Akıllı Ol

Peter Segal’ın yönettiği ve Steve Carell, Alan Arkin, Dwayne “Rock” Johnson ile Anne Hathaway’in oynadığı Akıllı Ol (Get Smart), 29 Ağustos 2008’de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
ABD casus teşkilâtı Control’un kumanda merkezi saldırıya uğrayıp, ajanların kimlikleri ifşa olunca, Teşkilat Amiri’nin analizcisi Maxwell Smart’ı terfi ettirmekten başka şansı kalmaz. Her zaman korkusuz Ajan 23’le çalışmanın hayallerini kuran Smart, ne yazık ki öldürücü Ajan 99’la çalışmak durumundadır. Çok az deneyimi olan Smart’ın, dizginlenemez coşkusuyla KAOS’u yok etmesi gerekmektedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Ulvi Uyanık Yazıyor
  • Diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Akıllı Ol yazısına devam et
  • Kısa Film “Ayak Altında” 1. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali’nde Gösteriliyor

    M. Cem Öztüfekçi’nin yazıp yönettiği kısa film Ayak Altında, 1. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali Kısa Film Yarışması kapsamında 26 Ocak Cumartesi günü 16:30’da Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde gösteriliyor.
    Filmin öyküsü şöyle: İbrahim karısı ve iki çocuğuyla yaşayan bir işçidir. Her günü aynı geçer, evden çıkar, işe gider, kahveye ve birahaneye uğrar. İbrahim gündüz vardiyasında çalıştığı zaman gece uyanır, gece vardiyasında çalıştığı zaman ise gündüz vakti uyumak zorunda kalır.

  • Basın Bülteni
  • Festival Web Sayfası
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 01 Şubat 2008 Haftası

    “Asteriks Olimpiyat Oyunları’nda”, günümüz yaygın kültüründen fırça darbeleri de vurulmuş bir haşmetli şenlik: Maksat, safi keyfetmek yani!

    “Fidel’in Yüzünden!”, 1970’lerin başındaki siyasi çalkantıların içinde yer alan ailesindeki değişiklikleri ve bir yığın kavramı anlayıp yorumlamaya çalışan küçük kızın duygularını pürüzsüz bir akışla aktarırken, aynı zamanda, zaten dünyanın da içinde kaybolunan – acı çekilen bir tür keşmekeş olduğunu onun bakış açısıyla vurguluyor: Kadın duyarlığını her karede hissettiren yönetmen, tam da ‘babasının (Costa-Gavras’ın) kızı’!

    “John Rambo”, ‘bu dünyanın!’ insanlarının türlerine uyguladığı şiddete iyi niyetle karşı çıkmanın ne denli beyhude olduğunu ve en şiddet karşıtı insanın bile zulümler karşısında şiddete başvurabileceğini savunup haklı çıkıyor: Şaşırtıcı derecede gerçek, afallatıcı biçimde sert!

    “Kızımı Kurtarın”, zengin ve güçlü Amerika Birleşik Devletleri’nin Boston kentindeki alt tabakada, refahın etkisini kaybettiği ‘yitikler’in arasında geçen öykü vasıtasıyla, insan doğasının karmaşıklığını, vicdanın ne menem bir kavram olduğunu, önemlisi de hukukun çizdiği sınırlarda sınanmanın zorluğunu, gerçeklik duygusu baskın bir sinemayla kafanıza çakıyor: Bu enfes filmi yöneten Ben Affleck ispatlıyor ki, yakışıklı / güzel, çok ünlü, zengin olabilirsiniz ama ‘çağdaş – gerçek bir sanatçı’ sayılabilmek için, yaşadığınız dünyada canınızı sıkan – acıtan tüm meseleler üzerine düşünmeli ve üretmelisiniz!

    “Şimdi ya da Asla”, bir insanın, ölümüne çok az kala o güne dek gerçekleştiremediği – ıskaladığı bir yığın çılgınca şeyi yapabileceğini gösterse de, yaşamının asıl anlamının ailesi ve sevdikleriyle olan ilişkilerindeki başarısının güzelliğinde yattığını anlatmakta: İki dev oyuncu ‘döktürüyor da döktürüyor’; mutlaka izlemelisiniz!

    (30 Ocak 2008)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    Ah Bu Geceler Olmasa

    Aşk üzerine bir çok ünlü deyiş vardır: Onu serbest bırak, eğer seni seviyorsa geri dönecektir gibi. Ya da zaman her şeyi iyileştirir gibi. Ya da gerçekten birbiriniz için yaratılmışsanız hiçbir şey sizi ayıramaz gibi. Aşk ustası Wong Kar Wai yine tüm bu deyişler üzerine düşündüğümüz ve hayatımızı gözden geçirmemizi sağlayan bir film yapmış.

    Benim Aşk Pastam öyle içten, öyle sıcak bir film ki ben gidip, iki kere izledim. Çok yoğun duygular ince ince işleniyor ama film sizi depresyondan depresyona sürüklemiyor. Bilâkis sinemadan hoş bir umut dalgasıyla çıkıyorsunuz.

