Kimi iyi, kimi kötü karakterleriyle, çoğunlukla mutlu sona ulaşan maceralarıyla, damakta eskiye özlemin o kekremsi tadını bırakan siyah-beyaz görüntüleriyle, bir masal, Yeşilçam. İşte bu yüzden, Yeşilçam Masalı koydum R – 1’de yayınlanan belgesele. Çocukluğumun kahramanlarıydı tüm o karakterler. İnanılması güç şartlarda film yapmaya çalışan yönetmenlerin ve oyuncuların gerçeği kadar, annemin elinden tutup biraz ürpererek girdiğim karanlık sinema salonlarında, boğazıma düğümlenen gözyaşlarının, attığım belki de ilk bilinçli kahkahaların, kafamda dönüp dolaşan ilk soruların ve beyazperdede olmadığı zamanlarda gökteki yıldızların yanında olduğunu düşündüğüm yıldızların anısı da, temel taşları oldu aslında bu programın. Çünkü Yeşilçam, bir anlamda, yakaladığım andan itibaren tabii, benim kişisel tarihim. Tıpkı çoğu insanın olduğu gibi. Hangimiz kendini içten içe o karakterlerden biriyle özdeşleştirmedi? Kemal Sunal’a bakıp kahkahalar atmadık mı? Turist Ömer’e gülerken bir yandan da gözümüzden süzülen yaşları elimizin tersiyle silmedik mi? Erol Taş’tan korkarken, Kadir Savun’a sarılmak istemedik mi? Adile Naşit, bir kuşağın annesiydi. Onlar bir aileydi. Bizim de parçası olduğumuz, kocaman bir aile…
İşte, tüm bu duygu ve düşüncelerle oluşmaya başladı Yeşilçam Masalı projesi. Önce Yeşilçam ve Türk sineması hakkında bugüne kadar yazılmış ne kadar kitap varsa aradım. Kitapçılarla yetinmedim, arkadaş kütüphanelerini karıştırdım, olmazsa olmaz sahafları dolaştım… Ardından İstanbul Radyosu’nun arşivi taradım. Türk sinemasına dair ulaşabildiğim ne kadar röportaj, ses kaydı varsa topladım. Geçmişe dair ses kayıtları ve belgeler için Mimar Sinan Üniversitesi’ne ve TRT Televizyonu için Türk Sinema Tarihi belgeseli hazırlamış olan Profesör Doktor Sami Şekeroğlu’na ulaştım. Sonunda sıra, şu an hayatta olan Yeşilçam emekçilerine geldi. Kimi, küskündü, konuşmak istemedi. Kimi, o parlak, şöhretli günlerinde olduğu haliyle, sesiyle kalmak istedi anılarda. Kimine programın süresi az geldi, anlatacak o kadar çok şey vardı ki, sığamamaktan korktu dar zamanlara. Ama çoğu da, gözleri kimi zaman dolu dolu, kimi zaman şaşkınlıktan kocaman olmuş, kimi zaman da kahkahalar atarak onlara mikrofon uzatan bu genç kadını, yani beni, kırmadı, yüreğini açtı. Kimler yoktu ki mikrofonun arkasında? Ediz Hun, Göksel Arsoy, Temel Gürsu, Jeyan Mahfi Tözüm, Arif Keskiner, Erol Büyükburç, Parla Şenol, Giovanni Scognamillo, Burçak Evren, Agâh Özgüç, Ülkü Erakalın, Tomris Oğuzalp, Rüştü Asyalı, Yusuf Kurçenli, Muzaffer Hiçdurmaz…
Röportajlar tamamlanınca, ortaya bir başka soru çıktı. Program nasıl işleyecekti? Dinleyeni sıkacak ve programı tekdüzeliğe sürükleyecek kronolojik bir anlatımdan özellikle kaçındım. Sonunda da Türk sinemasının türlerine göre işlemeye karar verdim. Tüm okuduklarım, topladığım belge ve kitaplar, hafızamda kalanlar, yaptığım röportajlar, elde ettiğim eski ses kayıtları ve tabii duygularım bir araya geldi ve belgeselin Yeşilçam’ın Masal Filmleri başlıklı ilk bölümünün kurgusu tamamladım. Bu bölüm dinleyiciyle buluştuğunda takvimler 4 Temmuz 2007 Çarşamba gününü göstermekteydi.
25 dakikalık bu kısacık ama gerisinde uzun çalışma saatleri barındıran program, Yeşilçam Masalı, o günden sonra tam 6 ay boyunca her Çarşamba dinleyiciyle buluşmaya devam etti. Bu yolculuğun tam 26 durağı vardı: Müzikaller, şarkıcı filmleri, komediler, devam filmleri, melodramlar… Kısacık tarihine binlerce film sığdırmış Yeşilçam’ın el atmadığı tür yok gibiydi. Aralarından bir seçim yapmak bile başlı başına bir işti aslında.
Ve her masal gibi Yeşilçam Masalı da bitti. Aralık ayının son Çarşambası, arkasında yorgun, ama içi sızlayan bir yapımcı bırakarak veda etti dinleyiciye.
Ama bugün, geri döndü. Yanında, emeğin ve çalışmanın ödülüyle. Ne mutlu bana ve Türk sinemasının sevgili emekçilerine…
(14 Mart 2008)
Gülay Oktar Ural