Yaşlı kurtların fırınlarından çıkmış filmleri izlemek çok keyifli. Artık taşa dönmüş filmlerini bile taparak izliyoruz ve ilk günkü sıcaklıklarındaymış gibi tat alabiliyoruz. Sinemanın ustalarının, yılların deneyimleriyle çektikleri yeni filmleri de tam bir şölen havasında geçiyor. 80’ine dayanmış Peter Bacso’nun son filmi -orijinal adıyla Majdnem Szüz– şölen tadındaki filmlerden biri…
Güzel bir müzik eşliğinde, ritmik bir şekilde akan paralar… Ve biraz sonra o paralarla buluşacak, ağzının suları akmış ve gözleri paraları izlemekten şaşı olmuş küçük Boroka ile tanışıyoruz. Sanırım Bacso, ülkesini hızla saran Kapitalist düzene bir gönderme yaparak hikâyesine başlamayı yeğlemişti.
Annesi tarafından bebekken terk edilen Boroka, reşit olduğu gün, devletin kendisine yeni bir hayat kurması için verilen paranın suyunu çektirmekle meşgûl. Birkaç günlüğüne de olsa erkek arkadaşı ile birlikte kuş tüyü yataklarda uyumak, birilerinin ona hizmet etmesinin tadına varmak istiyor. Kendi deyimiyle insan muamelesi görmek için böyle bir tercih yapıyor. Yani içinde bulunduğu sistem ona insan muamelesi görmek için lüks bir suitte gitmeye zorluyor.
Henüz 18’inde olmanın bütün zaaflarını taşıyor Boroka. Toy, saf, aşık, diri, güzel, masum, yalnız… Gittiği her yerde de bakışları üstüne çekiyor. Yaşlı ve zengin para babalarının rüyalarını süslüyor. Çok geçmeden durumun farkına varan, kurnaz sevgilisi Janos, paralar suyunu çekmeye başlayınca Boroka’yı o adamlardan biriyle para karşılığı yatmaya zorluyor. Üstelik kılıfını da öyle güzel hazırlıyor ki… “Bedenin orada olacak hayatım, ruhun benimle…” sözleriyle bir güzel paketleyip satıyor Boroka’yı. Oysa ruhunun da ne kadar yara alacağını hiç hesaba katmıyor. Zaten umurunda da değil. Boroka’yı kaldığı yurttan evine taşınmasına sağlayan Janos eve her gece başka bir erkekle geliyor ve Boroka’yı acımasızca satmaya devam ediyor. Zavallı Boroka gençliğinin ve aşkın verdiği zaafla çaresiz göz yumuyor olanlara. Ancak en büyük darbe Janos’un bir motosiklet uğruna, Boroka’yı bir kadın tüccarı Ronolda’ya satmasıyla iniyor. O andan sonra film daha da trajik bir boyuta doğru ilerliyor.
Ronolda onu yol kenarında jartiyerler, topuklu ayakkabılar eşliğinde küçük bir fahişeye dönüştürüyor. Boroka’nın para karşılığı, otoban kenarından birlikte olanlara bir de Türk tırı katılıyor. Tırı sağa çekmiş, altın kolyeli, kafaları oldukça iyi, bir grup Türk ile karşılaşıyoruz. Üstelik bir de yolun kenarında -sanırım- kuzu çeviriyorlar. Ve tıpkı ilk insanlar gibiler… Yani bu niye böyle bir tipleme bir anlam veremedim. Bilmiyorum belki de vermeliyiz. Çünkü filmdeki o detay beni oldukça utandırdı ve üzdü. Sanırım bize uzak bir tablo da değildi… Bir an Boroka’nın sonunun barış gelini Pippa Bacca’ya benzeyeceğini ve filmin oracıkta biteceğini düşünerek dehşete kapıldım.
Tüm bu olanlardan sonra, film çok daha trajik boyutlara doğru ilerleyecekmiş gibi görünürken Boroka’nın Morics adlı bir gençle tanışmasıyla film oldukça keskin bir viraj alıyor. Bambaşka bir yöne doğru ilerliyor.
Ülkesini hızla saran kapitalist sisteme göndermeler yapan, kadın ticaretine işaret ederken, kadın bedenin sadece cinsel bir obje olarak görülmesine feminist bir duyarlıklıkla yaklaşan, seks işçilerinin de devlet tarafından korunması gerektiğini gündeme getiren çok yönlü bir film Ruhuma Asla. Pastel renkleri, müzikleri harika bir uyum içinde. Júlia Ubrankovis’in harika performansı da göz ardı edilmemeli. Oldukça zor bir rolün altından başarıyla kalmış.
(13 Ağustos 2008)
Gizem Ertürk