    Benim Aşk Pastam’da hikâyenin omurgasını bir kadının yolculuğu oluşturuyor. Bir kadın, ki bu, sesi kadar yüzü de insanın için yumuşatan Norah Jones, bir noktadan yola çıkıyor ve aynı noktaya geri dönüyor. Ama hemen hemen bir yıl kadar sonra. Ne geldiği yer aynı yer artık, ne de kendisi aynı kadın. Yani mekânlar bile sabit olmuyor yıllar geçtikçe. Zamanla mekânlar da yeni anılarla bezeniyor ve farklı biçimlere bürünüyorlar. Norah Jones’un karakteri Elizabeth de yolculuğunda Elizabeth’in çeşitli yüzleri oluyor. Aldatıldığı için şehri terk ediyor, yepyeni bir şehirde geceleri bir barda, gündüzleri de bir kafede çalışmaya başlıyor. Ardından gecesinin gündüzüne karıştığı bir kumarhanede servis yapıyor. Tüm bu farklı mekânlarda Elizabeth’in farklı yüzlerini taşıyor. Birinde Lizzy oluyor, diğerinde Beth.

    Elizabeth yolculuğuyla biçimleniyor. Kalp acısını yollara akıtıyor. Her durağında aşka dair değişik hikâyelerle karşılaşıyor. Sevginin çeşitli yüzlerini görüyor. Yola çıkarken tanıştığı adama kendini yenilemiş olarak geri dönüyor. Jude Law’un tüm şirinliğiyle oynadığı Jeremy onun vardığı gerçek aşkı oluyor. Ayrı kaldıkları sürede ikisi de hayatlarını gözden geçiriyorlar, anahtarlarını tuttukları ama uzun süredir uğramadıkları kapıları tam olarak kapayarak birbirlerine hazırlanıyorlar. Jeremy o özlü deyişlerdeki gibi Elizabeth’i serbest bırakıyor… Elizabeth de zamanın ilâcını gerçekten en verimli şekilde kullanıyor.

    Wong Kar Wai samimiyetiyle ve sıcaklığıyla yine kalbimizde taht kuruyor. Bu onun Amerika’da çektiği ilk filmi. Nerede ve hangi dilde olursa olsun Wong Kar Wai kendi dünyasını yine sinemaya başarıyla taşıyor. Ne de olsa evrensel bir dili var.

    Filmin tek bombası Norah Jones değil. Sanki film boyunca çok başarılı sinema yıldızları özel geçit düzenliyor. Kimler yok ki? Jude Law, Rachel Weisz, Natalie Portman… İşin ilginç yanı bu yıldızların hepsine irili, ufaklı çeşitli roller verilmiş ve hiç biri diğerlerinden öne çıkarılmamış. Hepsinde sanki ailemizden biri, en yakın dostumuz havası var. Ama bir yandan da rollerini öyle güzel giyiyorlar ki hepsi oyunculuk başarılarıyla parlıyorlar. Star auralarıyla değil, gerçekten oyunculuklarıyla dolaşıyorlar filmin içinde.

    Wong Kar Wai seviyorsanız, Norah Jones seviyorsanız, Natalie Portman seviyorsanız bu filme kesin gidin. İçinde aşk var, sevgi var, güzel şarkılar, hayati anlar, uzun geceler, güzel tatlılar var. Doyamayacaksınız.

    (30 Ocak 2008)

    Nur Özgenalp

    Sürgün ve Ölüm: Bir Göç Hikayesi

    Son Kale Çanakkale belgeseliyle bu zamana kadar tarih sayfalarında unutulmuş Çanakkale Destanı’nı ülke gündemine oturtarak büyük beğeni alan ekipten yine ülke gündemine bomba gibi düşecek bir belgesel daha: Sürgün ve Ölüm: Bir Göç Hikayesi.
    Rumeli’den, Kafkaslar’dan, Kırım’dan ve Doğu Türkistan’dan göç eden insanların gerçek öyküsü.
    Belgeselin yapımcılığını Zeytinburnu Belediyesi üstlenirken, yönetmenliğini Ahmet Okur yaptı. Filmin senaryosu Cemil Yavuz’a, müzikler ise Ali Otyam’a ait. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • UIP Filmcilik Filmleri

    Ulak, Amerikan Gangsteri (American Gangster), Maskeli Beşler Kıbrıs, Büyük Hazine: Sırlar Kitabı (National Treasure: The Book of Secrets), Manhattan’da Sihir (Enchanted), Kabadayı, Arı Filmi (Bee Movie), Garfield Geri Dönüyor (Garfield Gets Real), Zeynep’in Sekiz Günü, 25 – 31 Ocak 2008 seansları için tıklayınız.

    Bir Film Filmleri

    İçerde (Inside), Kelebek ve Dalgıç (Le Scaphandre et le Papillon – The Diving Bell and the Butterfly), Bana Söz Ver (Zavet – Promise Me This), 4 Ay 3 Hafta 2 Gün (4 Months 3 Week 2 Days), Ölüm Bekçisi (The Deaths of Ian Stone), 25 – 31 Ocak 2008 seansları için tıklayınız.