili, çok farklı kişilerin yaşamından kesitleri bir öykü birlikteliği kaygısı taşımadan anlatırken, karşılıklı (diyalog) veya tek kişilik (monolog) konuşmalara dayandırılıyor. Ayağı kırılarak spor (futbol) yaşamı sona eren, yeni terhis Fare lâkaplı Hakan, sokakta gördüğü mahallesinin kızına aşık olur -da, o yaşta öyle nasıl saf ve bakir kalabilmiştir-, psikopat (ve iktidarsız?) Salih herkes öğüt verip, yalanları ile hava atar, parasız pulsuz felsefe doktora öğrencisi Murat ancak porno öyküler yazarak evinin kirasını karşılayabilmek için, dinlediği kimi gerçek, kimi uydurma belden aşağı “şey-leri” öyküleştirir, liseli Özlem okuduğu düz liseden üniversiteye geçme umudu taşımadan kurslara giderken, öfke içinde “atılan lâflara” cevap verir, bilardo’lu café-lere geyik muhabbetleri içinde hasbelkader arkadaşlara takılmak durumunda kalır… Filmlerimizde çatışmalar çoğunlukla üçgenler şeklinde oluşurken, buradaki kişiler bir çatışmaya girmeden bir dörtgen oluştururlar, bu düzgün bir dörtgen değildir. “Dörtgen”, Fare’nin Murat’a anlatırken Salih’e duyurduğu -uyduruk- öykü ile “küp”e dönüşür, ağır aksak giden öykü birden hacim kazanır… Aradan bir süre geçer, dingin bir düzeye kavuşmuş gibi duran Hakan ile Özlem, aradan Salih’in (Hakan tarafından öldürülür) çıkması ile (olayın tek tanığı) Murat’ın sultasına girmişlerdir. Özlem -üstelik- hamiledir…

    Kadir Çermik, Öner Erkan, Damla Sönmez, Erkan Bektaş gibi oyuncular oyunlarının hakları verirken, Temelkuran yukarıda da değindiğimiz gibi diyalog ve monologa dayanan, düz, durağan sineması ile, yeni değilse bile, sinemamızda fazla kullanılmamış öykülemesi ile yeni filmleri için ümit verirken, temel çatışmaya denk düşmeyen -bakkal dükkanındaki konuşma- sahneleri ile altını çizdiğimiz “dörtgen”i bazı açılarından çarpıtıyor. Asgari bir süreyi tutturmayı anlıyorum, ama bunu öyküye yamalar yapılarak yapmamak gerektiğini de düşünüyorum. Bunların giderilmesi filmi -belki- biraz kısaltacaktır; ama buna rağmen, seyrettiğim andaki ilk intibam olan Bornova Bornova yeni bir kurgulanış ile -o fazlalıkların atılması ile- “çok güzel kısa film olur” düşüncesini şimdi, seyrinden sonra geçen kısa süreden sonra değiştiriyorum. (Bazı kısaltmalar yapılırsa ), Bornova Bornova -belki biraz kısa, ama- çok güzel bir film (olur).

    Temelkuran, geri dönüşlerde, konuşarak, geri dönüşte, gösterilen olayı anlatan oyuncunun sesini verirken, zaman zaman dudak hareketlerini -özellikle- yaptırmayarak, flach back’e yeni bir biçim getirmiş, -ama flach back’lere genel eleştirimiz burada da geçerli, anlatıyı yapanın görüntü içinde olmaması gerekir, en azından yüzünün, eğer bir aynadan görmüyorsa- ama burada en azından bir değişiklik var, anlatılanların “oluş hali” öykü içinde yer almıyor.

    (01 Aralık 2009)

    Orhan Ünser

    d@bbe 2’nin Fragmanı Yurt Dışında Gündemde

    Google Analytics verilerine göre www.dabbe2.com web sitesi üzerinden son olarak 51 ülkeden izlenen d@bbe 2 fragmanı dünyanın önemli film haber siteleri arasında yer alan twitchfilm.net’e konu oldu. twitchfilm.net editörü Todd Brown, yönetmen Hasan Karacadağ’ın filmlerinde çok iyi bir ilerleme sağladığını belirtti. d@bbe 2 fragmanını teknolojik korkular, doğu folkloru ve Duhan alâmetini birleştiren yeni bir tür olarak tanımlayan site editörü, filmin fragmanının yoğun ilgi gördüğünü belirtti. d@bbe 2, Özen Film’in dağıtımıyla 25 Aralık 2009’da, yaklaşık 200 kopya olarak vizyona girecek.

    Sekans’tan Bir Seminer, Bir Kitap

    Sekans Sinema Topluluğu üretimini sürdürüyor. Dergisini elektronik ortama taşıyarak www.sekans.org adresinde yayınlamaya başlayan topluluk, şimdi de Sekans Sinema Yazıları Seçkisi adını taşıyan kitabıyla bir sinema kitapları serisinin ilk yapıtını çıkardı. Topluluğun düzenleyeceği Temel Sinema Eğitimi semineri ise Aralık ayının ilk haftasında başlayacak. Seminer kapsamında uygulamalı olarak senaryo yazım teknikleri, görüntü öğeleri ve kurgu teknikleri verilecek. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi web sitesinden, info@sekans.org e-posta adresinden ve 0505 9104299 no.lu telefondan alınabiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sekans’tan Bir Seminer, Bir Kitap yazısına devam et